Tohumu toprağa at, meyveyi veren Allah'tır
Tohumu toprağa at, sert toprağı yaran ince nazenin otları, kırılması zor ağaç yapan, ona o çiçekleri o meyveleri takan sen değilsin. Allah için alacağın sevabı düşünüp sabırla işine koyul, at tohumu toprağa. Göreceksin ihlasla atılan bu tohumlarla yetişen ağaçlarda ne nadide çiçekler yetişecek.
Tohumu toprağa at, sert toprağı yaran ince nazenin otları, kırılması zor ağaç yapan, ona o çiçekleri o meyveleri takan sen değilsin. Allah için alacağın sevabı düşünüp sabırla işine koyul, at tohumu toprağa. Göreceksin ihlasla atılan bu tohumlarla yetişen ağaçlarda ne nadide çiçekler yetişecek.
Ey Muhacir,
Ey bu karanlık asırda, dünyalık ne varsa, elinin tersiyle itip, Allah’ın dini uğruna kıtalar dolaşan kahraman. Ey gözünde Allah’ın davasının dışında her şeyin değersiz, kıymetsiz olduğu yiğit insan…
Sen tıpkı anavatanlarından koparılıp, kafeslerde, akvaryumlarda ve çeşitli mekânlarda, yalancı cennetlerde yaşamaya mecbur bırakılan canlılar gibisin. Renga renk, ışıklar içinde, sunni yiyecekler ve içecekler içerisinde yalancı bir cennette gibisin. Oysa ruhun Mekke’nin özlemi için her an yanıp tutuşmaktadır. Bülbülün nesine gerek altın kafes, yaşadığı vatanında olmadıktan sonra. Dağlarda vadilerde hem cinsleriyle özgürce uçup ötemedikten sonra… Sen de o bülbül gibisin. Seni de altın kafeslere hapsetmişler. Sende o bülbül gibi gül kardeşlerini göremeden nasıl ötebilirsin? Bir zamanlar ormanında şen şakrak öten bülbül iken şimdi ise gülünden uzak boynu bükük ve suskunsun, Ey Muhacir…
Ey Muhacir,
Tüm buz zorlu ahval ve şerait içinde, şunu unutma ki seni muhacir yapan, Rabbinin seni kitabında, Peygamberinin seni hadislerinde övmesine sebep olan gaye ve amaç davandır.
Belki bir bülbül gibi vatanından uzakta, altın kafes misali dışarıdan bakıldığında hoş görünen bir yerde kalabilirsin. Ama Allah için sebat et Ey Muhacir.
Ey Muhacir,
Yaşadığın topraklarda, çiçek açan, meyve veren, güzel kokan, bir ağaç gibiydin. İnsanlar senin meyvelerinden, güzel kokundan istifade ediyordu. Sakın, kendi toprağından uzak, yabancı bir diyarda yaşamaya mecbur bırakılmanın bahanesi arkasına sığınma. Tohumu toprağa at, sert toprağı yaran ince nazenin otları, kırılması zor ağaç yapan, ona o çiçekleri o meyveleri takan sen değilsin. Allah için alacağın sevabı düşünüp sabırla işine koyul, at tohumu toprağa. Göreceksin ihlasla atılan bu tohumlarla yetişen ağaçlarda ne nadide çiçekler yetişecek. İşte o zaman Allah’ın şu müjdesine nail olacaksın, Ey Muhacir. “Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri dünyada şüphesiz güzel bir biçimde yerleştireceğiz; ahiret karşılığı ise daha büyüktür. Bilmiş olsalardı.”1
Ey Muhacir,
Habeş diyarında ehli salibin içinde bulunsan da, Cafer gibi hakkı haykırmaktan geri durma. Hiçbir kimseye baş eğme ki, İslam’ın vakar ve onuru şahsında tecessüm etsin. Senin o topraklarda yaşaman, bir milyon km uzakta, güneşin hararetini hissedip kavrulan, sonra da güneşin kendisinde yaşamaya mecbur olman gibidir. Eğer ihlas ve samimiyetle davana sarılıp,
Allah’a güvenip dayanırsan, İbrahim’in ateşi gibi, güneşin de Allah’ın bir memuru olduğunu unutma.
Ey Muhacir,
Hicret yolunda, seni yolundan alıkoyacak, seni dünyevi ödüller için takip edecek Süraka’lar2 olacaktır. Dağların mağaralarında yalnız kalabilirsin. Rabbinin görünmeyen ordularının, örümceklerinin, güvercinlerinin ve dahası kâinatın el ele verip seni Allah’ın izniyle koruyacaklarından bir an bile tereddüt etme. İkinin üçüncüsünün, Allah olduğunu bir an olsun aklında çıkarma. “Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâra edenlerin de kelimesini (inkâr çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”3
Ey Muhacir,
Vatanından, anandan, babandan, eşinden ve ciğer parelerin çocuklarından uzaktayım deyip sakın kederlenme. Bil ki, Allah’ın davası bunların hepsinden daha kıymetlidir. İbrahim’in İsmail’ini uzatıp Allah’a kurban etmeye hazır olması gibi, sende İsmal’ini Allah’a kurban etmekten bir an olsun geri durma. Ne senin ailen Peygamber ve Ashab’ının ailesinden, ne de senin yurdun ve akrabaların Peygamber ve Ashab’ının yurdu ve akrabalından üstündür.
Ey Muhacir,
Gittiğin toprakların ecnebi memleketi olduğunu söyleyip, kendini aldatmak suretiyle tembellik yapma. Bil ki göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Ve bu topraklarda yaşayanlarda Allah’ın mahlûklarıdır. O halde Allahın mahlûklarını Allaha kul yapmaya davet etmekten daha doğal ne olabilir?
Ey Muhacir,
Musab gibi olmalısın. Dünyanın tüm servetini elinin tersiyle itip, Allahın dinine hizmet için makamını, işini, vatanını terk edip, hitamında şehadet mertebesine ulaşıp, sarılacak kefen dahi bulamamayı göze almalısın. Gittiğin Medinelerde, İslam’ın ışığının girmediği tek ev kalmayıncaya kadar, dinlenmeden, yorulmadan, beyat edecek ashabın sayısını artırmalısın.
Ey Muhacir,
Sil artık gözlerinin yaşını, bırak ağlamayı. Başladığın bu hicret yolculuğu fetihle müjdeleninceye kadar davanda sebat et. Üzerinde senin hızını kesecek, seni yavaşlatacak, tembelleştirecek tüm örtülerden sıyrıl. Rabbinin katında alacağın sevabı düşün. Bu sevaptan seni mahrum edecek davranışlardan uzak dur. Bunca sevabı dünyalık bazı makam ve metaa kurban etme. İslam tarihinin başlangıcı kabul edilen bu kutlu sayfaya leke sürme. Fetih günü geldiğinde, Peygamber’in arkasında atına binen kutlu ashab gibi, görevini layıkıyla yapmanın sevinci içerisinde Mekke’ye gir. Alacağın sevabın yanı sıra, seni görenler, işte biz bugünlerimizi bu kahramanlara borçluyuz diyecekler. Sense Resulullah (as) gibi, tevazudan başın devenin eyerine değecek kadar başını eğip mağrur olmayacaksın. Bu fetih senin ve senin gibilerin göstereceği fedakârlıklarla olacaktır. Ey üstüne ölü toprağı serpilmiş, yiğit insan. Yenide destan yazma zamanıdır. Kalk ve diril. Kalk, dosta güven düşmana korku sal, cenabı Allah’ın “﴾ ١اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُب۪يناًۙ ﴿”4 “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik” ayetinin tecelli edeceği günler uzakta değildir, Ey muhacir.
Sözlerime Allah için hicret eden ve kıyamete kadar hicret edecek olan tüm muhacirlerin duygularına tercüman olan Allah’ın Resülü’nün şu sözüyle son veriyorum. Peygamber efendimiz (sav) Mekke'den çıkarken Kâbe’nin yanına gelmiş ve ona bakarak şöyle demişti: "Allah'ın yarattığı şeyler içinde en çok sevdiğim yer sensin. Eğer buranın halkı beni (zorla) çıkarmasaydı, ben kendiliğimden çıkmazdım."
Allah rızası için, kendi canlarından, ailelerinden, vatanlarından, ayrılarak bilmedikleri diyarlara giden, hicret eden, muvahhid, mücahid Müslümanları ve onların yokluğunda sabredip eşlerinin, babalarının çocuklarının aldıkları sevaba ortak olan tüm muhacir aileleri selamlıyor, tüm kardeşlerimden dua bekliyorum. Bir dahaki yazımızda buluşuncaya dek, Allah'a emanet olun.
1-Nahl/41
2-Sürâka Bin Mâlik: Peygamber Efendimiz (sav)’i Medine’ye hicretinde, 100 deve karşılığı takip eden, meşhur iz sürücü.
3-Tevbe/40
4-Fetih Sûresi (1) (Zafer Birikli)