Napolyon'un Mısır Fermanı ve Batı'nın İşgal Felsefesinin Altyapısı
Napolyon Bonapart’ın (1769-1821) Mısır’ı işgali ve işgalin hemen akabinde yayımladığı fermanın içeriği, güncel birtakım meselelerin tarihsel düzlemde tahlil edilmesine önemli bir bilgisel imkân sunması bakımında önem arz etmektedir. Çünkü Napolyon’un Mısır’ı işgali sırasında, Mısırlıların desteğini yanına çekmesi bakımından yayımladığı fermanın içeriği ile çağdaş demokrasi havarilerinin Müslüman halklara verdiği demeçler arasında büyük benzerlikler vardır. Bu bağlamda makalemiz, işgalin sene-i devriyesi olması münasebetiyle Napolyon’un Mısır’ı işgali ve fermanı hakkında kısaca tahlil ederek asrımızdaki bazı hadiseler arasındaki benzerliğe dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.
Malumun ilamı olduğu üzere Napolyon, Fransız ordularının başkomutanı olarak Avrupa’nın coğrafî haritasını alt-üst ederek Avrupa’nın büyük çoğunluğunu kendi komutasına dâhil etmişti. Ancak Napolyon, denizlerde önemli bir filo gücüne sahip olan İngiltere’yi kuşatma konusunda doğrudan bir fikir üretemediğinden çareyi Mısır’ı işgal etmede bulmuştu. Neden mi? Çünkü o sıralar Hindistan, İngilizlerin sömürgesinde olup ve Mısır da onların geçiş kavşaklarını oluşturuyordu. Mısır’ın bu stratejik noktasını göz önünde bulunduran Napolyon, Mısır’ı işgal ederek İngiltere’yi iktisadi anlamda zayıflatmak istiyordu. Bu sebeple Napolyon, gizliliğe riayet ederek topladığı 35.000 askerin moral gücünü yükseltmek maksadıyla askerlerine “bütün Avrupa’nın gözü sizin üzerinizde” diyerek yanına aldığı kalabalık bir ilim grubuyla yola koyulur. Bu durum karşısında Osmanlı Devleti, elçisi Seyyid Ali Efendiden Fransa’daki bu askeri hareketliliğin sebebinin rapor edilmesini ister. Elçi, bu askeri hareketliğin sebebini Fransız hükümetine sorar ancak hükümet amaçlarının “İngiltere’yi işgal etmek” olduğunu söyler. Elçi de, saf niyetlerle bu cevaba inanarak/kanarak bunu Osmanlıya olduğu gibi rapor eder. Bu rapor, Osmanlı’nın işgale karşı hazırlıksız yakalanmasına neden olur.
Ancak dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ki Mısır’ın işgali, İngiltere’nin gelir kaynaklarını kesmekle sınırlı olmayıp yeni sömürge sahalarının oluşturulması ve Akdeniz’e hâkim olma arzusunun bir neticesidir. Napolyon’un ifadesiyle denizlere hâkim olan, bir bakıma bütün bir Doğu’nun da hâkimidir. Bununla birlikte Mısır’ın işgali, zihinsel ve kültürel asimilasyonu da içeren batılı dünyagörüşünün dışavurumu şeklinde düşünülmesi gerekir.
Hulasa Napolyon, yukarıdaki amaçlarını gerçekleştirmek için Mısır’ın İskenderiye şehrini işgal ettikten sonra Kahire’yi kuşattır. Bu arada Mısır, Osmanlı devletinin toprak parçası olmakla birlikte Memlûkler tarafından kontrol ve idare edilmekteydi. Napolyon, Mısır’ı kuşatır kuşatmaz, Müslümanların sempatisini ve desteğini almak için İslâmî değerleri kendine kalkan yaptığı görülür. Bu bağlamda Napolyon, Mısırlılara yaptığı ilk konuşma ve yayımladığı fermanın hemen girişinde Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlayarak aşağıdaki sözlere yer verir; “size dininizi yıkmak için geldiğimi söyleyeceklerdir. İnanmayınız. Onlara, haklarınızı iade etmek, sizi sömürenleri cezalandırmak için geldiğimi ve Memlûklerden daha fazla Allah’a, Peygamberine ve Kur’an’a saygı duyduğumu söyleyiniz.” Bu ifadelerle Napolyon, İslâmî değer ve kutsallara bağlı olduğuna, haksızlığa ve zulme uğrayanların yanında olduğuna ve zalimlerden hesap sorulacağına dikkatleri çeker. Ancak bu ifadeler, sadece madalyonun görünen kısmını oluşturmaktaydı. Çünkü Napolyon, işgal öncesine kadar, İslâm’ın en temel kutsalı olan Kur’an’ın yalan ve hurafelerle dolu olduğunu savunarak İslâmi kutsallara karşı olan öfkesini ve muhalefetini dışa vurmuştu. Bu bakımdan Napolyon’un İslâmî değer ve kutsallara ilişkin tavrını, esasen yıkıcı ve zihinsel tahribatların yanı sıra Mısır’ın sömürgeleştirilmesinin müsebbibi şeklinde değerlendirmek gerekir. Bununla birlikte Napolyon’un yayımladığı fermanla amaçladığı en nihai maksat, halisane olmayıp Müslümanların kendilerine karşı toplumsal ayaklanmalarının önlenerek İngiliz ve Memlûklere karşı siyasi ittifaklar gerçekleştirmektir.
Diplomatik zekâsıyla şöhret bulan Napolyon, fermanının devamında Memlûklerin Gürcistan ve Çerkez dağlarından geldiğini ve bunların Mısır’ın yerli unsuru olmadığını ve yaptıkları haksızlıkların sona erdirilmesi gerektiği konusunda, Allah’ın kendisine sorumluluk verdiği savını ileri sürecektir. Bu ifadelerle Napolyon, Mısır’ı Memlûklerin değil, Mısırlıların yönetmesi gerektiğine vurgu yaparak Mısırlılardan destek isteyecektir. Daha sonrasında Napolyon, din adamları sınıfının günlük çalışma ve ibadetlerine devam edeceklerini ve kimseye dokunulmayacağı konusunda güvence vermeye girişecektir. Öyle ki Napolyon’un bu girişimleri, Müslümanlar arasında anlamlı ve olumlu bir atmosfer oluşturacaktır. Dahası Napolyon’un fermanda belirtiği kaidelere hassasiyet gösterilip Mısırlıların Memlûk zulmünden alıkonulacağından (!) ötürü de, Mısırlılar, “Allah, Fransız ordusunun şanını yüce kılsın!” diye dua edeceklerdir.
Napolyon’un yapmış olduğu propaganda neticesinde Mısırlıların ekseriyeti kendisine itibar etmeye ve oluşturduğu olumlu atmosferden kaynaklı olarak kendisi bir kurtarıcı olarak görülmeye başlayacaktır. Öyle ki Mısırlılar, Napolyon’a “Sultan el-Kebir” (Büyük Sultan) unvanı vereceklerdir. Dahası bir taraftan Papa, yaptıklarından ötürü Napolyon’a “çok sevgili oğlum” diye hitap ederken diğer tarafta Mekke Şerifi ise “Kutsal Kâbe’nin Koruyucusu” diye hitap edecektir. Oysaki son iki ifade biçimi, kendi içinde önemli sorunsalları içermektedir. Hıristiyanlığı temsilen Papa ile İslâm dinini temsilen Mekke Şerifi, ortak bir paydada buluşuyor anlamına gelmektedir. Ancak İslâm ile kültürel bir din haline gelen Hıristiyanlık arasındaki mesafe, fikri düzlemde Doğu ile Batı arası kadardır. Dolayısıyla Mekke Şerifi ile Papa’nın Napolyon’un icraatları üzerinden ittifakları, Mekke Şerifinin saf ve ferasetsiz idrakinden kaynaklandığını söylemek güç değildir.
Öte yandan Napolyon’un Mısır işgali ve yayımladığı fermana karşı bir takım Müslüman bilginler karşı çıkıp görüş beyan etmişse de, bunlar, azınlıkta kalınmıştır. Bu bilginler arasında en önemlisi, İskenderiye’de yaşayan tarihçi Abdurrahman el-Ceberti (ö. 1825)dir. El-Ceberti, konuyla ilgili ‘Acâibü’l-âsâr fi’t-terâcim ve’l-ahbâr adlı eserini kaleme alır ve eserinde işgalin maksadını ve fermanın içeriğini tahlil eden önemli açıklamalarda bulunur. Bu eser, işgal boyunca yaşananların, fermanın iç yüzü ile siyasî ve dinî temellerinin bilgisel düzlemde irdelenmesine imkân sunulması bakımından başvuru kaynağı hükmündedir. El-Ceberti, eserinde işgalin en bariz ifadesinin “bir yıkım, işgal, bozulma, fesat, savaş, fitneye” mukabil geldiğinden adalet ve özgürlük bağlamında değerlendirilecek bir mahiyetinin olmadığının özellikle altını çizer.
El-Ceberti’nin bu son ifadesi, Napolyon’un Mısır’ı işgali ve yayımladığı fermanın mahiyet itibariyle asrımızdaki yansıması bakımından önemli bir karşılığı vardır. Buradan hareketle İslâm dünyasındaki fiili işgallerin ve zihinsel tahribatların esasında, harici unsurlar arasında Napolyonvâri bir eda ile adalet ve özgürlüğün dağıtıcısı olarak kendilerini gören batılı çağdaş demokrasi havarileri yer alır. Bu demokrasi havarileri, bir taraftan İslâmî kutsallara muhalif ve hasım olmadıklarını ilan ederken diğer taraftan da İslâmî değerleri tahrif etme ve bu değerleri yaşam felsefesi haline getirenleri tedrici bir şekilde imha politikasını izlemektedir. Bu nedenle İslâm dünyasında dâhili-harici menşeli sorunlarının tahlili ve sonrasında bilgisel açılımların sağlanması, çağın etkin paradigmasının düşünsel veçhesinin bilinmesiyle önemli ölçüde orantılıdır. Bu demektir k İslâm dünyası, çağın izinden değil, ancak çağın önünden hareket etmesiyle otantik konumuna ulaşabilir. Çünkü çağın önünde gidenler, arkalarında sürekli iz bırakırlar. Geriden gelenler ise, bu iz üzerine yol alır ve kendilerini buna göre dönüştürürler. Bu dönüşüm, haliyle özgün olmamakta ve terkibi bir bağlam dâhilinde kısır bir döngü içerisinde devam eder.
(İnzar Dergisi – Ağustos 2014)