En Güzel Yol İle Nasihat (Mev`ize’i Hasene)
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, dinin nasihatten ibaret olduğunu bildirmiştir. Onun döneminde Ashab-ı Kiramın talim ve terbiyesi, gerek Mescid-i Nebevi’de, gerek evlerde ve gerekse dışarıda yapılan sohbet, mevize ve nasihatlerle gerçekleşiyordu.
İnsanları hakka, doğruya davet etmenin en güzel yolu, güzel bir üslupla yapılan nasihattir. Kur`an-ı Kerim`de güzel nasihatle ilgili şöyle buyrulur: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel nasihatle davet et, onlarla en güzel yol ne ise o şekilde mücadele et.” (Nahl: 125)
Kur`an-ı Kerim`in müminler, muttakiler için bir hidayet kaynağı ve bir öğüt olduğunu bildiren ayeti kerimeler bu konuda asıl öğüt kaynağının Kur`an olduğuna işaret ediyor: ancak burada hepsine değinmemiz mümkün olmadığından ayet numaralarını vermekle yetiniriz. (Bakara, 66; Âli İmran, 138; Maide, 46; Hud: 120; Nur, 34).
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, dinin nasihatten ibaret olduğunu bildirmiştir. Onun döneminde Ashab-ı Kiramın talim ve terbiyesi, gerek Mescid-i Nebevi’de, gerek evlerde ve gerekse dışarıda yapılan sohbet, mevize ve nasihatlerle gerçekleşiyordu. Düzenli bir eğitim kurumu olarak yalnız "Ashab-ı Suffa" görülür. Burası Medine`ye dışarıdan gelmiş, kimsesiz, yoksul, fakat ilim ve irfana talip sahabelerin bir çeşit yatılı okulu gibiydi. Bunlar gündüzleri mescitte ilim ve ibadetle meşgul olur, geceleri de Suffayı yatakhane ve ilmi müzakere yeri olarak kullanırdı. Öğretmenleri başta Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem olmak üzere, Abdullah b. Mes`ud, Ubey b. Ka`b, Muaz b. Cebel, Ebu Derda, Ubade b. Samit gibi bilgin sahabelerdi. (Hak Dini Kur`an Dili, II, 940)
Güzel nasihatin eğitim ve edeple de yakın ilgisi vardır. Çünkü nasihatin amacı kişileri haram ve mekruhlardan uzaklaştırarak edep sahibi kılmak, Allah (cc)’ın ve Resulü(s.a.v)’nün emir ve tavsiyelerine uymayı sağlamaktır. Edep bir terim olarak şöyle tarif edilmiştir: "Kişiyi fazilete götüren her bir güzel davranışa edep denir. Bu yüzden oturma ve kalkmaktaki güzel haller, güzel ahlâklar ve beğenilmiş hasletlerin bir araya gelmiş şekli edep sayılır." (Keşşafu İstilahati`l-Fünûn, s. 61)
Kamus mütercimi; fakihlere göre, sünnete dayalı olan hareketlere edep dendiğini kaydettikten sonra, konuyu şöyle açıklar: "Özet olarak, edebin kapsamında Allah ve Resulünün açıkça razı olduğu bilinen ahlâktan başka, şeriatın uyulmasını istediği ve aklın güzel gördüğü davranış ve sözler de yer alır. İffet, zarafet, naziklik, dürüst davranma, insaflı ve yumuşak muamele yapma ve diğer ahlâkın üstünlükleri ve güzel vasıflar bunlar arasında sayılabilir" (Kamus Tercümesi, I, 72)
Böylece Mev’ize denilen güzel nasihatin kapsamına Allah ve Resulünün emir ve yasakları girdiği gibi edep ve ahlâk konuları da girer. Emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker (iyiliği emir ve kötülükten nehiy) işi de sözlü olarak yapıldığı sürece, Mev’ize niteliğindedir.
Allah yoluna davette tedrici metot esastır. Kur`an-ı Kerîm`de Nahl suresinin 125. ayetinde Allah yoluna davette izlenecek metodun; hikmet, güzel nasihat ve en güzel şekilde mücadele olarak şu üç unsur belirlenmiştir:
a) Hikmet; hakkı açıklayan, şüpheleri gideren, aklî delilleri, Kur`an ve sünnetten ikna edici kıssa ve hükümlerin hepsini kapsar. Bilimin verilerinden yararlanarak yapılacak konuşmalar da bu niteliktedir. Bu çeşit davet daha çok aydın kesime yönelik olur. Eğitim yoluyla akli melekeleri geliştiği için, onların hikmetli söz ve veciz konuşmalarla irşadı daha kolay ve daha ikna edici olur.
b) Güzel nasihat (el-mev`izetü`lhasene); ikna edici konuşmalar ve yararlı sözler bu niteliktedir. Bu çeşit nasihat, umum halk tabakasına yararlı olur. Bunlar, toplumun çoğunluğunu teşkil eden avam olup, olgunluk sınırına ulaşmamakla birlikte, aşağı derecede bulunmayan, selim fıtratını muhafaza edegelen insanlardır.
c) En güzel mücadele; bu da inatçı, itirazcı ve muhalefeti seven kimselere karşı uygulanacak metottur. Burada, mücadeleden maksat; münakaşa, münazara ve fikir tartışmasıdır. Bunun da; nazik, yumuşak ve edep ölçüleri dâhilinde yapılması, yani mücadelede en güzel yolun izlenmesi gerekir (Fahru Razi, Tefsirül-Kebir, XX, 139-140)
Buna göre, İslami eğitim, terbiye ve irşatta önce güzel nasihat yani yumuşaklık ve tatlılık yolu denenecektir. Zira peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin irşadında, daima gönüllere hitap ettiği, katı bedevilere dahi yumuşak davrandığı, daima sevgi ve muhabbet yolunu tercih ettiğini görmekteyiz. Kur`an-ı Kerîm`de, Allah Resulü(s.a.v)’nün bu davranışı şöyle açıklanmaktadır:
"Sen, Allah`tan bir rahmet sayesinde, onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar senin çevrenden dağılıp giderlerdi" (Ali İmran: 159)
İşte izzetli ve hikmetli yol! Özellikle yöneticilikte ve muamelede bu yol, çok daha gerekli ve elzemdir. Bu konuda Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, bir münacatında şöyle buyururlar: “Ya Rabbi, bir kimse ümmetimin herhangi bir işini üzerine alır da onlara zorluk çıkarırsa, Sen de ona zorluk çıkar. Kim de ümmetimin herhangi bir işini üzerine alıp onlara rıfk ile şefkat ile davranır, yumuşaklıkla muamele ederse, Sen de ona rıfk ve mülâyemetle muamele eyle.” (Ahmed b. Hambel, Müsned, VI, 93)
Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin üstün irşad ve ikna gücünü görmek için şu çarpıcı olaya bir göz atalım; Ebu Ümame (r.a)`ın rivayet ettiğine göre, bir genç Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselleme gelerek; “Ya Resulellah! Bize zina yapmak için izin ver” dedi. Orada bulunanlar gencin üzerine yürüyerek dayak atmak istediler. Ancak Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem: “Onu bana getirin” dedi. Genç gelince Allah’ın Resulü; “Sen bu fiili annen için kabul eder misin?” diye sordu, genç; “Vallahi hayır” dedi, Allah’ın Resulü; “Başkaları da anneleri için buna razı olmazlar” dedi. Ve aynı şekilde: “Kızın için... Halan için... Teyzen için zinayı kabul eder misin?” diye soruları çoğalttı. Her seferinde gençten aldığı cevap hep; “Hayır” olunca, Allah`ın Resulü; “Başkaları da buna razı olmazlar” buyurdu. Ve sonunda elini gencin üzerine koyarak; “Ey Rabbim, bu gencin günahlarını affet, kalbini temizle, cinsiyet uzvunu haramdan koru” diye dua etti. Genç bundan sonra, harama karşı meyil göstermez oldu. (Ahmet b. Hambel, V, 257)
Bundan şunu anlamamız gerekir: Tebliğ ve irşatta, muhatabın yeteneklerini de tanıyıp ona göre davranmak gerekir. Yine “Herkese derecesine göre davranın” şeklindeki hadis-i şerifin hükmü, tedip ve eğitimin de muhatabın akıl seviyesine göre yapılmasını bildirmektedir.
Bir nasihatçinin veya hatibin, işlenen bir hatayı dinleyicilerin yüzüne vurmaması, kişileri isim olarak teşhir etmemesi gerekir. Uyarının dolaylı yoldan yapılması daha etkili sonuç verir. Hz. Enes ve Hz. Âişe`den rivayet edildiğine göre, Resulüllah sallallahu aleyhi vesellem, bir kimsenin olumsuz bir davranışını görse veya kendisine böyle bir davranış haber verilse, bu davranışı, fâili çağırıp yüzüne vurmadığı gibi, o kimseyi isim vererek teşhir etmezdi. Belki genel bir ifadeyle; "İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüyor veya şöyle şöyle yapıyorlar" diye ortadan konuşurlardı.”
Şu halde, nasihat esnasında kötü sözler kullanmaktan sakınmak gerekir. İsim vererek tenkit, tahkir, takbih, lanet, beddua, azar, sövme ve benzeri sözler "kötü söz" niteliğindedir. Bu hususla ilgili bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Mü`min, hakaret edici, lanet okuyucu, müstehcen ve çirkin laflar edici olmaz. Mümini sövmek veya ona lanet okumak, onu katletmek gibidir” (Buhari, Tirmizi)
İslami irşad ve tebliğ vazifesini yürüten kişilerin iyi yetişmiş, İslami bilgilerle mücehhez, günün pozitif bilimlerinden haberdar, belli konularda konuşma yapacaksa, konu ile ilgili bilgileri sağlam kaynaklardan toplayarak birikimli olması gerekir. Nasihatin etkili olması için, önce nasihat edicinin söylediği şeylerin kendisinde bulunması ve bunları günlük hayatında bizzat yaşıyor olması, başka bir deyimle “ilmiyle amil” olması gereklidir. Aksi halde “Ey iman edenler, yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (Saf, 2) şeklindeki ilahi ikaza muhatap olurlar.
Lokman aleyhisselam oğluna nasihatle ilgili şu evrensel öğüdü verir: “Ey oğulcağızım, namazı gereği gibi kıl; iyiliği emret ve kötülükten alıkoy. Bu konuda sana isabet edecek sıkıntıya katlan. Çünkü bunlar kesin olarak farz kılınan işlerdir” (Lokman, 17)
Hulasa, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma kabilinden olan irşad ve tebliğin birinci basmağı, hikmetle ve güzel nasihatle yapılan mücadele yöntemidir. Bu, bütün İslam toplumuna yükletilen bir farz-ı kifayedir. Yani onların içinden bir topluluk bunu yaparsa, diğerleri de sorumluluktan kurtulmuş olurlar; ama hiçbiri yapmazsa hepsi asi duruma düşerler. Bu konuda Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, şöyle buyurur: “Siz ya iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir, bir zalimi musallat eder. O zaman dua edersiniz de dualarınız kabul olunmaz” (Ebu Davud)
Mehmet Şenlik / İnzar Dergisi – Mayıs 2014 (116. Sayı)
Kur`an-ı Kerim`in müminler, muttakiler için bir hidayet kaynağı ve bir öğüt olduğunu bildiren ayeti kerimeler bu konuda asıl öğüt kaynağının Kur`an olduğuna işaret ediyor: ancak burada hepsine değinmemiz mümkün olmadığından ayet numaralarını vermekle yetiniriz. (Bakara, 66; Âli İmran, 138; Maide, 46; Hud: 120; Nur, 34).
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, dinin nasihatten ibaret olduğunu bildirmiştir. Onun döneminde Ashab-ı Kiramın talim ve terbiyesi, gerek Mescid-i Nebevi’de, gerek evlerde ve gerekse dışarıda yapılan sohbet, mevize ve nasihatlerle gerçekleşiyordu. Düzenli bir eğitim kurumu olarak yalnız "Ashab-ı Suffa" görülür. Burası Medine`ye dışarıdan gelmiş, kimsesiz, yoksul, fakat ilim ve irfana talip sahabelerin bir çeşit yatılı okulu gibiydi. Bunlar gündüzleri mescitte ilim ve ibadetle meşgul olur, geceleri de Suffayı yatakhane ve ilmi müzakere yeri olarak kullanırdı. Öğretmenleri başta Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem olmak üzere, Abdullah b. Mes`ud, Ubey b. Ka`b, Muaz b. Cebel, Ebu Derda, Ubade b. Samit gibi bilgin sahabelerdi. (Hak Dini Kur`an Dili, II, 940)
Güzel nasihatin eğitim ve edeple de yakın ilgisi vardır. Çünkü nasihatin amacı kişileri haram ve mekruhlardan uzaklaştırarak edep sahibi kılmak, Allah (cc)’ın ve Resulü(s.a.v)’nün emir ve tavsiyelerine uymayı sağlamaktır. Edep bir terim olarak şöyle tarif edilmiştir: "Kişiyi fazilete götüren her bir güzel davranışa edep denir. Bu yüzden oturma ve kalkmaktaki güzel haller, güzel ahlâklar ve beğenilmiş hasletlerin bir araya gelmiş şekli edep sayılır." (Keşşafu İstilahati`l-Fünûn, s. 61)
Kamus mütercimi; fakihlere göre, sünnete dayalı olan hareketlere edep dendiğini kaydettikten sonra, konuyu şöyle açıklar: "Özet olarak, edebin kapsamında Allah ve Resulünün açıkça razı olduğu bilinen ahlâktan başka, şeriatın uyulmasını istediği ve aklın güzel gördüğü davranış ve sözler de yer alır. İffet, zarafet, naziklik, dürüst davranma, insaflı ve yumuşak muamele yapma ve diğer ahlâkın üstünlükleri ve güzel vasıflar bunlar arasında sayılabilir" (Kamus Tercümesi, I, 72)
Böylece Mev’ize denilen güzel nasihatin kapsamına Allah ve Resulünün emir ve yasakları girdiği gibi edep ve ahlâk konuları da girer. Emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker (iyiliği emir ve kötülükten nehiy) işi de sözlü olarak yapıldığı sürece, Mev’ize niteliğindedir.
Allah yoluna davette tedrici metot esastır. Kur`an-ı Kerîm`de Nahl suresinin 125. ayetinde Allah yoluna davette izlenecek metodun; hikmet, güzel nasihat ve en güzel şekilde mücadele olarak şu üç unsur belirlenmiştir:
a) Hikmet; hakkı açıklayan, şüpheleri gideren, aklî delilleri, Kur`an ve sünnetten ikna edici kıssa ve hükümlerin hepsini kapsar. Bilimin verilerinden yararlanarak yapılacak konuşmalar da bu niteliktedir. Bu çeşit davet daha çok aydın kesime yönelik olur. Eğitim yoluyla akli melekeleri geliştiği için, onların hikmetli söz ve veciz konuşmalarla irşadı daha kolay ve daha ikna edici olur.
b) Güzel nasihat (el-mev`izetü`lhasene); ikna edici konuşmalar ve yararlı sözler bu niteliktedir. Bu çeşit nasihat, umum halk tabakasına yararlı olur. Bunlar, toplumun çoğunluğunu teşkil eden avam olup, olgunluk sınırına ulaşmamakla birlikte, aşağı derecede bulunmayan, selim fıtratını muhafaza edegelen insanlardır.
c) En güzel mücadele; bu da inatçı, itirazcı ve muhalefeti seven kimselere karşı uygulanacak metottur. Burada, mücadeleden maksat; münakaşa, münazara ve fikir tartışmasıdır. Bunun da; nazik, yumuşak ve edep ölçüleri dâhilinde yapılması, yani mücadelede en güzel yolun izlenmesi gerekir (Fahru Razi, Tefsirül-Kebir, XX, 139-140)
Buna göre, İslami eğitim, terbiye ve irşatta önce güzel nasihat yani yumuşaklık ve tatlılık yolu denenecektir. Zira peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin irşadında, daima gönüllere hitap ettiği, katı bedevilere dahi yumuşak davrandığı, daima sevgi ve muhabbet yolunu tercih ettiğini görmekteyiz. Kur`an-ı Kerîm`de, Allah Resulü(s.a.v)’nün bu davranışı şöyle açıklanmaktadır:
"Sen, Allah`tan bir rahmet sayesinde, onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar senin çevrenden dağılıp giderlerdi" (Ali İmran: 159)
İşte izzetli ve hikmetli yol! Özellikle yöneticilikte ve muamelede bu yol, çok daha gerekli ve elzemdir. Bu konuda Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, bir münacatında şöyle buyururlar: “Ya Rabbi, bir kimse ümmetimin herhangi bir işini üzerine alır da onlara zorluk çıkarırsa, Sen de ona zorluk çıkar. Kim de ümmetimin herhangi bir işini üzerine alıp onlara rıfk ile şefkat ile davranır, yumuşaklıkla muamele ederse, Sen de ona rıfk ve mülâyemetle muamele eyle.” (Ahmed b. Hambel, Müsned, VI, 93)
Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin üstün irşad ve ikna gücünü görmek için şu çarpıcı olaya bir göz atalım; Ebu Ümame (r.a)`ın rivayet ettiğine göre, bir genç Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselleme gelerek; “Ya Resulellah! Bize zina yapmak için izin ver” dedi. Orada bulunanlar gencin üzerine yürüyerek dayak atmak istediler. Ancak Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem: “Onu bana getirin” dedi. Genç gelince Allah’ın Resulü; “Sen bu fiili annen için kabul eder misin?” diye sordu, genç; “Vallahi hayır” dedi, Allah’ın Resulü; “Başkaları da anneleri için buna razı olmazlar” dedi. Ve aynı şekilde: “Kızın için... Halan için... Teyzen için zinayı kabul eder misin?” diye soruları çoğalttı. Her seferinde gençten aldığı cevap hep; “Hayır” olunca, Allah`ın Resulü; “Başkaları da buna razı olmazlar” buyurdu. Ve sonunda elini gencin üzerine koyarak; “Ey Rabbim, bu gencin günahlarını affet, kalbini temizle, cinsiyet uzvunu haramdan koru” diye dua etti. Genç bundan sonra, harama karşı meyil göstermez oldu. (Ahmet b. Hambel, V, 257)
Bundan şunu anlamamız gerekir: Tebliğ ve irşatta, muhatabın yeteneklerini de tanıyıp ona göre davranmak gerekir. Yine “Herkese derecesine göre davranın” şeklindeki hadis-i şerifin hükmü, tedip ve eğitimin de muhatabın akıl seviyesine göre yapılmasını bildirmektedir.
Bir nasihatçinin veya hatibin, işlenen bir hatayı dinleyicilerin yüzüne vurmaması, kişileri isim olarak teşhir etmemesi gerekir. Uyarının dolaylı yoldan yapılması daha etkili sonuç verir. Hz. Enes ve Hz. Âişe`den rivayet edildiğine göre, Resulüllah sallallahu aleyhi vesellem, bir kimsenin olumsuz bir davranışını görse veya kendisine böyle bir davranış haber verilse, bu davranışı, fâili çağırıp yüzüne vurmadığı gibi, o kimseyi isim vererek teşhir etmezdi. Belki genel bir ifadeyle; "İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüyor veya şöyle şöyle yapıyorlar" diye ortadan konuşurlardı.”
Şu halde, nasihat esnasında kötü sözler kullanmaktan sakınmak gerekir. İsim vererek tenkit, tahkir, takbih, lanet, beddua, azar, sövme ve benzeri sözler "kötü söz" niteliğindedir. Bu hususla ilgili bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Mü`min, hakaret edici, lanet okuyucu, müstehcen ve çirkin laflar edici olmaz. Mümini sövmek veya ona lanet okumak, onu katletmek gibidir” (Buhari, Tirmizi)
İslami irşad ve tebliğ vazifesini yürüten kişilerin iyi yetişmiş, İslami bilgilerle mücehhez, günün pozitif bilimlerinden haberdar, belli konularda konuşma yapacaksa, konu ile ilgili bilgileri sağlam kaynaklardan toplayarak birikimli olması gerekir. Nasihatin etkili olması için, önce nasihat edicinin söylediği şeylerin kendisinde bulunması ve bunları günlük hayatında bizzat yaşıyor olması, başka bir deyimle “ilmiyle amil” olması gereklidir. Aksi halde “Ey iman edenler, yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (Saf, 2) şeklindeki ilahi ikaza muhatap olurlar.
Lokman aleyhisselam oğluna nasihatle ilgili şu evrensel öğüdü verir: “Ey oğulcağızım, namazı gereği gibi kıl; iyiliği emret ve kötülükten alıkoy. Bu konuda sana isabet edecek sıkıntıya katlan. Çünkü bunlar kesin olarak farz kılınan işlerdir” (Lokman, 17)
Hulasa, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma kabilinden olan irşad ve tebliğin birinci basmağı, hikmetle ve güzel nasihatle yapılan mücadele yöntemidir. Bu, bütün İslam toplumuna yükletilen bir farz-ı kifayedir. Yani onların içinden bir topluluk bunu yaparsa, diğerleri de sorumluluktan kurtulmuş olurlar; ama hiçbiri yapmazsa hepsi asi duruma düşerler. Bu konuda Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, şöyle buyurur: “Siz ya iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir, bir zalimi musallat eder. O zaman dua edersiniz de dualarınız kabul olunmaz” (Ebu Davud)
Mehmet Şenlik / İnzar Dergisi – Mayıs 2014 (116. Sayı)