Mağrur Fakat Mağlup
Bismihi Teâlâ
Fabrikanın önüne vaktinden evvel gelmişti. Saatine baktı. Mesai bitimine on dakika vardı. Erken olmasına rağmen iş yerini terk eden tek tük işçi de yok değildi. Arkadaşı Salih’in bir an evvel çıkış kapısında görünmesini arzuluyor ve nasıl bir tepki ile karşılaşacağını bilmiyordu. Ya reddederse? Ya “veremem benim de paraya ihtiyacım var; biliyorsun benim de aldığım belli verdiğim belli” diye nazikçe ve haklı sebeplerle olmazı söylerse? Netice de Salih de bir fabrika işçisiydi. Bu düşüncelerle boğuşurken Salih ile göz göze geldi. Gülümsüyordu Salih, güleç yüzlü bir adamdı.
“Merhaba Muhittin, hoş geldin.”
“Merhaba Salih, kusura bakma seni de rahatsız ettim.”
“Tevbe estağfurullah, ne rahatsızlığı be abicim.”
“Garibanın kaderi işte, şimdi küçük bir hatanın maliyeti altında kıvranıyorum. Biliyorum sana da yük oluyorum.”
“Hallederiz abi sıkma canını. İyi de sen bu işte niye ısrarcısın? Bak bu kaçıncı zulmü patronunun. Ayrıl bu işten, sana ekmek mi yok?”
“Ayrılamam Salih, Hüseyin’in durumunu biliyorsun her şeye onun için katlanıyorum. Onun sağlık giderleri ve tedavisi için. Bu zamanda sigortalı iş bulmak kolay mı sanıyorsun? Bu yaştan sonra bana kim sigortalı iş verir söylesene?”
“Sen de haklısın dostum, şimdi üzerimde yüz TL var, geriye kalan iki yüzü de sana yarın sabah getiririm. Hem Hüseyin’i de görmüş olurum. Durumu nasıl?”
“Nasıl olsun, hastanede büyüyor. Doktorlar ‘gelişme var’ diyor, hayırlısı bakalım. Elimizden geleni yapıyoruz.”
“Allah’tan ümit kesilmez dostum. Sen inançlı birisin. Allah bir selamet kapısı açacaktır Hüseyin’imize.”
“İnşallah Salih inşallah…”
…
Patronu onunla çok fazla yüz yüze gelmek istemiyordu. Üç yüz lira tazminatı öderken patronu çok bozulmuştu. Ödemesini beklemiyordu. Ama insan onurunun parasal değerini hiç hesaplamamıştır diye o sadece eşyanın değerini ölçmüştü şimdiye kadar. İnsanları alabildikleriyle ölçüyordu. Bir insan, alabildiği kadar değer sahibiydi. “O dolabın bana maliyetini biliyor musun?” derken minnet altında ezmek istiyordu. Yaşına, emeğine, alın terine hiçbir şeye teveccühü yoktu. Kim bilir muhtemelen ana bayiye ödettirecekti hasarı. Ama o kadar ağır laf söyledi ki “hasarı ben üstlenirim” demek zorunda hissetmişti. Üç yüz lirayı duyunca şok olmuştu. Ama ödemişti de. Ve öderken patronun elleri titremiş, kızarmıştı. “Bundan sonra daha dikkatli ol” diyerek rahatlamıştı. Vicdan basit bir bahane ile kendine nasıl çıkış bulabiliyordu, bilmiyordu. Buzdolabının yeni kapağı gelinceye dek on defa aramıştı müşteri. Her seferinde patronu elinde telsiz telefon konuşurken kendine doğru geliyor, mahsusen konuşulanları duymasını sağlıyordu. Parasını ödemişti, hala niye başına kakılıyordu ki. Bu kapak gelene dek sürdü.
…
Sırtında yük ile dördüncü kata tırmanışı ilk değildi. Bundan on gün evvel de yine buradaydı. Yükü şimdikinden daha ağırdı. Yeni buzdolabını sahibine teslim ediyordu. Beklenmedik bir anda nefesi kesilmişti ve tam üçüncü katta iken buzdolabının kapağı tırabzanın köşesine değmişti. Bunu hissetmiş ama duraksamadan buzdolabını dördüncü kata çıkarmıştı. Neler olduğunu buzdolabının sahibi ile birlikte öğrenmek istiyordu. Belki de hiç görünmeyecek bir sıyrıktır diye geçirmişti içinden. Ambalajında ki ufak bir yırtığı görünce “önemsenecek bir şey değildir” diye umut etmişti. Mal sahibinden özür diler ve izah ederim diye umudunu sımsıkı tutmuştu yüreğinde. Eğer mal sahibi olay çıkarırsa fatura kendisine kesilecekti bunun farkındaydı. Bundan önce de yeni alınan bir bulaşık makinesini mal sahibine götürürken açlıktan başı dönmüş ve makineyi merdivenin uygunsuz bir yerinde yere bırakmak zorunda kaldığında eşya hasar görmüş ve bu üç günlük yevmiyesine mal olmuştu. Hüseyin’in doktor randevusu vardı. Ve bulaşık makinesini teslim eder etmez eve gidip Hüseyin’i hastaneye götürmek zorunda idi. Yemek yemeye vakti yoktu.
Bu iş yorgun ruhunu ve bedenini iyiden iyiye zorlamaya başlamıştı. Bu düşüncelerle boğuşurken mal sahibinin kendinden emin ve mağrur sesi ile irkilmişti. Mal sahibi Feridun Bey ile aralarında geçen konuşmalar, adamın kibirli tavrı, kendisini aşağılar tondaki sesi hala kulaklarındaydı. Hayatın derdi, kederi belini bükmüşse de güçsüz bir adam değildi. Başka bir ortamda biri kendisine bunu yapsa “çekil şuradan” diye pervasızca itelese… O eli kırmasını bilirdi de… Ah hayat ah… Mecburdu işte.
“Ne bekliyorsun yahu? Getir, getir bu tarafa. Dikkat et hanımdan azar işitmeyelim çok pimpiriklidir bizim hatun. Aman ha!”
“Gelirken ufak bir kaza oldu Bey Efendi, nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama kapakta ufak bir darbe oluştu gibi.”
“Ne? Ne dedin sen? Darbe mi? Hani nerde?”
“Kapakta ama mühim değil çok ufak bir sıyrık, dikkatli bakılmazsa görünmez bile.”
“Sen ne diyorsun be adam? Çıkar şu ambalajı haydi… Çekil bakim şuradan, yuh bu ne yav! Hemen firmayı arıyorum. Bu rezaleti bana izah edecekler. Bir sürü para saydım ben bu buzdolabına. Derhal yeni kapak isteyeceğim.”
Ve istedi de. Kendilerinden biraz anlayış beklemişti, sonuçta çok basit bir hasardı. Ama asla anlamazlardı. Aslında artık kimse kimseyi anlamak istemiyordu. Baba oğuldan, kardeş kardeşten uzaklaşmış, herkes kendi acısını tek başına yaşıyordu. Toplum sanki bir cinnet halini yaşıyordu. Geçerli tek akçe meta olmuştu. Pulsuz birini kimse adam yerine koymuyordu. Salih aklına geldi, kardeşten de yakındı kendisine ve arkadaşları. Onlarla tanıştıktan sonra dünyaya karşı tekrar umutlanmıştı. Bu düşüncelerle boğuşurken kapı açıldı. Bu kez kapıyı açan Feridun Bey’in eşiydi. Zaten sırtında yük vardı, gayri ihtiyari başını öne eğdi. Kendisini sözlerle değil de bakışlarla aşağılayan evin hanımın buyur dahi etmemesine aldırmadan sırtındaki buzdolabı kapağı ile içeri girdi. Artık mutfağın yönünü biliyordu.
“Feridun, kapak geldi hayatım.”
“Getirsin getirsin, aşağı inemem şimdi.”
Dolabın kapağını yere koyar koymaz selam verdi, alınmasını beklemiyordu.
“Tak bakalım, hadi işine bak.”
“Bu yumurtaları nereye bırakayım?”
“Tezgâhın üzerine bırak, hanım onları unutmuş olmalı. Sakın onları da düşürüp kırma sakarlığın tescillendi senin. Kahretsin sütuna mı denk geldi nedir? Çivi eğrildi. Tezgâhın üzerindeki küçük poşette duvar çivileri olacak bana uzatıver inmeyeyim şimdi. Bir kapağın gelmesi on gün sürdü, nasıl bir firmaysa artık...”
O söylendi, kendisi işine baktı. Kapağı sökerken oluşan küçücük sıyrık içini acıttı. Kaç ekmek parası diye düşündü. Çöpe atılır herhalde diye içinden geçirdi. Koca kapak bir işe de yaramaz ki şimdi. Ama kendi malıydı. Para saymıştı ona.
“Beyefendi benim işim bitti, yeni kapağınız takıldı, şurayı imzalarsanız ben gideyim artık.”
“Bekle iki dakika bitiyor işim.”
Feridun Bey elindeki çekiçle merdivenlerden aşağı iniyordu ki olanlar oldu. Çekiç Feridun Bey’den evvel aşağıya indi. İnmek değil de düşmek diyebiliriz. Ayağı kayan Feridun Bey kendisi ile çekiç arasında bir seçim yapmak zorunda kalmış ve çekici elinden bırakıp merdivene sarılmıştı. Çekiç yere düşmeden evvel yeni alınan buzdolabı kapağına değerek büyük bir gürültü çıkardı. Çıkardığı ses eşini de panikletmişti. Birden başuçlarında belirivermişti.
“Ne oldu Feridun Bey?”
“Yok bir şey hatun, merdivenden inerken sendeledim çekiç elimden düşerek kapağa değdi.”
“Feridun sana inanamıyorum, kapak eskisinden beter olmuş.”
“Hallederiz hayatım panik yapma, eski kapaktaki darbe pek görünmüyordu zaten, onu takarız yine.”
Pek değil neredeyse hiç görünmüyordu. Geçen gelişinde kalbi buruk ayrılmıştı bu evden. Gururunu fena halde incitmişlerdi. Basit ama çok basit bir kusuru dev gibi büyütmüşlerdi. Sonrası malum üç yüz lira ödemişti. Anlayışsızlığı, vurdumduymazlığı, karşıdakini küçümsemeyi, mevkie göre değer vermeyi hayatın gereklilikleri olarak biliyorlardı bunlar.
“Beyefendi kusura bakma ama ben size kapağınızı kusursuz olarak getirdim ve taktım. Benim işim bitti.”
“Ne demek işim bitti benim, sen ne yapacaksın bu kapağı? Adamın tepesini attırma da tak şu eski kapağı.”
“Takamam efendim, ben bu kapağa üç yüz TL ödedim ve benim oldu.”
“Hanım telefonumu getir salondan, firma sahibini arıyayım bu adama haddini bildirsin.”
“Alo ben Feridun. Ya kusura bakmayın sizi de meşgul ediyorum. Şu kapak meselesi vardı ya.”
…
“Takıldı takılmasına da ufak bir kaza oldu.”
…
“Yok, yok bu sefer sakarlığı ben yaptım. Duvara çivi çakarken çekiç elimden düştü ve yeni kapak darbe aldı, fena oldu. İşçinize eski kapağı tak diyorum inat ediyor, kapak benim diyor yahu, ne demek benim?”
Ufak bir kaza… Bu sözü bir yerden hatırlıyordu Muhittin. Daha evvel ki ufak kazayı kendisi yapmıştı. Dikkatli bakılmazsa nerdeyse görünmeyecek kadar bir çizik için onca hakaret işitmiş, günlerce sıkıntı çekmişti. Bu kapağın derdi rüyalarına dahi girmiş, kâbusu olmuştu adeta. Kapakta büyük bir darbe olsaydı anlayacaktı mal sahibini. Doğruyu söylemeseydi ve merdivendeki kazayı gizleseydi işini yapıp parasını alacaktı. Büyük ihtimal bu Feridun Bey kapaktaki ufak çiziği görmeden bu evden gidecekti. Belki çiziği sonradan fark edeceklerdi ve çocukların yapmış olması yönünde karar vereceklerdi. Bunu yapamazdı Salih. Çok mu zordu insanoğlunun birbiri ile anlaşması, meramını anlatması? Feridun Bey gözlerine baksaydı anlayacaktı, içindeki sesleri susturmak istiyordu zira biraz daha kendisiyle konuşursa şuracıkta ağlayacaktı.
“Konuşun da laf anlayacağını sanmıyorum işçinizin.”
Son sözler kendisi hakkındaydı. Görünen o ki kendisinden bahsediyorlardı. Ama patronuna da minneti yoktu. Telefon kendisine uzatıldığında ikna olmayacağım diye kendisiyle konuşuyordu.
“Muhittin, Feridun Bey değerli bir müşterimizdir, gönlünü kazanalım, onu kaybetmeyelim. Eski kapağı yeniden taksan?”
O değerli müşteriniz ve hatırı var, gönlü var, ya benim gönlüm. Paran kadar mı adamlığın olmalı dünyada? İşçiyim ve muhtacım diye benim değerim yok mu? Ben günlerdir bu kapağın parasını çıkarmak, borcumu ödemek için bedava çalışıyorum… İçinden geçenler bunlardı ama patrona söylemedi. Meramını, burukluğunu anlatsa da anlamazdı muhatabı. Paraya endeksliydi patronunun duygu dünyası. Susmayı yeğledi.
Muhittin’in suskunluğu, kelimelerden daha etkin olmuştu patronu için. Sessizlik nehrine dökülen, çağladıkça coşan bir şelaleydi haksızlık karşısında yutkunuşu…
Feridun Bey telefonu hışımla aldı Muhittin’in elinden;
“Ne haddini bilmez işçiniz var…”
“Feridun Bey eski kapağı takıp takmama hususunda inisiyatif işçimize ait üzgünüm. Eski hasarı ona ödettirdik de…”
(Nisanur Dergisi)