En Güzel Neslin Örnek Şehitleri
Davet yolunun rehberleri Peygamberler ve onlarla beraber olan dostlarıdır. Onlar sonraki nesillere güzel örnekleri miras olarak bırakmışlardır. Azim, fedakârlık ve yolun tüm zorluklarına dayanma örnekleri…
Resulullah aleyhissalatu vesselam da Allah’tan insanları İslam’a davet etmeye dair emri aldıktan sonra işe koyuldu.
En yakınlarından başlayarak insanları davet etti, çünkü ilahi buyruk böyle istiyordu:
“(Önce) en yakın akrabanı uyar.” (Şuara/214)
Allah Teâlâ: "Sen, önce en yakın akrabalarını uyar" ayetini indirince, Peygamber aleyhissalatu vesselam, Safa`ya gelip üzerine çıktı. Sonra:
"Ya Sabahah!" diye bağırdı.
Halk onun yanında toplandı. Kimisi bizzat kendisi gelmiş, kimisi de adamını göndermişti. Resulullah aleyhissalatu vesselam şöyle konuştu:
"Ey Abdulmuttalib oğulları! Ey Fihr oğulları! Ey falan oğulları! Ey falan oğulları! Ne dersiniz? Size şu dağın eteğinden bazı atlıların çıkıp baskın yapacaklarını söylesem, bana inanır mısınız?"
“Evet, sana inanırız” dediler.
Bunun üzerine Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse ben sizi, şiddetli bir azap karşısında uyarmağa memurum" dedi.
Ebu Leheb hemen: “Yuh sana! Bizi, bugün bunun için mi topladın?” dedi.
Ebu Leheb’lerin tarihin her döneminde bulunduğunu unutmayalım.
Onlar ayrıntı, onlar kısa süreli acılar veren küçük dikenlerdi.
Davet çok önemli bir vazifeydi ve öyle küçük sıkıntılar o büyük vazifeye zarar veremez, engel olamazdı.
Nitekim Peygamber aleyhissalatu vesselam da umursamadı ve davete devam etti.
Emin ve güzel insanın içtenlik ve fedakârlık yüklü daveti kısa süre içinde temiz akıl ve kalplerde karşılık bulmaya başladı.
İnsanlar, huzura, selamete, yani İslam’a gelmeye başladılar.
Mekkeli müşrikler, Resulullah aleyhissalatu vesselamın kitlelere ulaşmaya başlayan davetini etkisiz bırakmak, gözden düşürmek, insanları ona tabi olmaktan yüz çevirmek için çeşitli yollar denediler. İftiralara, hakaretlere, tehdit ve işkencelere başvurdular. Müşriklerin, aziz İslâm`ın kutlu mesajını ortadan kaldırmak, duyulmasını engellemek için gösterdikleri yoğun çabalara rağmen Müslümanların sayısı gün geçtikçe süratle arttı.
İman edenlerin imtihanlarla karşı karşıya kalmaları, işkencelere uğramaları süreci başladı. Tarih bu dönemde müthiş direniş, azim ve fedakârlık örneklerini kaydetti. Basit insanlar iman ile yüceldi ve mütekebbir zalimlere meydan okudu.
Bu durum, müşriklerin iman edenlere karşı öfkelerinin kabarmasına, şiddetin dozunu artırmalarına, aşiret ve akrabalık bağlarını koparmalarına neden oldu. Cahili hayatı benimseyip ondan kazandığı sermaye ile insanlar üzerinde rableşen zalimlerin işkenceleri her geçen gün artış gösterdi. Mazlum ve kimsesiz Müslümanlar daha çok sıkıntılarla karşılaşırken, kimsesiz olanlar için hayat dayanılmaz bir hal aldı.
Sosyal konumu ne olursa olsun Müslüman olan herkes azgın müşriklerin saldırısına uğradı. Her ne kadar kimi Müslümanlar nüfuz sahibi akrabalarının himayesi sayesinde sıkıntılarla daha az karşılaşsa da kısa süre içinde durum değişiyordu.
Hz. Ebubekir’in durumu buna iyi bir örnektir.
Hz. Ebubekir inancını yaşayamadığı için hicret etmeye karar verdi. Mekke’nin dışında İbn-i Duğunne ile karşılaştı. İbn-i Duğunne Kureyş’in nezdinde değer verilen biriydi. Hz. Ebubekir’e nereye gittiğini sordu. Hz. Ebubekir, sıkıntılarını ve inancını yaşayamadığını bu nedenle de hicrete karar verdiğini anlattı. İbn-i Duğunne, onu himaye edeceğini belirtince Hz. Ebubekir, Mekke’ye geri döndü.
Müşrikler, Hz. Ebubekir’in Kur’an okuyuşundan ve namazından rahatsız oldular. İbn-i Duğunne’ye başvurduklarında o Hz. Ebubekir’den ibadetlerini açıktan yapmamasını istedi. Hz. Ebubekir de evinin bahçesinde bir yer yaptı ve namazlarını orada kılmaya başladı.
Kısa bir sürede insanlar onun Kur’an okuyuşunu dinlemek için yaptığı yerin etrafında toplandılar. Müşrikler bundan da rahatsız olup durumu İbn-i Duğunne’ye bildirdiler. İbn-i Duğunne, Hz. Ebubekir’e şikâyetleri ilettiğinde işin rengi değişti. Hz. Ebubekir artık onun himayesini istemediğini söyledi.
Evet, İslam davetçisi bu aşamadan sonra ya himayeyi terk edecek ya da davet çalışmalarını.
Kalplerini imana açmış, imanın tadını almış olan hangi insan ahiretini birkaç günlük dünya hayatı için satardı?
Yeni Müslümanlar bunu yapmadılar ve her türlü sıkıntıya “eyvallah” dediler.
Bu meselede Osman Bin Maz’un’dan da söz edebiliriz.
Osman’ın amcası Mekke müşriklerinin önde gelenlerinden Velid bin Muğire’ydi. Velid, yeğeni Osman eziyet görmesin diye onu himayesine almıştı. Ama Osman’ın iman dolu kalbi mü’minlerin sıkıntılar içerisinde olmasından dolayı acıyla doluydu. Allah’a inananlar acılar çekmekte ve Osman rahatça her yere gidebilmekteydi.
Amcası Velid’e gitti ve üzerindeki himayesini kaldırmasını istedi.
Velid bin Muğire şaşkındı. Osman’a eğer himayeyi kaldırırsa eza göreceğini, sıkıntılarla karşılaşacağını söyledi. Himayesinden çıkmamasını istedi.
Osman bin Maz’un kararlıydı. Mü’minler işkence çekerken o bir müşrikin himayesinde rahat yaşamaktan acı duymaktaydı. Himayesini kaldırması için amcasına ısrar etti.
Velid bin Muğire, çaresiz bunu kabul etti ve Osman bin Maz’un’u da yanına alarak Kâbe’nin yanına gitti. Orada Osman üzerindeki himayesini kaldırdığını söyledi.
Osman, rahatlamıştı. Kâbe’nin yanında okunan şiirleri dinleyen insanların arasına oturdu. Ünlü şair Lebid, şiir okumaktaydı.
“Muhakkak Allah’tan başka her şey boş ve batıldır,
Bütün nimetler gelip geçici ve yok olucudur.”
Birinci mısra okununca Osman “doğru” dedi; ama ikinci mısrada “cennet nimetleri yok olmaz!” diye itiraz etti. Lebid şiiri tekrar edince Osman da sözlerini tekrar etti. Oradakiler öfkelenip Osman’ı dövdüler ve bir gözü morardı.
Amcası Velid bu halini görüp himayesinden çıkmasının yanlışlığını hatırlatınca Osman itiraz etti ve kardeşleriyle aynı sıkıntıları çekmekten dolayı üzülmediğini söyledi.
Müşrik kafası bunu anlamıyordu, anlayamazdı.
İman kardeşliğinin çıkar ve akrabalık ilişkisine dayanmadığını görüyorlar, ama bir anlam veremiyorlardı. Allah’a, Allah’ın istediği gibi iman etmiyor, inançlarına şirk bulaştırıyor, bu yüzden tüm değer yargılarını bir süre sonra maddi hesaplara kurban edebiliyorlardı.
İman eden güzel insanlar onların kirli siyasetlerine, çıkara dayalı sistemlerine zarar veriyordu. Bu insanlar engellenmeli, sindirilmeliydi.
Şiddettin dozunu artırdılar.
Kırbaçlananlar, hapsedilenler, taşlananlar…
Mazlum Müslümanlar, imanlarıyla imtihan edildiler.
Dönemi anlamak için en iyi örneğimiz Yasir ailesidir.
Yasir, eşi Sümeyye ve oğulları Ammar…
Ammar’ın Müslüman olmasından sonra anne ve babası da İslam’ı kabul etti.
Mekke’de kimsesizdiler ve İslam’ın azılı düşmanı olan Mahzumoğulları’na bağlı sayılıyorlardı. Sümeyye de Yasir de Ebu Huzeyfe’nin hizmetindeydiler.
Sümeyye ve ailesi Müslüman olduklarını bir süre gizlemeye gayret ettiler; ama bu fazla sürmedi. Ebu Huzeyfe’nin kabilesi Mahzumoğulları’nın İslam’a düşmanlıkta ileri giden kişileri, Yasir, Sümeyye ve Ammar’ın İslâmiyet’i kabul ettiklerini; putlara tapmaktan vazgeçtiklerini öğrendiler.
Aileyi sorguya çektiler. Allah’a teslim olmuş aile fertleri, imanlarını gizlemediler ve Müslüman olduklarını açıkça söylediler. İnsanlıktan çıkmış olan müşrikler, onları Peygamber’i yalanlamaya ve İslâm’ı inkâr etmeye davet ettiler; fakat aile direndi.
Sümeyye ve ailesini önce karanlık, rutubetli bir mahzene kapattılar.
Hakaret ettiler, dövdüler, aç ve susuz bıraktılar. Bu işkenceler onların direncini kıramıyor, imanlarını kuvvetlendiriyordu.
İşkence, hakaret ve tehditlerin onları yıldırmadığını gören müşrikler, farklı eziyet yöntemleri üzerine konuştular. Onları çölde direklere bağlayıp, kavurucu güneşin altında aç-susuz bıraktılar.
Ramda vadisinde…
İşkence çeşitlerini deniyor, kırbaçlıyor, zayıf bedenleri kan içinde bırakacak şekilde darbeler vuruyorlardı.
Sümeyye ve ailesi bu işkencelere maruz kalırken, insani hiçbir vasfa sahip olmayan müşrikler, eğleniyor, gülüyorlardı. Tek azıkları Allah’a olan imanlarıydı.
Allah Resulü aleyhissalatu vesselam, işkence yapılan Ramda vadisine geldi.
Yaşlı gözlerle baktı imanlarından dolayı ağır imtihanlara uğratılan mazlumlara.
Mahzun, üzgün; ama çaresizdi.
İşkencelerden dolayı bitap düşmüş; ama direnmekten vazgeçmeyen müminler vardı Ramda Vadisinde.
Allah Resulü aleyhissalatu vesselam, o müminleri hak yolda sebat vermesi ve başlarından o musibeti kaldırması için Allah’a dua etti.
Rabbine teslim oldu ve tevekkül etti Allah Resulü.
Mazlumlar, Peygamber aleyhissalatu vesselamı gördüklerinde sevindiler; ama onun da çaresizliğini biliyorlardı.
Acılar geçici; ama ahiret yurdu kalıcıydı, buna iman etmişti Yasir, Sümeyye ve Ammar.
Yanlarına gelen kişi iman ettikleri Muhammed aleyhissalatu vesselamdı.
“Ey Peygamber, gerçekten biz seni bir şahid, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” (Ahzab/45)
Böyle diyordu Kur’an, Aziz Peygamber için.
Zalimin zulmüne, mazlumun direnişine ve imanına şahidlik ediyordu Aziz Peygamber.
Ve Allah’tan aldığı talimatla müjde veriyordu mazlum aileye ve iman ettiği için zulme uğrayan tüm çağların mazlumlarına.
“Sabredin ey Yasir ailesi! Hiç şüphesiz, size cennet vadedildi”
Bu, yürekleri ferahlatan ve direniş azmi veren kutlu bir müjde idi.
Sümeyye ve ailesinin şehadet müjdesi...
Sümeyye ve Yasir o işkence yerinde, Ammar ise yıllar sonra savaş meydanında şehid olacaktı.
Bu müjde ile birazcık ferahladılar ve bu durum müşrikleri kudurttu.
Müşrik Mahzumoğulları topluluğunun başında Ebu Cehil vardı.
Azgınlık ve düşmanlıkta sınır tanımayan bir zalim! Arkadaşlarını işkenceye teşvik ediyordu.
İşkencenin şiddetini gittikçe artırdılar.
Tahammül sınırları zorlanmaya başlayınca ve mazlumların sesi kısılınca umutlandı zalimler.
Ebu Cehil ve çevresindekiler “artık karşı koyacak güçleri kalmadı” zannına kapılarak Sümeyye’ye doğru ilerlediler.
Ebu Cehil, Peygamber’i ve Allah’ı inkâr etmesini istedi Sümeyye’den.
Sümeyye, tüm gücünü topladı, “Putlardan ve müşriklerden uzak olduğunu” söyledi ve son bir gayretle Ebu Cehil’in yüzüne tükürdü.
Öfkeden kudurdu Ebu Cehil.
Elindeki mızrağı Hz. Sümeyye’ye sapladı.
Şehadet bir mızrak darbesi ile geldi Sümeyye’ye.
Acıları bitti ve cennete daldı gözleri.
Sümeyye şehid oldu.
Hemen ardından da hayat arkadaşı, sevgili eşi Yasir, onu takip ederek şehadete kavuştu.
Ne mutlu onlara!
En güzel neslin örnek şehidleri idi onlar.
“Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılıktır. Karşılığın en güzeli Allah’ın katındadır.” (Al-i İmran/195)
Mehmet Sait Çimen / İnzar Dergisi – Şubat 2015 (125. Sayı)
Resulullah aleyhissalatu vesselam da Allah’tan insanları İslam’a davet etmeye dair emri aldıktan sonra işe koyuldu.
En yakınlarından başlayarak insanları davet etti, çünkü ilahi buyruk böyle istiyordu:
“(Önce) en yakın akrabanı uyar.” (Şuara/214)
Allah Teâlâ: "Sen, önce en yakın akrabalarını uyar" ayetini indirince, Peygamber aleyhissalatu vesselam, Safa`ya gelip üzerine çıktı. Sonra:
"Ya Sabahah!" diye bağırdı.
Halk onun yanında toplandı. Kimisi bizzat kendisi gelmiş, kimisi de adamını göndermişti. Resulullah aleyhissalatu vesselam şöyle konuştu:
"Ey Abdulmuttalib oğulları! Ey Fihr oğulları! Ey falan oğulları! Ey falan oğulları! Ne dersiniz? Size şu dağın eteğinden bazı atlıların çıkıp baskın yapacaklarını söylesem, bana inanır mısınız?"
“Evet, sana inanırız” dediler.
Bunun üzerine Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse ben sizi, şiddetli bir azap karşısında uyarmağa memurum" dedi.
Ebu Leheb hemen: “Yuh sana! Bizi, bugün bunun için mi topladın?” dedi.
Ebu Leheb’lerin tarihin her döneminde bulunduğunu unutmayalım.
Onlar ayrıntı, onlar kısa süreli acılar veren küçük dikenlerdi.
Davet çok önemli bir vazifeydi ve öyle küçük sıkıntılar o büyük vazifeye zarar veremez, engel olamazdı.
Nitekim Peygamber aleyhissalatu vesselam da umursamadı ve davete devam etti.
Emin ve güzel insanın içtenlik ve fedakârlık yüklü daveti kısa süre içinde temiz akıl ve kalplerde karşılık bulmaya başladı.
İnsanlar, huzura, selamete, yani İslam’a gelmeye başladılar.
Mekkeli müşrikler, Resulullah aleyhissalatu vesselamın kitlelere ulaşmaya başlayan davetini etkisiz bırakmak, gözden düşürmek, insanları ona tabi olmaktan yüz çevirmek için çeşitli yollar denediler. İftiralara, hakaretlere, tehdit ve işkencelere başvurdular. Müşriklerin, aziz İslâm`ın kutlu mesajını ortadan kaldırmak, duyulmasını engellemek için gösterdikleri yoğun çabalara rağmen Müslümanların sayısı gün geçtikçe süratle arttı.
İman edenlerin imtihanlarla karşı karşıya kalmaları, işkencelere uğramaları süreci başladı. Tarih bu dönemde müthiş direniş, azim ve fedakârlık örneklerini kaydetti. Basit insanlar iman ile yüceldi ve mütekebbir zalimlere meydan okudu.
Bu durum, müşriklerin iman edenlere karşı öfkelerinin kabarmasına, şiddetin dozunu artırmalarına, aşiret ve akrabalık bağlarını koparmalarına neden oldu. Cahili hayatı benimseyip ondan kazandığı sermaye ile insanlar üzerinde rableşen zalimlerin işkenceleri her geçen gün artış gösterdi. Mazlum ve kimsesiz Müslümanlar daha çok sıkıntılarla karşılaşırken, kimsesiz olanlar için hayat dayanılmaz bir hal aldı.
Sosyal konumu ne olursa olsun Müslüman olan herkes azgın müşriklerin saldırısına uğradı. Her ne kadar kimi Müslümanlar nüfuz sahibi akrabalarının himayesi sayesinde sıkıntılarla daha az karşılaşsa da kısa süre içinde durum değişiyordu.
Hz. Ebubekir’in durumu buna iyi bir örnektir.
Hz. Ebubekir inancını yaşayamadığı için hicret etmeye karar verdi. Mekke’nin dışında İbn-i Duğunne ile karşılaştı. İbn-i Duğunne Kureyş’in nezdinde değer verilen biriydi. Hz. Ebubekir’e nereye gittiğini sordu. Hz. Ebubekir, sıkıntılarını ve inancını yaşayamadığını bu nedenle de hicrete karar verdiğini anlattı. İbn-i Duğunne, onu himaye edeceğini belirtince Hz. Ebubekir, Mekke’ye geri döndü.
Müşrikler, Hz. Ebubekir’in Kur’an okuyuşundan ve namazından rahatsız oldular. İbn-i Duğunne’ye başvurduklarında o Hz. Ebubekir’den ibadetlerini açıktan yapmamasını istedi. Hz. Ebubekir de evinin bahçesinde bir yer yaptı ve namazlarını orada kılmaya başladı.
Kısa bir sürede insanlar onun Kur’an okuyuşunu dinlemek için yaptığı yerin etrafında toplandılar. Müşrikler bundan da rahatsız olup durumu İbn-i Duğunne’ye bildirdiler. İbn-i Duğunne, Hz. Ebubekir’e şikâyetleri ilettiğinde işin rengi değişti. Hz. Ebubekir artık onun himayesini istemediğini söyledi.
Evet, İslam davetçisi bu aşamadan sonra ya himayeyi terk edecek ya da davet çalışmalarını.
Kalplerini imana açmış, imanın tadını almış olan hangi insan ahiretini birkaç günlük dünya hayatı için satardı?
Yeni Müslümanlar bunu yapmadılar ve her türlü sıkıntıya “eyvallah” dediler.
Bu meselede Osman Bin Maz’un’dan da söz edebiliriz.
Osman’ın amcası Mekke müşriklerinin önde gelenlerinden Velid bin Muğire’ydi. Velid, yeğeni Osman eziyet görmesin diye onu himayesine almıştı. Ama Osman’ın iman dolu kalbi mü’minlerin sıkıntılar içerisinde olmasından dolayı acıyla doluydu. Allah’a inananlar acılar çekmekte ve Osman rahatça her yere gidebilmekteydi.
Amcası Velid’e gitti ve üzerindeki himayesini kaldırmasını istedi.
Velid bin Muğire şaşkındı. Osman’a eğer himayeyi kaldırırsa eza göreceğini, sıkıntılarla karşılaşacağını söyledi. Himayesinden çıkmamasını istedi.
Osman bin Maz’un kararlıydı. Mü’minler işkence çekerken o bir müşrikin himayesinde rahat yaşamaktan acı duymaktaydı. Himayesini kaldırması için amcasına ısrar etti.
Velid bin Muğire, çaresiz bunu kabul etti ve Osman bin Maz’un’u da yanına alarak Kâbe’nin yanına gitti. Orada Osman üzerindeki himayesini kaldırdığını söyledi.
Osman, rahatlamıştı. Kâbe’nin yanında okunan şiirleri dinleyen insanların arasına oturdu. Ünlü şair Lebid, şiir okumaktaydı.
“Muhakkak Allah’tan başka her şey boş ve batıldır,
Bütün nimetler gelip geçici ve yok olucudur.”
Birinci mısra okununca Osman “doğru” dedi; ama ikinci mısrada “cennet nimetleri yok olmaz!” diye itiraz etti. Lebid şiiri tekrar edince Osman da sözlerini tekrar etti. Oradakiler öfkelenip Osman’ı dövdüler ve bir gözü morardı.
Amcası Velid bu halini görüp himayesinden çıkmasının yanlışlığını hatırlatınca Osman itiraz etti ve kardeşleriyle aynı sıkıntıları çekmekten dolayı üzülmediğini söyledi.
Müşrik kafası bunu anlamıyordu, anlayamazdı.
İman kardeşliğinin çıkar ve akrabalık ilişkisine dayanmadığını görüyorlar, ama bir anlam veremiyorlardı. Allah’a, Allah’ın istediği gibi iman etmiyor, inançlarına şirk bulaştırıyor, bu yüzden tüm değer yargılarını bir süre sonra maddi hesaplara kurban edebiliyorlardı.
İman eden güzel insanlar onların kirli siyasetlerine, çıkara dayalı sistemlerine zarar veriyordu. Bu insanlar engellenmeli, sindirilmeliydi.
Şiddettin dozunu artırdılar.
Kırbaçlananlar, hapsedilenler, taşlananlar…
Mazlum Müslümanlar, imanlarıyla imtihan edildiler.
Dönemi anlamak için en iyi örneğimiz Yasir ailesidir.
Yasir, eşi Sümeyye ve oğulları Ammar…
Ammar’ın Müslüman olmasından sonra anne ve babası da İslam’ı kabul etti.
Mekke’de kimsesizdiler ve İslam’ın azılı düşmanı olan Mahzumoğulları’na bağlı sayılıyorlardı. Sümeyye de Yasir de Ebu Huzeyfe’nin hizmetindeydiler.
Sümeyye ve ailesi Müslüman olduklarını bir süre gizlemeye gayret ettiler; ama bu fazla sürmedi. Ebu Huzeyfe’nin kabilesi Mahzumoğulları’nın İslam’a düşmanlıkta ileri giden kişileri, Yasir, Sümeyye ve Ammar’ın İslâmiyet’i kabul ettiklerini; putlara tapmaktan vazgeçtiklerini öğrendiler.
Aileyi sorguya çektiler. Allah’a teslim olmuş aile fertleri, imanlarını gizlemediler ve Müslüman olduklarını açıkça söylediler. İnsanlıktan çıkmış olan müşrikler, onları Peygamber’i yalanlamaya ve İslâm’ı inkâr etmeye davet ettiler; fakat aile direndi.
Sümeyye ve ailesini önce karanlık, rutubetli bir mahzene kapattılar.
Hakaret ettiler, dövdüler, aç ve susuz bıraktılar. Bu işkenceler onların direncini kıramıyor, imanlarını kuvvetlendiriyordu.
İşkence, hakaret ve tehditlerin onları yıldırmadığını gören müşrikler, farklı eziyet yöntemleri üzerine konuştular. Onları çölde direklere bağlayıp, kavurucu güneşin altında aç-susuz bıraktılar.
Ramda vadisinde…
İşkence çeşitlerini deniyor, kırbaçlıyor, zayıf bedenleri kan içinde bırakacak şekilde darbeler vuruyorlardı.
Sümeyye ve ailesi bu işkencelere maruz kalırken, insani hiçbir vasfa sahip olmayan müşrikler, eğleniyor, gülüyorlardı. Tek azıkları Allah’a olan imanlarıydı.
Allah Resulü aleyhissalatu vesselam, işkence yapılan Ramda vadisine geldi.
Yaşlı gözlerle baktı imanlarından dolayı ağır imtihanlara uğratılan mazlumlara.
Mahzun, üzgün; ama çaresizdi.
İşkencelerden dolayı bitap düşmüş; ama direnmekten vazgeçmeyen müminler vardı Ramda Vadisinde.
Allah Resulü aleyhissalatu vesselam, o müminleri hak yolda sebat vermesi ve başlarından o musibeti kaldırması için Allah’a dua etti.
Rabbine teslim oldu ve tevekkül etti Allah Resulü.
Mazlumlar, Peygamber aleyhissalatu vesselamı gördüklerinde sevindiler; ama onun da çaresizliğini biliyorlardı.
Acılar geçici; ama ahiret yurdu kalıcıydı, buna iman etmişti Yasir, Sümeyye ve Ammar.
Yanlarına gelen kişi iman ettikleri Muhammed aleyhissalatu vesselamdı.
“Ey Peygamber, gerçekten biz seni bir şahid, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” (Ahzab/45)
Böyle diyordu Kur’an, Aziz Peygamber için.
Zalimin zulmüne, mazlumun direnişine ve imanına şahidlik ediyordu Aziz Peygamber.
Ve Allah’tan aldığı talimatla müjde veriyordu mazlum aileye ve iman ettiği için zulme uğrayan tüm çağların mazlumlarına.
“Sabredin ey Yasir ailesi! Hiç şüphesiz, size cennet vadedildi”
Bu, yürekleri ferahlatan ve direniş azmi veren kutlu bir müjde idi.
Sümeyye ve ailesinin şehadet müjdesi...
Sümeyye ve Yasir o işkence yerinde, Ammar ise yıllar sonra savaş meydanında şehid olacaktı.
Bu müjde ile birazcık ferahladılar ve bu durum müşrikleri kudurttu.
Müşrik Mahzumoğulları topluluğunun başında Ebu Cehil vardı.
Azgınlık ve düşmanlıkta sınır tanımayan bir zalim! Arkadaşlarını işkenceye teşvik ediyordu.
İşkencenin şiddetini gittikçe artırdılar.
Tahammül sınırları zorlanmaya başlayınca ve mazlumların sesi kısılınca umutlandı zalimler.
Ebu Cehil ve çevresindekiler “artık karşı koyacak güçleri kalmadı” zannına kapılarak Sümeyye’ye doğru ilerlediler.
Ebu Cehil, Peygamber’i ve Allah’ı inkâr etmesini istedi Sümeyye’den.
Sümeyye, tüm gücünü topladı, “Putlardan ve müşriklerden uzak olduğunu” söyledi ve son bir gayretle Ebu Cehil’in yüzüne tükürdü.
Öfkeden kudurdu Ebu Cehil.
Elindeki mızrağı Hz. Sümeyye’ye sapladı.
Şehadet bir mızrak darbesi ile geldi Sümeyye’ye.
Acıları bitti ve cennete daldı gözleri.
Sümeyye şehid oldu.
Hemen ardından da hayat arkadaşı, sevgili eşi Yasir, onu takip ederek şehadete kavuştu.
Ne mutlu onlara!
En güzel neslin örnek şehidleri idi onlar.
“Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılıktır. Karşılığın en güzeli Allah’ın katındadır.” (Al-i İmran/195)
Mehmet Sait Çimen / İnzar Dergisi – Şubat 2015 (125. Sayı)