Müslümanlların Kadınlık ve Erkeklik Algıları Üzerine
üslümanların kadınlık ve erkeklik algıları üzerindeki çarpıklık düzelmeden İslam toplumları hakiki bir tekamül sağlayamaz.
Farkındayım; iddialı bir cümle. Fakat gerçek bu. Toplumun temelini aile, ailenin çekirdeğini de kadın ve erkek oluşturuyorsa, kadınlık ve erkeklik algılarımızın ne olduğu fevkalade önemlidir.
Daha da ötesi cinsiyet merkezli algılar, insan merkezli bir bakışın önüne geçmişse Müslümanlar kendilerini bir kere daha gözden geçirmelidir.
Ne acı ki İslam dünyası en büyük savrulmasını kadınlara bakışı üzerinden yaşıyor ve en temel hak ihlallerini bu alanda yapıyor. Müslümanların yaşadığı coğrafyada diğer toplumları gıptayla baktıracak bir manzara yok. Kuşkusuz bu dinden değil, dini algılama sorunlarından ve bazı geleneksel yanılgıların din üzerindeki gölgesinden kaynaklanıyor.
Allah’ın ayetleri ‘Müslüman erkeklerle, Müslüman kadınlara’ eşdeğer muhataplık düzeyinde inerken, İslam tarihinin ilerleyen dönemlerinde erkek egemen fıkıh yorumları ve geleneksel uygulamalar Yaratıcı’nın kadına verdiği hakları büyük ölçüde elinden almıştır. Ve din adına tedavüle sokulan bazı yorumlar İslam coğrafyasına yayılarak kadınları belli kalıpların içinde yaşamaya mahkûm etmiştir.
(‘Kadın hakkı’ dendiğinde yalnızca feminizmi hatırlayarak bu yazıdaki anafikri anlamak istemeyecek okurları en başta dikkate davet edelim. Bu satırların yazarı dâhil pek çok Müslüman kadının doktriner anlamda feminizme hiçbir borcu yok ve hak arayışlarında oradan esinlenmiyorlar. Onlar haklarını, Yaratıcı’larından alıyor ve O’nun gönderdiği Rehber’in ölçülerini gözetiyorlar.)
Parantezi kapattıktan sonra, bu konuda ilk dönem İslam tarihine bakacak olursak, Hz. Peygamber’in, Arap toplumu kadınlarına haklarını iade eden bir devrimci olduğu göze çarpar. Hayatın merkezi olan mescitte kadınlara alan açarak, onları toplumun aktif bir parçası haline getirmiştir.
Nitekim, Hz. Peygamber’in sevgili eşi Hz. Aişe, bizzat Peygamber tarafından ‘dinin yarısı’ olarak nitelenmiş, sahabe tarafından da ‘fıkhı ondan daha iyi bilen kimse görmedik’ şeklinde vasıflandırılmıştır. Aynı şekilde Hz. Hatice hayatın tam da içinde ticaretle uğraşan başarılı bir iş kadınıdır.
Son günlerde bir Hocaefendi’nin sözleri üzerinden tartışmaya konu olan ‘çalışma hayatı’ndan çok farklıdır Asr-ı saadet kadınlarının çalışma hayatı.
Zaten endüstriyel toplumun emek sömüren ve kapitalizmin bütün ahlaki değerleri yıktığı çalışma ortamı, bugün sadece kadın için değil, erkek için de uygun değildir. Bu nedenle mesele kadının çalışıp çalışmaması değil, kadınıyla erkeğiyle ‘insan’ın çalışma ortamının nezahati ve ilkeler üzerine inşa edilmesidir aslolan.
İlkeleriyle hayatın tam da orta yerinde var olabilen bir kadın, evinde iki günü birbiriyle eşit olduğu için ziyan içinde olan bir kadından çok daha üstün olabilir. Ya da ilmiyle, zekâsıyla topluma yön verme kudretine sahip bir kadın ilkesiz ve başarısız bir erkeğin çalışma hayatındaki varlığından çok daha fayda sağlayabilir topluma. Ne evde oturmak ne dışarıda olmak kimseye bir üstünlük sağlar. Aslolan zamana ve mekâna rengini veren ilkelerle yaşamaktır ve bu kadınlar için olduğu kadar erkekler için de gözetilmesi gereken bir husustur.
Hal böyleyken, sokaktaki uygunsuz başörtülülerin tavrı üzerinden çalışan tüm Müslüman kadınları etiketlemek zulümdür. Kaldı ki, bî-idrak başörtülülerin sosyal medyada paylaştığı uygunsuz fotoğraflar bazen işi gücü olmayan, zamanı bol, yani ‘çalışmayan kadınlar’ın da yapabildiği şeylerdir.
Ölçümüz prensipler, pusulamız adalet, merkezimiz insanlık olmadığı müddetçe kadın ve erkek için tanımlanan toplumsal roller üzerinden hiçbir yere varamayız.
Öte yandan bugünün erkeklik algısı, kadınlık algısından da daha büyük bir sorundur ve tadile muhtaçtır. Üstelik sadece seküler dünyanın değil, dindarların erkeklik algıları da gözden geçirilmelidir.
Akşam Gazetesi)