Bir garip coğrafyada unutulmuş değerlerimizin ihyası
Dünyanın en ücra köşelerinden biri olarak yokluklar ülkesi Guyana; ilginçtir meşhur “Amazon Ormanları”nı bünyesinde, topraklarında barındırıyor.
Orman ürünleri açısından zengin bir ülke! Etrafı denizle çevrili olduğundan, tüm sahilleri balıkçılık iyi bir alternatif gelir kaynağı.
Ayrıca şeker, pirinç ve muz ihraç eden tarımsal potansiyeli yüksek bir ülke. Bu kadar mümbit arazi ve verimli topraklarda su, hava, güneş ve işgücünün hepsi var ama bunları değerlendirebilecek bir yapı yok. Demir çelik üretimini ve zengin maden yataklarını saymıyorum bile.
Her ne kadar sefalet içindeki Afrika ülkeleri ile aynı kaderi yaşıyor olsa da Guyana’yı Gana, Somali, Nijerya gibi herhangi bir Afrika ülkesiyle mukayese etmek mümkün değil. Çünkü oralarda ne toprak, ne su, ne de üretim için yeterli diğer imkânlar var. Burada un, su, şeker, usta var, maya/akıl yetersiz. Bu insanlara bir öncü rol üstlenip, yol gösteren birilerinin olması gerekiyor.
***
Eğitim imkânları yeterli denilemez. Guyana’da topu topu bir tane üniversite var. Gayri Müslim ülkede yaşayan Müslümanlar azınlıkta olduğu için yeterli derecede eğitim alamamaktalar. Dolayısıyla sahip oldukları eğitim ve kültüre bağlı olarak da “ikinci sınıf vatandaş” olarak yaşamaya mahkûm durumdalar.
Büyük çoğunluğu Müslüman bir ülke mensubu olarak bizlerin onlara yapacağı çok yardımın olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Ya peki bizim de onlardan alacağımız ve öğreneceğimiz pek çok şey var desem inanır mısınız
Guyana’lı Müslümanlar, dini yaşam noktasında motivasyonu yüksek bir yapıda olup –ritüel demeyelim- değerlerimize üst düzey alaka göstermekteler.
Sadece onların dini yaşantılarındaki bazı örnekleri aktarırsak hak vereceğinize inanıyorum.
“Hatimle teravih” mesela. Çoğunluğu Müslüman olan ülkemizde hatimle bir kez dahi olsa teravih namazı kılmış olan oranımız en iyi ihtimalle yüzde kaçtır acaba Guyana’da ise durum çok farklı.
Başkent Georgetown’da en büyük camilerde bile teravih namazı, hatimle kılınıyor. Normal bir şekilde takriben 1.5 saat sürüyor.
İftar vakti bereketi iyi anlaşılmış ve ruhu kavranmış. Ülkemizde insanlar iftarda birbirini ağırlama derdinde ve iftar vakti akşam namazlarında camiler metruk vaziyette. Burada tam aksi bir durum söz konusu.
Camiler Hz. Peygamberimiz dönemindeki gibi pek çok farklı fonksiyonu icra ediyor. Camiler sadece namaz kılma yeri olarak görülmüyor. Ana mekân olarak üst kat namaz kılma yeri, alt kat da iftar ve sohbet gibi etkinliklerin yapılacağı yerler olarak tasarlanmış. Bahçelerinde oturma alanları var. Hatta cami müştemilatında davet, düğün ve iftarlar için yemek pişirme odaları/mutfak dahi var.
Bazı bölümleri çocuklara ayrılmış olan camilerde, çocuklar oyunlarını oynuyor. Bizim hâlâ yerleştiremediğimiz anlayış olan “camide koşup gürültü yapan çocuklar”dan kimse rahatsız olmuyor. Yeter ki “camide olsunlar” isteniyor.
Camiler en fazla akşam namazında doluyor. Çünkü insanlar iftarlarını camide açıyorlar. İmkân sahibi Müslümanlar, iftar davetini otellerde, lokantalarda değil; camilerde veriyor. Zengin-fakir herkes aile boyu camilerde toplanıyor ve tüm mahalle hep birlikte iftara katılıyor.
Davet sahibi de özel olarak iftara davet ettiği çevresiyle birlikte katılıyor. Bu örneğin ülkemizde de yaygınlaşmasını çok isterim.
***
Ülkede din eğitimi noktasında ciddi ihtiyaçlar var. İmkânlar kısıtlı, ilim adamı ve ilim yuvaları yetersiz hatta yok denecek bir seviyede. Ülkede Müslümanların liderliğini yapan 1981 doğumlu Abdul Âlim adında genç bir kardeşimiz var. 11 yıl Suriye’de eğitim görmüş, Suriye’deki savaşın başlamasıyla ülkesine dönmüş, ülkesinde en büyük İslami kişilik konumunda. Temennimiz o ki onun gibilerin sayısı artsın, binler milyonları bulsun.
Ülkenin kültürel, sosyal ve dini bilimler konusunda yetersiz olduğunu, dini eğitim alacakları yerleri yok. Burada kendimize dönerek, elimizdeki nimetlerin kıymetini bilme ve değerlendirme dersini çıkarmamız gerekiyor.
İşte dünyanın bir köşesinde bilinmeyen Müslümanların kısa bir hayat hikâyesi. Maalesef Güney Amerika’da azınlıkta olan bu kardeşlerimizin batı sömürgesinde yaşadıkları başka yerlerde duyulmuyor ve de bilinmiyor.
Fakr-ü zaruret hallerini bir örnekle izah edelim. Altı yaşındaki çocuğunun beyninde ur olan bir kardeşimiz tedavi için yardım istedi. “Burada tedavi imkânı yok mu” dediğimizde, bu ülkede olmadığını, 7-8 saat uçuşla Amerika’ya veya Londra’ya gidilebileceğini, ama bunun da imkânsız olduğunu söylediler. Sebep maddi imkânsızlıklardan öte Müslüman oldukları için vize verilmiyor olması!
Sonuç olarak sadece bildiğimiz klasik yerlerdeki Müslümanların sıkıntılarından öte dünyanın en ücra köşelerinde de bizleri gözleyen kardeşlerimiz oluğunu hatırdan çıkarmayalım. Meselenin koltuk yarışı değil; ümmetin yarasına merhem olma ve yeni adil bir dünya kurma davası olduğunu bilelim.
(Milli Gazete)