İsrail'in Önünü Açan Proje
Bir zamanlar dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, "Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarını değiştireceğiz" demişti. Hiç kuşkusuz, bu proje Siyonist çetenin bölgemizdeki varlığını genişletme amacına matuftu. İşgalci İsrail’in "Arz-ı Mevud" emeline ulaşması için önündeki engel ve bariyerlerin küçültülmesi gerekiyordu. Bu nedenle Siyonist çetenin hizmetine amade olan ABD, bölgemizde 60 yıla yakın bir süredir bu amaca matuf askerî operasyonlar yapmaktadır. Bu operasyonları bazen bizzat kendisi icra etmekte, bazen de maşa olarak kullandığı piyon aparatları vasıtasıyla yapmaktadır. ABD, bu süreçte zaman zaman perde arkasından sofistike bir şekilde işgalci İsrail'e katkıları oluyordu. Örneğin 1967 "6 Gün Savaşı"nda Mısır askerî havaalanlarında savaş uçaklarını vuran pilotlar ABD hava kuvvetlerine ait tecrübeli subaylardı. O dönemde ve 1973 "Yom Kippur Savaşı"nda Siyonist çetenin saldırı ve katliamlarının yardımında baş aktör ABD idi...
11 Şubat1979 tarihinde İran coğrafyasında vuku bulan İslâm Devrimi hem ABD'nin hem işgalci İsrail'in canını sıkmıştı. Sadece canları sıkılmamış ayrıca onları telaş kaplamıştı. Nitekim dönemin Siyonist çete lideri Menahem Begin, bu telaşından dolayı, "İsrail için kara günler başlamıştır" ifadesini kullanmıştı. Büyük şeytan ABD İsrail'i teskin etmek ve büyükelçilik binasındaki casuslarını kurtarmak amacıyla 25 Nisan 1980 tarihinde, önceden hazırlanan çok titiz bir plan çerçevesinde savaş uçakları ve helikopterlerle gece yarısı İran hava sahasına girerek ülkenin doğusunda ve Tebes çölünün tam ortasında terk edilmiş bir havaalanına iniş sırasında kum fırtınasına kapıldılar. Bu esnada uçak ve helikopterler birbirine girerek yere çakıldılar. ABD için tarihinin en büyük skandal hezimetlerinden biri buydu. İslâm Devrimi'ni İsrail'in güvenliği için en büyük tehlike gören ABD, henüz yeni neşvü nema bulmuş bu yapıyı palazlanmadan boğmanın derdine düşmüştü. Bu durumdan kendi eli yanınca 22 Eylül 1980'de Saddam maşasını İran'ın üzerine saldı. Bu tahmili savaş tam 8 yıl sürdü. Bu savaşta 1.5 milyon insan öldü. Neticede ABD emeline ulaşamayınca Saddam'ı cezalandırma yoluna gitti ve 20 Mart 2003 yılında ABD Irak'ı işgal etti. Sonuçta Irak tarumar oldu ve 3'e bölündü. O gün bugündür Irak istikrara kavuşamadı. İlerleyen süreçte "Arap Baharı" bahanesi ile birçok Arap ülkesinede operasyonlar yapıldı. Operasyon çekilen ülkelerden biri de Libya idi. Önce, "NATO'nun Libya'da ne işi var" dendi ama akabinde İzmir NATO Üssü"nden kalkan uçaklar gidip Libya'yı bombaladı ve sonuçta Libya dörde bölündü. Sıra Suriye'yi bölmeye gelmişti. Bu amaç uğruna verilen çaba tam 13 yıl sürdü. Bütün mesele neydi biliyor musunuz? Esad'ın Filistinli savaşçı gruplara İran'dan gelen silah sevkiyatında lojistik destek sağlaması ve İran'la iyi ilişkiler içerisinde olmasından dolayı Suriye'yi yıkma çabasına girdiler. Esad'ın bu kapsamdaki ABD'nin tahkim yasalarını kabul etmeyişi ve yine bu dayatmalar muvacehesinde kendisine sunulan işgalci İsrail ile uzlaşma teklifine yanaşmayışından dolayı başına gaileler açıldı. Bildiğiniz üzere bu teklifi dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bizzat Beşşar Esad'a sunmuştu. Esad o görüşme esnasında son derece rahatsız ve gergin bir şekilde Davutoğlu'na, "Siz Türkiye'nin dışişleri bakanı mısınız, yoksa ABD'nin büyükelçisi misiniz?" diye sormuştu. Bu görüşmeden sonra talepleri kabul etmeyen Esad’ın kalemini kırıp ipini çektiler. O tarihten sonra Esad’a karşı yıpratıcı bir kara propaganda başlatıldı. Sadece propaganda değil, yıkıcı faaliyetler adına terör örgütleri teşvik edildi ve eğitilip donatılarak sahaya sürüldü. Teşvik edilenlerden biri de YPG lideri Salih Müslim idi. Gazeteci Hüsnü Mahalli katıldığı bir televizyon programında PYD lideri Salim Müslim bizzat kendisine, "Davutoğlu benle görüştü ve Esad'a karşı savaşmamızı teşvik etti. Karşılığında ise, özerklik talebimize Türkiye'nin destek ve katkı sağlayacağını söyledi" diyor. (Bu video güncel olduğu için tekrar dolaşımda. Merak eden ulaşıp izleyebilir.) ABD ve perde arkasından Siyonist çetenin projelendirdiği bölücü faaliyetlerle oluşturulacak federatif yapılar tamamen işgalci İsrail'in "Arz-ı Mevud" emeline ulaşmak yolunda işini kolaylaştıracak rahat yutulur lokmalar olmaktadır.
Daha iyi anlaşılması için konuyu biraz başa alacak olursak, "32'nci Gün" programının yapımcısı Mehmet Ali Birand 2004 yılında Beşşar Esad ile uzun bir röportaj yapmıştı. Esad'ın ilk Türkiye ziyaretinden bir gün önce yapılmış bir röportajdı. Bu ziyaret Türkiye ile Suriye arasında iyi ilişkilerin başlangıcıydı. Hakikaten de öyle olmuştu. Bu ve sonrasında gelen periyodik ziyaretleşmeler diplomatik teamüllerden öte Erdoğan ve Esad arasında adeta kardeşlik ilişkisine dönüşmüştü. Ailece yapılan sabah kahvaltıları ve deniz sefaları bu kardeşlik ilişkisini daha da pekiştirmişti. Erdoğan Esad'a sürekli "kardeşim Esad" diye hitap ediyordu. Birand söz konusu röportajda Esad'a dikkat çeken bir soru sormuştu. "Türkiye ile Suriye arasında gelişecek dostluk ilişkisinden İsrail rahatsız olur mu?"
Bu soru analitik olarak incelendiğinde gelecekte yaşanacak olumsuzlukların adresini verdiği anlaşılacaktır. Nitekim yukarıda söz konusu ettiğimiz gibi, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Esad’ı ziyaret edip ABD ve perde arkasındaki Siyonist çetenin talimatlarını sunması ve bu talimatların Esad tarafından reddedilmesi Erdoğan'ın tepkisine ve Ankara'nın Suriye konusunda makas değiştirmesine neden olmuştu. (Erdoğan'ın bu tepkisi ABD ve dolayısıyla İsrail adına idi. Bu da son derece üzücü bir durum! ABD ve Siyonist çetenin talep ve buyruklarını kabul etmedi diye insan "kardeş" ilân ettiği kişiye küser mi?) Evet, ne yazık ki, bu red cevabından sonra "Kardeşim Esad" sözü bir anda "katil Esad"a evrilmiş oldu. Burada asıl anlaşılması gereken husus ABD'den onay alınmayan birlikteliklere tahammül edilmiyor olması.
Bakınız 2004-2011 arası dönemde Suriye ile o kadar güzel dostluk ilişkileri geliştirildi ki, pasaportsuz gidiş gelişler başlamıştı. Ortak bakanlar kurulu oluşturmuştu. İşin en iyi tarafı bu ilişkilerde ABD ve Siyonist çetenin dahli yoktu. Ama olay onların gözünden kaçmadı ve Suriye ile aramızı açmak için hemen harekete geçtiler. Yaptıkları ise yukarıda söz konusu ettiğimiz Davutoğlu'nun Esad'a gönderilmesi hadisesi.. Sonrası malumunuz. Şimdi ise iki yıldan beri sıkı bir disiplin içerisinde eğitip donattıkları HTŞ ve diğer terör örgütlerini tam bir muharrib güç olarak Halep, Hama, Humus ve Şam'a tebelleş ettiler. 22 Arap ülkesi içerisinde en ehven-i şer olanından işe başlanması garip değil mi? Üstelik hiçbir mezhebin kabul etmediği terör ve anarşi yöntemi ile ve en vahşiyane şekilde rejimi devirmeye koyuldular. Kardeş kanı akıtılmasın diye kendilerine katılmayan insanları kurşuna dizdiler. Bu süreçte 10 milyona yakın insan doğup büyüdükleri topraklarını kahır içerisinde terk etmek zorunda kaldı. Bunların 5 milyona yakını Türkiye'ye sığındı. Gençlere soruyorlar: "Neden ülkenizi bırakıp kaçtınız? Neden savaşmadınız?" Verilen cevap: "Abim asker, amcam polis, dayım belediyede memur, ben bunlara nasıl kurşun sıkarım?" Evet, bir de utanmadan bu Suriyeli gençleri tahkir ediliyorlar.
13 yıl boyunca sürdürdükleri katliamlarla 1 milyon dolayında insanın ölümüne sebebiyet verdiler. Faturasını da Esad'a kestiler. Neymiş efendim, Esad halkını kimyasallarla ve varil bombaları ile katletti. ABD uçakları sivil yerleşim yerlerini bombalıyor, Esad suçlanıyor. 13 yıl boyunca bunu yaptılar. Oysa Esad ülkesini terk ederken bile erdemli bir tavır sergiledi. İnat edip, "Son neferime kadar savaşacağım" deseydi binlerce, on binlerce insan ölürdü. O bunu yapmadı.
Bakınız, 22 Arap ülkesi içerisinde Siyonist çetenin büyükelçilik binası bulunmayan ve İsrail ile hiçbir şekilde diplomatik münasebeti olmayan tek ülke Suriye iken reva görülene bakın? Filistinli direniş gruplarına İran'dan gelen silah sevkiyatında lojistik destek sağlayan Esad'a bu yaptığınızı nasıl reva gördünüz? Diğer Arap ülkelerine bakın! Her biri ABD ve Siyonist çetenin piyonluğunu yapıyor. "Yüzyılın Anlaşması" ve "Abraham Sözleşmesi"ne imza atarak Filistin davasına en büyük ihaneti yaptılar. Oysa Suriye nice bedeller ödeyerek Filistin davasına sahip çıkıyordu. Şimdi elinize ne geçti? Bakınız, siz İsrail ile barışçıl bir şekilde diplomatik ilişki içerisinde olacağınıza ve Şam'da büyükelçilik açacağınıza söz vermenize rağmen Siyonist çete size itimat etmeyerek üç gün içerisinde 500 dolayında en stratejik noktaları vurdu. Askerî tesisler, silah depoları, limanlar ve en ilginci kamu binaları hedef alındı. Vurulan kamu binaları içerisinde tapu/kadastro birimleri de var. Demek oluyor ki, askerî tesislerle birlikte devlet mekanizmasına işlerlilik kazandıracak bütün kamu binaları hedef alındı. İsrail bununla yetinmeyip 1974 anlaşmasını ayaklar altına aldı ve Golan Tepeleri'nden aşağı doğru ilerleyip Şam kırsalına kadar yaklaştı. Suriye'yi ele geçirdiklerine sevinen HTŞ ve diğer bileşenlerin işgalci İsrail'e nasıl bir alan açtıklarını görmüyorlar mı? Siyonist çete "Arz-ı Mevud" hedefine adım adım ilerliyor. Sözüm ona bizimkiler de mehter eşliğinde kahramanlık türküleri söylüyor. Veyl olsun sizin zafer hayâlinize...
Bakınız, öyle rezil bir durum ki yaptıkları ilk toplantıda yumruk yumruğa birbirlerine girdiler. Bir zamanlar, yani Rusya işgalinin sonlandırılmasından sonra Afganistan'ı ele geçiren gruplar hükümeti kurmak hususunda anlaşamayıp birbirlerine girdiler ve aralarındaki ihtilaflardan dolayı uzun süre iç savaş yaşadılar. Suriye'yi de böylesi bir akîbetin beklediği kanaatindeyiz. Elbette temennimiz Suriye halkı güven ve huzur dolu bir ortama kavuşsun. Yine temennimiz o ki, eskiden olduğu gibi Filistin davasına sahip çıkılsın. Ama ne mümkün? Şimdiden Filistinli savaşçı grupların silahlarına el koyup eğitim kamplarını kapattılar. HAMAS siyasi kanat lideri Halit Meşal'in ricası da işe yaramadı. HTŞ Şam'ı ele geçirmeden önce Filistinli grupların faaliyetlerine son vereceklerine dair Siyonist çeteye söz vermişti. Şimdi verdikleri taahhüdün gereğini yapıyorlar. Burada şaşılacak bir durum yok. Siyonist çeteye alan açmak bu olsa gerek... (Hazim Koral - Hürseda Haber)