Çözüm Sürecinin Parametreleri
7 Şubat’ta Diyarbakır’da Liberal Düşünce Topluluğu tarafından düzenlenen barış-çözüm süreci üzerine çalıştayda Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku hocası Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem de bir tebliğ sundu. Erdem çok derli toplu bildirisinde çözüm sürecinin ana alanlarını ve bu alanlarda yapılması gerekenleri sıraladı.
Erdem’e göre negatif barış, yani çatışmasızlık tesis edilmiş hâlde. Bunun aktif barışa, yani kalıcı çözüme dönüştürülmesi lâzım. Bunun için yapılması gerekenler üç başlık altında toplanabilir: 1) Siyasî temsil, 2) Kültürel kimlik hakları, 3) Siyasî adım, yani özerklik veya özyönetim.
Siyasî temsil açısından sıkıntılar var. En başta geleni parti kapatmaları. Her ne kadar yargıda dengelerin ve kompozisyonun değişmesi bu alandaki sıkıntıları hafifletmiş ise de, durum değişirse partiler yine kapatılabilir. Bunun önüne geçmek için Anayasanın 68 ve 69. maddeleri ile Siyasî Partiler Kanunu’nun değişmesi lâzım. Seçim barajı da siyasî temsil açısından sıkıntılar doğuruyor. Ya kaldırılması veya daha makul bir seviyeye çekilmesi gerekli.
Kültür ve kimlik hakları alanında atılması gereken adımlar önemli. Anayasa dinî, etnik, ideolojik referanslara sahip ve Türk kimliğine vurgu yapıyor. Türk kelimesi Anayasa metninde 54 kere, dibacede 10 kere geçiyor. Anayasa etnik ve dinî referanslardan arındırılmalı. İdeolojik referanslar olan Atatürk ilkeleri, Atatürk milliyetçiliği, Atatürkçü düşünce çoğulluğa engel. Demokrasi dinsel ve dilsel çoğulluğa imkân veren sistemdir. Kemalistlerin tekrar iktidar olması hâlinde şimdi yaşanan kısmî çoğulluk da ortadan kaldırılacaktır. Bunun önlenmesi için Anayasanın başlangıcında ve ilk 7 maddede yer alan referansların kaldırılması icap ediyor.
Vatandaşlık tanımı da aynı şekilde problmli. 64. madde değiştirilmeli. Her ne kadar Türk kelimesinin vatandaşlık bağını ifade ettiği söyleniyorsa da fiilî durum öyle değil. Türk devleti ibaresi de atfın etnik olduğunu gösteriyor. Ayrıca, mevzuat hükümleri, mahkeme kararları, kurucu babaların açıklamaları ve idarî pratik de bunu doğruluyor.
Türklük vatandaşlığa değil etnik kimliğe işaret eden bir terim. Kimlik hakları garanti altına alınmalı. Bu, genel bir koruyucu madde ile yapılabilir. İnsanların ana dillerinde düşüncelerini açıklamaları, yayın yapmaları, eğitim görmeleri ve kamu hizmeti almaları sağlanmalı.
En zor olanı, özerklik-özyönetim meselesi. Temsilin önünün açılması ve kültür ve kimlik haklarının garanti altına alınması çözüme yetmeyecektir. Tarihsel hafıza var. Kürt toplumunda, Türkler tarafından çok kandırıldık, duygusu hâkim. Güvence arayışı yoğun ve kazanımların korunabilmesi için özerkliğe ihtiyaç duyuluyor. Kürt toplumunda birçok kişi üniter devlete karşı. Ancak, bu konuda Kürtler arasında tam bir mutabakat yok. Bazı Kürtler PKK’nın etkin olacağı bir özerklikten korkuyor. Bu korku Türklerde ve Araplarda da var. Bu yüzden, kısa vadede özerklik sorununu çözmek zor.
Orta vadede neler yapılabilir? Yeni anayasada idarî vesayete yer verilmeyebilir. Yerel yönetimler reformunu mümkün kılacak bir madde Anayasaya eklenebilir. Anayasa güçlü idarî özerkliği öngörebilir. 1921 Anayasası bu bakımdan çok daha iyiydi, 13 maddesinde özerklik vurgulanmaktaydı. İllere ve nahiyelere özerklik tanınmıştı. Bu belki de zamanın şartlarının gerektirdiği bir taktikti. Milli Mücadele’de birlik sağlamak için mahallî unsurları etkilemek gerekmekteydi. Bu maddeler hayata aktarılmadı ama var olmaları bile kendi başına bir ileri adımdı.
Erdem’in konuşması yoğun tartışmalara yol açtı. Bazı katılımcılar sert bir pozisyon alarak tarihî haksızlıkların telafisini talep eti. Hatta bir katılımcı Kürtçenin Türk öğrencilere resmi ders olarak “dayatılmasını” istedi. Ben buna verdiğim cevapta bunun yanlış olduğunu, ilkesel olarak devletin eğitimden elini çekip eğitimi topluma iade etmesinin daha doğru olacağını söyledim. Böyle bir uygulamanın Türklerin Kürtlerden nefret etmesine yol açacağını da ekledim. Bir başka konuşmacı, meselenin artık insan hakları ve demokrasi meselesi olmadığını, o boyutu çoktan aştığını ve egemenlikle ilgili siyasî bir meseleye dönüştüğünü söyledi. Uluslararası boyut kazandığına da dikkat çekti. Birkaç katılımcı, benim de paylaştığım ve yıllar önce açıkladığım bir düşünceyle, Türkiye devleti çözümü geciktirdikçe çözüme varılabilecek çıtanın yükseldiğini belirtti.
Açık söylemek gerekirse, Diyarbakır’dan bilgilerimi tazeleyerek, genişleterek ve havayı koklamış olarak ayrıldım. En kısa zamanda tekrar bölgeye gitme arzusundayım. Bunu Kürt sorunuyla ilgilenen ve ayakları yere basan, yani sağlam bilgiye dayalı tahliller yapmak isteyen herkese tavsiye ederim
(Yeni Şafak)