Dört Kadın İki Yol
“Bizi buraya eriştiren Allah’a hamd olsun. Allah bizi doğru yola iletmeseydi biz doğru yolu bulamazdık.” ( A’raf / 7)
Bir insanın doğumundan önce daha ilk varlık perdesine bürünmesinden, ölümüne kadar hatta ölümünden sonra tekrar o perdeyle dirilişi ve varacağı son akıbetine kadar her merhale, çok net bir şekilde Kur’an’ı Mübin’de anlatılmıştır. Ve bu merhalelerin özellikle dünyadaki boyutu ele alınmış, ahiret boyutu buradaki gidişata göre sonlandırılmıştır. İşte bütün bunlar Ümmet-i Muhammed’e bir yol gösterici, bir kılavuz olması için darb-ı mesel olarak Yüce Kitap’ta Yüce Yaratı’cının hitabıyla izah edilmiştir.
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, hiç yoktan var ettiği bu dünyada yaşam haklarını eşit verip emir ve yasakları karşısında muhayyer bıraktığı insanları tercih haklarına göre iki zümreye ayırmıştır; iman edenler ve küfredenler…
Tahrim Suresi’nin 10, 11 ve 12. ayetlerinde Rabbimiz dört kadından bahsediyor ve bu kadınları iki kısma ayırarak dikkatleri bu ayetlere çekiyor. Bu ayeti kerimeleri incelememizi ve içeriğindeki inceliklere vakıf olmamızı istiyor.
Ayeti kerime şu şekilde başlıyor;
“Allah inkâr edenlere Nuh’un karısı ve Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi iki salih kullarımızın nikâhındayken onlara hainlik ettiler.”
Allah-u Teâlâ din konusunda ayrılığa giren kimselere, arada akrabalık ve yakınlık ne derecede olursa olsun birbirlerine inkârlarında bir zarar veremedikleri gibi imanlarında da bir fayda veremeyeceklerinin mesajını vermektedir. Allah Resulü (SAV)’nün bir hırsızlık olayında “Muhammed’in kızı Fatıma dahi olsa eli kesilecek” diye buyurması da bunun böyle olduğunu gösteriyor. Kalbimizde barındırdığımız imanın derecesi ve bunun neticesi olan amellerimiz nasıl olursa olsun bizden başkasını kurtarmayacağı gibi bizim kalbimizi aydınlatmayan iman, bizlerin bil fiil yapmadığımız güzel ameller de bir başkasında bulunmakla bizlere hiçbir fayda vermez ve bizlerin müstahak olacağı azaptan da hiçbir şeyi savamaz.
Hz. Nuh (AS)`un küfürde inat eden karısı da boğulanlar arasındaydı. Çünkü o da, Hz. Lût (AS)’un karısı gibi kocasının peygamberliğini kabul etmemişti. Bu iki kadın, peygamber hanımı olsalar da, kocalarına iman etmedikleri için kâfirlerle birlikte azaba çarptırıldılar. Peygamber hanımı olmaları, küfürleri yüzünden onlara hiç bir kazanç sağlamadı. Onların bu durumu, son derece dikkat çekici bir tablodur. Zira onlar, dünya ve ahiret saadetini kazanmaya çok müsait bir mevkide bulunuyorlardı. Bir peygamberin hanımı veya oğlu olmak, onu en yakından tanımayı ve o mükemmel insana inanmayı şüphesiz kolaylaştırıyordu. Ancak buna rağmen onlar küfür üzere kaldılar.
Şüphesiz ki kalbe yerleşen iman olmadıkça, iyi kişilere hatta peygamberlere yakınlık, Allah`ın azabından kurtulma hususunda hiç bir fayda sağlayamaz. Akrabalık da bu acı sonucu değiştiremez.
Bu örneklerden anlaşıldığı gibi asıl olan imandır. Ne ömrünü Allah davası için sıkıntı ve eziyetlerle tüketen bir baba, ne mücadele ve sebatla hayatını Rabbe adanmışlıkla sürdüren bir eş ve ne de imanı zirveye ulaşmış, gençliğini Allah’a adayıp dünyanın aldatıcı yüzünden vazgeçmiş bir evlat… Bizi kurtaracak olan beraberce imanın zirvesine ulaşmak, bu uğurda birlikte mücadele etmek ve karanlık dünyada yolunu kaybetmiş insanları imanın nuruyla aydınlatmaktır…
Ayet-i kerimenin “…Bu durumda (kocaları), kendilerine Allah’tan gelen hiçbir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de, ‘Ateşe girenlerle birlikte sizde girin’ denildi” diye sonlandırılmış olmasından anlıyoruz ki; kocalarının yani Hz. Nuh ve Hz. Lût’un Allah nezdinde üstün değerlerine rağmen eşlerini Allah`ın azabından hiç bir şekilde uzaklaştıramamıştır. Ve rabbimiz ayetin yönünü değiştirerek şu şekilde devam etmektedir:
“Allah iman eden kimseler için Firavunun karısını misal getirdi…” (Tahrim / 11)
Kimdir Firavunun karısı? Nasıl bir iman ve samimiyet silahı ile kuşanmış ki; Rabbimiz bir kadın olarak onu erkek/kadın her iman sahibine örnek olarak işaret edip rızaya ermiş bir kul olduğunu ima etmektedir?
Hz. Asiye`nin soy olarak mensup olduğu kavim hakkında ihtilaf olmakla beraber İsrail oğullarından olduğu söylenmiştir. Hz. Asiye, samimi ve imanında sebatlı bir kadın idi. İbadet vakti geldiği zaman bir bahane bulur, odasına çekilir ve orada Allah`a ibadetini gizlice yapardı. Hz. Asiye`nin iman ve ibadetini gizlemesi uzun süre devam etmiş ta ki Firavun bir kadını idam ettirinceye kadar…
Asiye, sarayın penceresinden olup bitenleri gözlüyor, bu Müslüman kadının nasıl öldürüldüğünü dehşetle takip ediyordu. Yapılan zulmün gölgesinde kalamayan Asiye validemiz firavunun yaptıklarına karşı “Şunu bil ki ben; senin de benim de âlemlerin de Rabbi olan Allah`a iman ettim” diye haykırıyordu. Firavun Asiye`ye: “Ya Musa`nın ilahına küfreder, onu tanımazsın ya da işkenceler altında can verirsin” deyince, annesi Asiye’ye yaklaşır ve Firavun’un dediğini yapması için ikna etmeye çalışır. Fakat Asiye diretir ve “Anne! Eğer istediğin şey benim Allah`a karşı gelmem ve O`na küfretmem ise bu asla olmaz” der. Eşinin kesin kararını duyan ve deliye dönen Firavun’un emri ile asil kadın işkencelerle şehid edilir.
“…Hani demişti ki, Rabbim! Bana kendi katında cennette bir ev yap, beni Firavundan ve onun (çirkin) işlerinden kurtar ve beni zalimler topluluğundan da kurtar!” (Tahrim / 11)
Asiye, bu niyazı ile ruhunu Allah yolunda iman ile teslim edip bu sayede Rabbinin arşına en yakın bulunan Sidre-i Münteha`nın yanında, Cennetu`l-Me`va`da kendisine ebedi bir istirahat gâh inşasını istemişti.
İnkârcılara verilen ikinci misal gibi iman edenlere de ikinci bir misal geliyor. Ve bu öyle bir misal ki onun misli gibi bir kadın şahsiyet -kendi zamanında- yeryüzünü şereflendirmedi…
“İffetini korumuş olan İmran’ın kızı Meryem’i de (Allah müminler için bir misal getirdi). Derken biz ona kendi ruhumuzdan üfledik” (Meryem) Rabbinin sözlerini (şeriatını) ve peygamberlerle gönderdiği kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrim / 12)
Bize örnek olarak gönderilen şahsiyetlere baktığımızda; kadın veya erkek, karşılaşmış oldukları sıkıntı ve eziyetlerin yanında Rabbe olan bağlılıkları öyle bir dereceye ulaşmış ki O’nunla aralarına giren bütün zincirleri koparmış ve sinelerindeki imanın lavları masivayı yakıp kül ederek muhabbet ve aşkın özünü sadeleştirmiştir. Ve bu hakiki iman dillerine “İlâhî ente maksûdî ve rıdàke matlûbî” (Yâ Rabbi, benim hedefim, muradım, maksûdum sensin! Yâ Rabbi, benim bütün talep ettiğim, istediğim şey, senin rızana ermek; Sen benden razı ol diye, onu istiyorum!) namesini vird eylemiştir.
Bir de kendi dünyamıza döndüğümüzde; en kıymetli zamanlar boşa tüketilirken, mekruhlar küçük günahlara, küçükler büyüklere akarken artık ibadetler vicdan rahatlaması için iktiza edilir. Gaflete ne kadar dalmış isen yaptığın amelin bir o kadar gözünde büyür; Peygamberlerle saf tutmayı bekleyecek kadar büyür üstelik o günün şükrünü gerektiren birkaç ibadet. Adına sevgi adına muhabbet dediğimiz itaatimiz Meryem’in mahcubiyetini, Asiye’nin feragatini yaşatmaz bize…
Rabbim cehd ve gayretleriyle geleceğini aydınlatabilen ve isimleri Kur’an’a nakşedilmiş örnek şahsiyetlerin her birinden, yolumuzu aydınlatacak bir ışıkla istifade edebilmeyi nasip etsin. (Âmin)
Esra Sivi / Nisanur Dergisi - Ağustos 2014 (33. Sayı)
Bir insanın doğumundan önce daha ilk varlık perdesine bürünmesinden, ölümüne kadar hatta ölümünden sonra tekrar o perdeyle dirilişi ve varacağı son akıbetine kadar her merhale, çok net bir şekilde Kur’an’ı Mübin’de anlatılmıştır. Ve bu merhalelerin özellikle dünyadaki boyutu ele alınmış, ahiret boyutu buradaki gidişata göre sonlandırılmıştır. İşte bütün bunlar Ümmet-i Muhammed’e bir yol gösterici, bir kılavuz olması için darb-ı mesel olarak Yüce Kitap’ta Yüce Yaratı’cının hitabıyla izah edilmiştir.
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, hiç yoktan var ettiği bu dünyada yaşam haklarını eşit verip emir ve yasakları karşısında muhayyer bıraktığı insanları tercih haklarına göre iki zümreye ayırmıştır; iman edenler ve küfredenler…
Tahrim Suresi’nin 10, 11 ve 12. ayetlerinde Rabbimiz dört kadından bahsediyor ve bu kadınları iki kısma ayırarak dikkatleri bu ayetlere çekiyor. Bu ayeti kerimeleri incelememizi ve içeriğindeki inceliklere vakıf olmamızı istiyor.
Ayeti kerime şu şekilde başlıyor;
“Allah inkâr edenlere Nuh’un karısı ve Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi iki salih kullarımızın nikâhındayken onlara hainlik ettiler.”
Allah-u Teâlâ din konusunda ayrılığa giren kimselere, arada akrabalık ve yakınlık ne derecede olursa olsun birbirlerine inkârlarında bir zarar veremedikleri gibi imanlarında da bir fayda veremeyeceklerinin mesajını vermektedir. Allah Resulü (SAV)’nün bir hırsızlık olayında “Muhammed’in kızı Fatıma dahi olsa eli kesilecek” diye buyurması da bunun böyle olduğunu gösteriyor. Kalbimizde barındırdığımız imanın derecesi ve bunun neticesi olan amellerimiz nasıl olursa olsun bizden başkasını kurtarmayacağı gibi bizim kalbimizi aydınlatmayan iman, bizlerin bil fiil yapmadığımız güzel ameller de bir başkasında bulunmakla bizlere hiçbir fayda vermez ve bizlerin müstahak olacağı azaptan da hiçbir şeyi savamaz.
Hz. Nuh (AS)`un küfürde inat eden karısı da boğulanlar arasındaydı. Çünkü o da, Hz. Lût (AS)’un karısı gibi kocasının peygamberliğini kabul etmemişti. Bu iki kadın, peygamber hanımı olsalar da, kocalarına iman etmedikleri için kâfirlerle birlikte azaba çarptırıldılar. Peygamber hanımı olmaları, küfürleri yüzünden onlara hiç bir kazanç sağlamadı. Onların bu durumu, son derece dikkat çekici bir tablodur. Zira onlar, dünya ve ahiret saadetini kazanmaya çok müsait bir mevkide bulunuyorlardı. Bir peygamberin hanımı veya oğlu olmak, onu en yakından tanımayı ve o mükemmel insana inanmayı şüphesiz kolaylaştırıyordu. Ancak buna rağmen onlar küfür üzere kaldılar.
Şüphesiz ki kalbe yerleşen iman olmadıkça, iyi kişilere hatta peygamberlere yakınlık, Allah`ın azabından kurtulma hususunda hiç bir fayda sağlayamaz. Akrabalık da bu acı sonucu değiştiremez.
Bu örneklerden anlaşıldığı gibi asıl olan imandır. Ne ömrünü Allah davası için sıkıntı ve eziyetlerle tüketen bir baba, ne mücadele ve sebatla hayatını Rabbe adanmışlıkla sürdüren bir eş ve ne de imanı zirveye ulaşmış, gençliğini Allah’a adayıp dünyanın aldatıcı yüzünden vazgeçmiş bir evlat… Bizi kurtaracak olan beraberce imanın zirvesine ulaşmak, bu uğurda birlikte mücadele etmek ve karanlık dünyada yolunu kaybetmiş insanları imanın nuruyla aydınlatmaktır…
Ayet-i kerimenin “…Bu durumda (kocaları), kendilerine Allah’tan gelen hiçbir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de, ‘Ateşe girenlerle birlikte sizde girin’ denildi” diye sonlandırılmış olmasından anlıyoruz ki; kocalarının yani Hz. Nuh ve Hz. Lût’un Allah nezdinde üstün değerlerine rağmen eşlerini Allah`ın azabından hiç bir şekilde uzaklaştıramamıştır. Ve rabbimiz ayetin yönünü değiştirerek şu şekilde devam etmektedir:
“Allah iman eden kimseler için Firavunun karısını misal getirdi…” (Tahrim / 11)
Kimdir Firavunun karısı? Nasıl bir iman ve samimiyet silahı ile kuşanmış ki; Rabbimiz bir kadın olarak onu erkek/kadın her iman sahibine örnek olarak işaret edip rızaya ermiş bir kul olduğunu ima etmektedir?
Hz. Asiye`nin soy olarak mensup olduğu kavim hakkında ihtilaf olmakla beraber İsrail oğullarından olduğu söylenmiştir. Hz. Asiye, samimi ve imanında sebatlı bir kadın idi. İbadet vakti geldiği zaman bir bahane bulur, odasına çekilir ve orada Allah`a ibadetini gizlice yapardı. Hz. Asiye`nin iman ve ibadetini gizlemesi uzun süre devam etmiş ta ki Firavun bir kadını idam ettirinceye kadar…
Asiye, sarayın penceresinden olup bitenleri gözlüyor, bu Müslüman kadının nasıl öldürüldüğünü dehşetle takip ediyordu. Yapılan zulmün gölgesinde kalamayan Asiye validemiz firavunun yaptıklarına karşı “Şunu bil ki ben; senin de benim de âlemlerin de Rabbi olan Allah`a iman ettim” diye haykırıyordu. Firavun Asiye`ye: “Ya Musa`nın ilahına küfreder, onu tanımazsın ya da işkenceler altında can verirsin” deyince, annesi Asiye’ye yaklaşır ve Firavun’un dediğini yapması için ikna etmeye çalışır. Fakat Asiye diretir ve “Anne! Eğer istediğin şey benim Allah`a karşı gelmem ve O`na küfretmem ise bu asla olmaz” der. Eşinin kesin kararını duyan ve deliye dönen Firavun’un emri ile asil kadın işkencelerle şehid edilir.
“…Hani demişti ki, Rabbim! Bana kendi katında cennette bir ev yap, beni Firavundan ve onun (çirkin) işlerinden kurtar ve beni zalimler topluluğundan da kurtar!” (Tahrim / 11)
Asiye, bu niyazı ile ruhunu Allah yolunda iman ile teslim edip bu sayede Rabbinin arşına en yakın bulunan Sidre-i Münteha`nın yanında, Cennetu`l-Me`va`da kendisine ebedi bir istirahat gâh inşasını istemişti.
İnkârcılara verilen ikinci misal gibi iman edenlere de ikinci bir misal geliyor. Ve bu öyle bir misal ki onun misli gibi bir kadın şahsiyet -kendi zamanında- yeryüzünü şereflendirmedi…
“İffetini korumuş olan İmran’ın kızı Meryem’i de (Allah müminler için bir misal getirdi). Derken biz ona kendi ruhumuzdan üfledik” (Meryem) Rabbinin sözlerini (şeriatını) ve peygamberlerle gönderdiği kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrim / 12)
Bize örnek olarak gönderilen şahsiyetlere baktığımızda; kadın veya erkek, karşılaşmış oldukları sıkıntı ve eziyetlerin yanında Rabbe olan bağlılıkları öyle bir dereceye ulaşmış ki O’nunla aralarına giren bütün zincirleri koparmış ve sinelerindeki imanın lavları masivayı yakıp kül ederek muhabbet ve aşkın özünü sadeleştirmiştir. Ve bu hakiki iman dillerine “İlâhî ente maksûdî ve rıdàke matlûbî” (Yâ Rabbi, benim hedefim, muradım, maksûdum sensin! Yâ Rabbi, benim bütün talep ettiğim, istediğim şey, senin rızana ermek; Sen benden razı ol diye, onu istiyorum!) namesini vird eylemiştir.
Bir de kendi dünyamıza döndüğümüzde; en kıymetli zamanlar boşa tüketilirken, mekruhlar küçük günahlara, küçükler büyüklere akarken artık ibadetler vicdan rahatlaması için iktiza edilir. Gaflete ne kadar dalmış isen yaptığın amelin bir o kadar gözünde büyür; Peygamberlerle saf tutmayı bekleyecek kadar büyür üstelik o günün şükrünü gerektiren birkaç ibadet. Adına sevgi adına muhabbet dediğimiz itaatimiz Meryem’in mahcubiyetini, Asiye’nin feragatini yaşatmaz bize…
Rabbim cehd ve gayretleriyle geleceğini aydınlatabilen ve isimleri Kur’an’a nakşedilmiş örnek şahsiyetlerin her birinden, yolumuzu aydınlatacak bir ışıkla istifade edebilmeyi nasip etsin. (Âmin)
Esra Sivi / Nisanur Dergisi - Ağustos 2014 (33. Sayı)