Beni savunma!
Son yıllarda kendisini bir mücadelenin tarafında, bir mahfilin ortasında veya bir mevzinin içerisinde gören herkesin ortak bir şikayeti var; “Ben şu insanlarla aynı safta görünmekten rahatsızım. Böyleleri davamıza zarar veriyor. Bunlarla aynı parantezin içerisinde yer almak istemiyorum”
Şu insanlar yada bu insanlar fark etmez. Kastedilenler değişebilir fakat bu büyük rahatsızlık giderek çoğalmakta. Peki gerçekten çoğalan nedir?
Meseleye azalanı bulmakla başlamak daha sağlıklı olacaktır. Gerçekten bir davaya sahip olanlar azalıyor. Bir davayı tanımlayan ahlaki ve akli ölçüler giderek daha fazla soluklaşıyor. Mensubiyetin mesuliyetle olan bağı zayıflıyor. Açtığımız parantezi, neden açtığımızı unutacak kadar genişletiyoruz. Böyle bir manzara karşısında fikirlerin değil kişilerin, ideallerin değil ilişkilerin önemi artıyor. Asla aynı safta olamayacağımız insanlara aynı safta olduğumuz zannıyla kızıyoruz. İşte bu zan bizim cehennemimizdir.
Aynı dine mensup, aynı mezhebe bağlı, aynı ideolojinin takipçisi, aynı siyasi partinin seçmeni olmak bu çağda aynı safta olmak anlamına gelmiyor. Hatta en çok bu anlama gelmiyor. İhsan Fazlıoğlu’nun harika bir tespitle belirttiği gibi: “Günümüzde insanların milliyeti, dini ve mezhebi değil 'meşrebi' belirleyici oluyor…” Meşrepler değişkendir ve aynı meşrebe sahip insanların birbirlerine yakınlık duyması da normaldir. Fakat normal olmayan “belirleyici olanın meşrep olmasıdır”. Böylece ayrışmalar, toplaşmalar ve düşmanlıklar nefsin kendini ifade etmesinden daha fazlası olmuyor. Yezidi meşrebe sahip olanlar her yerde birbirini bulur, buluyor. Gözlerinizi kapatın ve bir düşünün; Türkiye’de zıt kamplarda yer alan fakat aslında birbirine tıpatıp benzeyen insanların sadece kisvede farklılık gösterdiğini ve dinamikler değişirse aslında ne kadar da iyi anlaşabileceklerini. Bir düşünün, ne kadar da fazla olduklarını!
***
Kadim öğütlerden birisi olarak “düşmanına benzememek” ve “aleyhine bile olsa adaleti gözetmek”, Türkiye’de Müslümanların davalarını temiz tutmak için ellerindeki yegane imkanlardandır. Meşrebi bozukları barındıracak ortam koşullarını ortadan kaldırmadan isimler ve olaylar üzerinden bir yere varmamız mümkün değil. Eksiğimizi arıyorsak fazlalıklarımıza bakmamız lazım. Nefsimize hoş gelse de “Sen beni savunma, bu benim izzetimin mahkumiyeti olur” dememiz gerekenleri alkışlamaktan vazgeçmeliyiz. Müslümanların enerjisinden, imanından, çabasından ve halis niyetinden faydalanmak isteyen, bu bereketi zehirlemek için yola çıkan o fazlalıklar herkesin kalbini çok yoruyor.
Bizi başkaları adına ve başka amaçlarla savunanlarla kavga etmek zorundayız. Bunun başka yolu yok. Şairin dediği gibi “En çok da kaçtığım kavgaların yaralarını taşıyorum” demek istemiyorsak eğer… (Yeni Şafak)