İslam Düşüncesinin Devasa Şahsiyeti
Hamd Allah’adır. O’na hamd ediyoruz, O’ndan yardım talep ediyor ve günahlarımızın affını da yalnızca O’ndan diliyoruz. Nefsimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden de O’na sığınıyoruz. Hiç şüphesiz O kime hidayet nasip ettiyse artık saptıracak yoktur ve O, kimi dalalete düşürmüşse ona da artık hidayet yoktur. Biz şehadet ederiz ki Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur, tektir, ortağı yoktur ve yine şehadet ederiz ki Muhammed O’nun kuludur, O’nun resulüdür.
“Gerçek şu ki kalem sahipleri çok şey yapabilirler ancak şu şartla ki; fikirleri yaşasın diye kendileri ölüme razı olurlarsa, fikirlerini kanları ve bedenleriyle sulayabilirlerse, hak olduğuna inandıkları şeyi söylemekten çekinmez ve hak olan söz için kanlarını kurban olarak takdim edebilirlerse…”
Ama ne yazık ki bu şarta vefa gösterecek yazar sayısı çok azdır. Bu az olanlar içerisinde ismi en fazla ön plana çıkan şüphesiz Şehid Seyyid Kutup’tur. Peki, kimdir Seyyid Kutup?
Merhum, 1906 yılında orta halli, kerim bir anne-babanın çocuğu olarak Yukarı Mısır’ın Asyot’a bağlı Muşa köyünde doğdu. Üstad “Kur’an’da edebi tasvirler” adlı kitabın mukaddimesinde “Kendisinin tabiatının dindar annesinin tabiatıyla yoğrulduğunu” yine “Kıyamet sahneleri” adlı kitabın mukaddimesinde de “Babasının günlük olarak yaptığı zorunlu ve sıradan işlerde dahi yansıttığı ahiret korkusu kendisinin ruhunda derin izler bıraktığını ifade etmiştir. Bu şekilde Seyyid Kutup hem annesinden ve hem de babasından çok müspet bir şekilde etkilenmiştir.
Üstadın aslen Hindistanlı olduğu söylenmektedir. Dördüncü atası Hüseyin Hindistan’dan hicaza ve oradan da Mısır’a gelip yerleşmiştir.
Seyyid Kutup ilk olarak eğitim hayatına dayısının yanına Kahire’ye yerleşip Dar’ul İlim’e kayd olarak başlamıştır. Öğrenim hayatında edebi yeteneği bariz bir şekilde kendini göstermeye başlamıştır. Er Risale, El-Liva gibi edebi ve siyasi dergilerde makaleleri yayınlamıştır. Hocası Mehdi Allam kendisine ait Şairin Hayattaki Rolü adlı makalesinde Seyyid Kutup hakkında: “Eğer Seyyid’den başka talebem olmasaydı dahi o bana yeterdi. Ben onunla yetinir ve bu beni mutlu etmeye yeterdi. Onun kararlı girişkenliği ve zillet Kabul etmeyen cesareti, basiretli taassubu çok hoşuma gitmiştir. Ben Seyyid Kutup’u Dar’ul İlim’in iftiharı olarak görüyorum.” demiştir.
1940’lı yıllarda Seyyid Kutup “Yeni Düşünce” adlı derginin genel yayın yönetmenliği görevini üstlenmiştir. Edebiyatçı El Akkad’a talebelik yapmış ve bu arada Taha Hüseyin’e de gidip gelmiştir. Bu yıllarda meşhur iki kitabı olan; annesine ithaf ettiği “Kur’an’da Edebi Tasvirler” ve babasının ruhuna ithaf ettiği “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri” adlı eserlerini kaleme almıştır. Bu kitap okuyucuların büyük beğenisini kazanmıştır. Ancak bu kitaplarda dikkat çeken husus bu kitapların besmele ile başlamamış olmalarıdır. Zira daha o zamanlar Seyyid İslami düşünceye yönelmiş değildir.
Şahsiyeti
1- Doğruluğu ve Hak’taki ısrarı
Seyyid’in en fazla ön palana çıkan meziyeti doğruluğudur. Bu sıfatı bütün yazılarına açık bir şekilde yansımıştır. Ayrıca Seyyid’in bu vasfı onun siyasilerle olan ilişkilerini neredeyse sıfırlamıştı. Bu özelliği sadece İslamî hayatında değil aynı şekilde cahiliye hayatında da kendisini bariz bir şekilde ortaya koymuştur. Bütün yazar ve edebiyatçılar bir şeyler elde etmek için Kral Faruk’un evlilik ve doğum yıldönümleri için edebi yazılar yazmanın telaşına düşerlerken Seyyid Kutup muhtaç olmasına rağmen böyle bir şeye hiç bir şekilde tenezzül etmemiştir.
Seyyid’in doğruluğu bütün ibarelerinde kendisini gösteriyor. “Genç Mısır” adlı dergide “Emrin Olur Efendim” adlı makalesinde debdebeli hayattan sahneler ile diğer taraftan fakirlik ve sefalet sahnelerini karşılaştırıp toplum içindeki derin uçurumlara dikkat çekmiştir.
1952 yılında darbeyi gerçekleştirenler Seyyid Kutup’tan İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı yapmasını istemişler. Seyyid Kutup ancak üç ay bu görevi sürdürmeye tahammül edebilmiştir.
Öğrencileri hayatından endişe ederek “Yoldaki İşaretler” adlı kitabını basmamasını kendisinden rica ettiklerinde kendilerine şu cevabı vermiştir; “Hayır, apaçık tebliğ görevini hakkıyla yerine getirmeliyim”
Öğrencileri ona neden seni idam etmeye kararlı olan mahkemede bu kadar açık ifadeler kullandın diye sitem ettiklerinde Seyyid’den şu tarihi cevabı almışlardır; “Akidede tevriye caiz değildir. Ve lider ruhsatı kullanamaz”
Yoldaki İşaretler kitabının “Ümmetin savrulması” adlı bölümde şu ifadeleri kullanmaktadır; “Biz insanlara İslam’ı onların zevklerine uyacak şekilde, bozuk düşüncelerine göre dolaylı olarak, anlatacak değiliz. Aksine biz onlarla en açık ve net şekilde konuşacağız, onların cahiliye içinde olduklarını açık açık anlatacağız.”
Hem cahili hayatında hem de İslamî hayatında bu vasıf onda barizdi. Hiç bir zaman zilleti Kabul etmemiştir. İslam tam bir şekilde Seyid’in içinde yer almış o da bunu alıp en güzel şekilde işlemiştir. Bu yolda ulaştığı zirvede etrafına acaiplikler yaymıştır. Seyyid Kutup Fizilal’in önsözünde şunları kaydeder: “Kur’an’ın gölgesinde yaşadım. Ve o yüce yerden insanların nasıl cahiliye içinde çırpındıklarını, basit şeyleri nasıl önemsediklerini ve cahiliye ehlinin her şeylerinin nasıl da çocukça olduğunu müşahede ettim.”
Kendisi esir ve rehin olduğu sırada bakanlığın kendisine yaptığı tekliflere karşı söylediği şu sözü onun tevhidi anlayışını ve hak bildiğindeki kararlılığını anlaman için yeterdir; “Namazda Allah’ın birliğine şehadet için kalkan bu parmak tağutun hükmünü ikrar edecek tek bir harf bile yazmayı reddeder.”
Kendisine merhamet dilenmesini teklif ettiklerinde şu cevabı vermiştir: “Ne için merhamet dileneyim. Eğer ben hak ile yargılanıp bu cezaya çarptırıldıysam ben hakkın hükmüne razıyım. Yok, eğer batılın hükmü ile yargılanıp bu cezaya çarptırıldıysam batıldan merhamet dilenecek kadar küçülemem.” Yine Ona özür dilediğin takdirde idamın infazı durdurulacak diye teklif edildiğinde; “Neyden dolayı özür dileyeyim. Allah için yaptıklarımdan dolayı mı? And olsun ki eğer Allah için olmayan bir iş yapsaydım özür dilerdim. Fakat ben Allah için yaptığım hiçbir şeyden dolayı asla özür dilemem.” Diyerek kız kardeşi Hamide’ye dönerek şunları söylemişti: “Rahat ol kardeşim! Eğer ömür bitmişse bil ki bu karar infaz edilecek. Yok, eğer benim ömrüm hala varsa bu idam cezasını infaz etmeye kimsenin gücü yetmez. Bu nedenle özrün bu konuda hiç bir yararı olmayacaktır.”
Aman Allah’ım, şuna bakın! Önünde yağlı urgan ama hiç bir şekilde sarsılmıyor. Ve sözünden geri adım atmıyor. İşte bu tevhidde bir zirvedir. Bu ancak böylesi bir imanın insanın içine koyduğu bir sekinedir.
2- Cömertliği
Cömertlik genelde cesaret ile birlikte ortaya çıkan bir erdemdir. Canını vermekten çekinmeyen elbette malını da vermekten çekinmez. Canını feda etmekten çekinmeyen elbette malında cimrilik etmez. Turra Cezaevinde mahkûmların adlileri ve siyasi için az bir miktarda belli bir iaşe hakkı vardı. Şehid Seyyid Kutup sahip olduğu her şeyi muhtaç olan fakir mahkûmlara harcardı ve bu nedenle de Seyyid Kutup şehadetinden sonraya geriye hiç bir şey bırakmamıştır.
3- Tevazusu
Bu sıfat salihlerin en bariz vasıflarındandır. (…) Seyyid Kutup tağutlara karşı ne kadar aziz idiyse mü’minlere ve talebelerine karşı da o denli mütevazı idi. Öyle ki, öğrencilerinden biri ondan tefsirinden bir ifadeyi ya da bir paragrafı çıkarmasını istediğinde bunu kabul ederdi.
4- Sevecenliği ve Vefası
Coşkun duygularından söz edilecekse; bu duygularının bütün aile fertlerini kuşattığını görürüz. Bu vefa duygusu dolayısıyla baskıların başladığı dönemden önce de ailesini gözetebilmek, onlara babasından sonra bakabilmek için evlenmemiştir. Kardeşi Üstad muhammed Kutup Seyyid Kutup hakkında; “O benim için bir baba, bir kardeş, bir Üstad ve bir dosttu.” diyor.
Seyyid’in ülfeti sadece ailesine karşı değildi şüphesiz o tüm çevresi hatta hayvanlara karşı bile büyük bir ülfete sahipti. Tura zindanındayken yanlarında yaşlanmış cılız bir kediye kendi yemeğinden pay verip şöyle derdi: “şimdi yaşlanmış diye onu terk etmemiz vefadan değildir.”
Seyyid Kutup’un Dava içindeki sireti:
Üstad İhvan-ı Müslimin hareketine 1951 yılında katıldığında kendisi için bu katılımın ehemmiyetine ifade etmek istediğinde “Ben 1951 yılında doğdum” derdi.
Seyyid atlas okyanusunda New York’a doğru hareket eden Mısır gemisinde olduğu bir sırada Allah, katından bir hidayetle onu dosdoğru yola hidayet etmeyi ve ayetlerini ona göstermeyi diledi ki kendisini İslamî hareketin saflarında bir nefer kılsın. Kendisinin davanın kanatları altına sığınmasını sağlayan sarsıcı iki olay başından geçmiştir bu esnada.
Bunlardan birincisi 31 Şubat 1949 yılında gerçekleşiyor. Kendisinin söylediğine göre Amerikan hastanelerinden birinde yatağında olduğu bir sırada dışarıda eğlence, müzik ve havai fişek kutlamalarına şahit oluyor. Bugün neyi kutluyorsunuz diye sorduğunda kendisine; bugün Doğu Hıristiyanlığının düşmanı Hasan El-Benna öldürüldü.” Diye cevap veriyorlar. İşte bu cevap Seyyid’i Hasan El-Benna hakkında derin düşüncelere dalmaya sevk etmesi için yetti. Amerika’da, öldürülmesi kutlandığına göre bu gerçekten büyük ve önemli bir adam olmalıydı.
İkinci olay ise; Amerika’da İngiltere istihbarat başkanının evinde meydana gelen olaydır. Ki burada batılı büyükelçiler ileride kendileri için kullanabilecekleri öğrencileri nasıl avlayacaklarına dair uzun uzun müzakereler yapıyorlardı. Onlara göre Seyyid Kutup bu iş için biçilmiş kaftandı. İngiltere istihbarat başkanı onu evine davet eder. Bu davet ile ilgili dikkat çekici hususları Seyyid Kutup şöyle aktarıyor; “Benim dikkatimi iki husus çekti. Birincisi bu adam çocuklarına Ahmed, Ali, Muhammed gibi Müslüman isimler veriyordu. İkincisi ise yanında “İslam’da Sosyal Adalet” kitabını gördüm. Bunu İngilizceye tercüme etmeye çalışıyordu.
Söz Ortadoğu’dan ve geleceği hakkındaki gelişmelerden açılmıştı. Söz dönüp dolaşıp Mısır’a gelince burada en çok İhvan üzerinde duruldu. İngiliz istihbarat başkanı İhvan’ın kuruluşundan 1949’a kadar İhvan hakkında çok ayrıntılı bir raporu önüme koydu. Adamlar İhvan’ı adım adım takip etmiş, bunun için hem parasal ve emek olarak hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardı. Bana dönüp dedi ki; “Eğer hasbel kader İhvan başarılı olur da Mısır’da iktidarı ele geçirecek olursa bir daha Mısır’ı onlardan geri asla alamayız. Senin gibi okumuş şahsiyetlerden beklentimiz odur ki; bunun gerçekleşmesinin önünde engel olunsun.”
İşte bundan sonra Seyyid İhvan’a katılmaya karar verdi. Mısıra ayak basar basmaz zamanın İhvan genel mürşidi El-Hudeybi ile irtibata geçerek İhvan’a katılmak istediğini ve kendisini bir nefer olarak kabul etmesini talep etti. Üstad el Hudeybi de onu sevinçle kabul etti ve o andan itibaren Seyyid teşkilatlı, nizami bir cihad faaliyetine girişti. Seyyid ilk andan itibaren niyetinde halis ve ciddi idi. Bu nedenle eğitim bakanlığından hemen istifasını verdi. Daha sonra Üstad El-Hudeybi Seyyid Kutub’u İhvan gazetesinin genel yayın yönetmenliğine getirdi. Seyyid’in burada yazdığı makaleler “İslamî Etüdler” adıyla kitaplaştırıldı. Derken 1952’de Mısır’daki askeri darbe meydana geldi. Ve o andan itibaren İslamî davaya karşı baskılar artmaya başladı.
1954’te Nasır’a karşı yapılan tiyatrovari suikast girişiminden sonra İhvan’a karşı büyük bir operasyon başlatıldı. Zindanlar gençlerle doldu taştı. Elbette Seyyid de bundan nasibini aldı. İdam edilecek yedi kişiden biri olması kaçınılmaz gibi görünüyordu. Bunlar; Abdulkadir Udeh, Muhammed Fergali, Yusuf Talat, İbrahim Tayyip, Hindavi Duveyr, Muhammed Abdullatif ve Seyyid Kutuptu… Ancak Allah (cc) Fizilal’il-Kur’an eserini ümmete hediye etmesi için o vakit onun şehid edilmesine izin vermedi. İşkencelerden dolayı ciğerinde meydana gelen kanama neticesinde onu hastaneye kaldırdıkları sırada diğer liderler hakkındaki idam kararı infaz edildi. Bunun üzerine İslam âleminde Nasır rejimine karşı büyük tepkiler meydana gelince Seyyid Kutup’un infazını ertelemek zorunda kaldılar. Hâkimleri Enver Sedat ve Hüseyin Eş-Şafii olan mahkemenin ikinci oturumunda Seyyid Kutup büyük bir cesaretle şunları söyledi. “Şunu söylemek istiyorum. Biz mi yargılanmalıyız. Yoksa siz mi? Bizim yanımızda sizin Amerikan istihbaratının piyonları olduğunuza dair deliller var. Ve o zamanın Amerikan büyükelçisi Cefri’nin yanında bulunan istihbarat bilgilerini tek tek mahkemede ifşa etti. Neticede mahkeme heyeti oturuma ara vermek zorunda kaldı. Mahkeme Seyyid’e ömür boyu kürek cezası verdi. Ancak daha sonra bu ceza sağlığı göz önünde bulundurularak on beş yıl ağır hapis cezasına çevrildi.
Seyyid Kutup İhvan gençlerinin oldukça yoğun olarak bulunduğu Turra cezaevine konuldu. Ve burada İhvan’ın maruz kaldığı katliamlara bizzat tanık oldu. Seyyid bu cezaevinde bulunduğu süre içerisinde kardeşlerine sabrı ve sebatı tavsiye etmeye devam etti.
Cezaevinde iken sağlığı tekrar bozuldu. Nasır’a Seyyid Kutup’un sağlık durumunun çok kötü olduğu ve cezaevinde hayatını kaybedeceği bilgisi verildi. Abdusselam Arif’in arabuluculuğu neticesinde 1964 yılında cezaevinden tahliye edildi. Abdusselam Arif kendisine müsteşar olmasını teklif etmişse de Seyyid bundan mazeretlerini bildirerek imtina etti.
Seyyid Kutup zindandan çıktıktan sonra “Yoldaki İşaretler” isimli kitabını hazırlamış ve Vehbe yayın evi tarafından basılmıştı. 1965 yazında Beyaz Saray’da Kremlin’de yapılan plan çerçevesinde tekrar tutuklanıp Harbiye Hapishanesi’ne konuldu. Tutukluluğunun ilk döneminde kudurgan dört polis köpeği ile aynı hücrede tutuldu.
Kendisine vatana ihanet, mevcut rejimi devirme ve İslamî bir rejim kurma gibi suçlar isnad edilerek kendisine dava açılmıştı.
1962 yılında genel mürşidin verdiği cemaat fertlerini eğitme görevini kabul etmiş. Bu bağlamda cemaate büyük bir ruh ve güç aşılamıştı.
Seyyid kutup gerek sorgu gerek mahkeme esnasında onurlu bir duruş sergilemiş... Alaycı ve keskin diliyle onları rezil etmiştir. Seyyid Kutup sabrı, özgüveni ve basiretiyle o rezil güruhun ipliğini pazara çıkarmış etrafında büyük bir kitle oluşmuştu. Oysa tağutlar İslam davasını ve İslam topluluğunu bastırdıklarını düşünmüşlerdi. Ancak bu sefer İhvan mensupları diğer seferlere göre daha donanımlı ve daha birikimli bir şekilde karşılarına çıkmışlardı. Bu sefer karşılarında kültürlü, bilgili; tıp, mühendislik, atom enerjisi gibi dallarda okuyan veya bunlardan mezun olan bir topluluk bulmuşlardı. Bu nedenle Nasır rejimi Seyyid Kutup hakkında idam kararının verilmesinin zorunluluk olduğunu görmeye başlamıştı. Nitekim mahkeme Seyyid Kutup hakkında idam cezası vermişti. Bu karara karşı Seyyid Kutup şunları söyledi: “Allah’a hamd olsun! On beş yıldan beri şehadeti bekliyordum. Şeyh Abdullah Fettah da; “Kâbe’nin Rabbine and olsun ki felaha erdim” demişti. Sabırları ve direnişleri ile herkesin hatta düşmanlarının bile hayranlığını kazanmış ve gönüllerini fethetmiştiler.
Harbiye zindanının subayları bile ona: “Gerçekten sen Mısır’a çok lazımsın. Ancak bu ülke seni hak etmiyor.” demek zorunda hissediyorlardı kendilerini…
İdam kararının verilmesinden sonra kendisini ziyarete gelen ailesini kucaklayan Seyyid Kutup; “Ben şehid olmak için hükmün infaz edilmesini Allah’tan talep ettim. Ayrıca bütün bu aile fertlerinin de şehid olması için Allah’a dua ettim.” dediğinde aile fertlerinin tümü bu temennisine gönülden katılmıştılar.
29 Ağustos 1966’da Seyyid’in idam kararı infaz edildi. Görevini hakkıyla ifa etmiş olan o yüce ruh Rabbine kavuştu. Seyyid Kutup gerçekten görevini başarıyla yerine getirmişti. Yoldaki İşaretler kitabının “İşte Yol Budur” adlı bölümünde şunları kaydeder: “Aslında zafer ruhun maddeye, inancın acıya, imanın fitneye galip gelmesidir. İşte bu olayda da o mümin fırka tüm beşeriyeti onurlandıracak bir zafer elde etmiştir. Sebepler farklı farklı olsa da sonuçta herkes ölüyor. Ancak herkes ölümü ile zafer kazanmıyor. Bu şekilde yücelmiyor. Bu şekilde esaretten kurtulamıyor. Bu nedenle bu bize Allah’ın bir hediyesidir….”
Seyyid Kutup gerçekten şehadeti istemede son derece samimi ve ihlaslı idi. 1952 yılında İslami Etüdler adlı kitabında yazdıkları bunun en güzel delilidir. “Söz kanla yazıldığı zaman insanların kalplerini tatmin eder.” diyerek şehadeti daha o zaman temenni ettiğini ifade etmiş ve Allah da ona bunu nasip etmiştir. Tövbe suresinin 111. ayetinin tefsirinde şunları kaydeder: “İslam’a girmek Allah ile kul arasında bir alışveriş gibidir. Allah (cc) alıcı, mümin ise satıcıdır. Bu Allah (cc) ile olan bir alışveriştir. Allah (cc), din tamamen kendisinin olsun diye ve en yüce kelime kendi kelimesi olsun diye müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. Dolayısıyla bir Müslümanın canı malı artık bu saatten sonra kendisine ait değildir.”
Seyyid Kutup yirminci asrın ikinci yarısında nesilleri en çok etkileyen kimsedir. Gençliğin gönlünde ondan daha büyük bir tesir bırakan kimse yoktur. Dünyada az veya çok Seyyid Kutup’un düşüncelerinden etkilenmeyen, ondan istifade etmeyen hiçbir İslamî hareket yoktur, desek abartmış olmayız.
Son olarak makalemin bu bölümünü şu anekdot ile bitirmek istiyorum. Adet olduğu üzere idam edilecek olan kişiye bir din görevlisi gelir ve ona dini telkinlerde bulunur. Kelime-i şehadet getirmesini talep eder. Aynı şeyi Seyyid Kutup için de yaparlar. Seyyid Kutup din görevlisinin kelime-i şehadeti söylemeyi istemesine karşılık ona dönerek; “Be adam! Zaten biz bunu getirdiğimiz için idam ediliyoruz.”
Seyyid Kutup eserlerinin bıraktığı büyük etkiyi göremeden bu hayatı terk etti. Ancak Seyyid Kutup’un eserleri bir kelime-i tayyibe misali yeryüzünde kök salmaya devam ediyor.
Seyyid Kutup’un eserlerinin belli başlı özellikleri
1- Basiret ve ileri görüşlülük: Eserlerindeki basiret ve ileri görüşlülüğün temel kaynağı onun ihlasıdır. Seyyid Kutup’un ihlası ve samimiyeti o kadar güçlü idi ki bütün aileye sirayet etmişti. Nitekim biz bunu Seyyid’in eserlerinde de görüyoruz
2- Geniş ufuk: Bu iki sebebe dayanıyor. Birincisi dünya şer güçlerinin İslam’ı ortadan kaldırma planına vakıf olması… İkincisi ise; bütün insanlık kültürüne olan vukufiyet ve hakimiyeti…
3- Seyyid Kutup’un eserleri akide ve tevhid kelimesinin izahı üzerinde odaklanır: Seyyid Kutup insanların İslamî hareketlere yapılan baskıya karşı sessizliğinin ve onların İslam’a karşı yapılan saldırılara karşı duyarsızlığına tahammül edememiş, eserleri ile bir ruh ve bilinç oluşturmaya çalışmıştır. Kelime-i Tevhidin manasını ve gücünü bilen Seyyid Kutup bütün hayatını tevhid düşüncesinin insanların kalplerinde kök salması için geçirmiş ve bunun bedelini hayatıyla ödemiştir.
Seyyid Kutup başı dik, alnı açık, aziz bir şekilde ve İslamî düşünce alanında büyük bir miras bırakarak rabbine kavuşmuştur.
Allah gani gani rahmet eylesin…
(İnzar Dergisi – Ağustos 2014)