Kadın Katili Kadınlar
Siz seksen sene de kutlasanız, kadınlar için kara yazı değişmiyor.Tersine, daha da trajikleşiyor.
Cinayet, tecavüz, şiddet hiç hız kesmiyor.
Alın gazeteleri önünüze, her gün bir kadın cinayeti ile sarsılıyor ülke.
Ama bunun sıradan bir şey olduğu rehavetine o kadar kapılmış ki.
Fazla da üzerinde durmamakta.
Kadın vikontes muamelesi görmeyi beklemese de, ona reva görülen, yük hayvanı ile aynı.
Eşinden boşanmak isteyen kadının, herkesin gözü önünde yedi kurşunla susturuluşu.
İşe giden insanların çöp konteynırı başında yere yığılmış bir kadın cesedine fazla da taaccüb ettiği yok.
Eskiden yoktu bu kadar kadın cinayeti.
Modernleşen memlekette, bu tip cinayetlerin daha az olması gerekirken, daha fazla artması pek de dikkat çekmemekte.
Ne ki yine de sorun yumurta tavuk hikâyesi gibi, kadınlarda.
Sevdiğine kaçan Hatice'yi infaz emrinden mutlaka haberdardı, anne.
Baksanıza tabutuna bile yaklaşmadığına göre.
Hatice reşit.
Hayat arkadaşını seçme hakkı var.
Aile belki de karşı çıktı, o da sevdiği ile kaçtı.
Elbet şık bir evlilik biçimi değil.
Hatice'nin de yüreği yandı.
Ailesi ile birlikte, anne babası yanı başında beyaz gelinlikle çıkacağı yeni yuvasında, her şey daha mutlu olacakken.
Bir yanına sevdiğini, öte yanına anne baba hasretini alması; hayatının en güzel günlerini yeise çevirdi.
Barışalım diye ortaya düşen ağabeyine inanmaya o kadar ihtiyacı vardı ki.
O eksik kalan "sevgi puzzle"larını tamamlamaya.
Ekmek gibi, su gibi lazımdı anne babasının "seni affettik" sözcükleri.
Deniz kenarı, barışmak için iyi bir ortam olacaktı.
Harikulade güzel temiz deniz havası onun huzuruna vokal tutacaktı.
Ne ki ağabeyinin tuzağını gördüğünde vakit çok geçti artık.
Direnmiyor bile Hatice.
Deniz dalgalarının hırçın sesleri arasında, bir tavuk kesmeye kıyılamazken, Hatice'ye kıyıyor ağabeyi. Aile ancak, kızlarının cansız cesedi ile derin bir nefes alabiliyor.
Hatice'nin morgdaki cesedine bile sahip çıkmıyorlar.
Komşu kadınlar koşup omuzluyorlar, genç kızın tabutunu.
Anne, karnında taşıdığı evladına son vazifeye bile yanaşmıyor.
Hangi kara vicdanların yazdığı kara kanun gereği susuyor.
İnsan düşünmeden edemiyor.
Acaba Hatice yaşasaydı, O'da annesi gibi mi olurdu.
Kızı sevdiğine kaçtığında, o da mı oğlunu infaz timinin başında öz kızının üzerine yollardı.
Çünkü sanıyoruz ki bu batasıca töreleri tutanlar, çağlar kadar eski.
Yok değil.
Hatice daha bir çocuk.
Onu doğuran kadın da fazla yaşlı olmasa gerek.
Bu genç kadının nasıl nasırlı bir kalbi var ki, gidin kızımı ölü getirin diyebilmekte.
Ya da istemese de ölmesini; susabilmekte.
Yahut yüreği yansa da, karşı çıkmamakta.
Boşanmak isteyen kadınları sokak ortasında kurşuna dizen kocalarının annelerinde de bir sakatlık bulunmakta.
Siz o bebekleri hangi haşin sütlerle beslediniz.
Çocukken yoksa eline oyuncak tabanca mı verdiniz. Karın seni üzdüğünde, bas suratına tokadı mı dediniz.
Daha gelinliği kutusundan çıkmamış bir aylık evli kızlar boşanmak için mahkeme salonlarında.
Gerekçe şiddet.
Koca; koca koca dayaklar atmaktadır.
Yüzü gözü mosmor Ayşe Paşalı'yı anımsayanlar; bir korku filmi gibi, kolaysa elleri ile yüzlerini kapamasınlar.
Onu bu hale sokan erkeği yetiştirenler, kadınlar.
Bir yerlerde bir hatalar yapılıyor, fatura sadece erkeklere çıkartılıyor, kadınlar dönüp kendilerine hiç bakmıyor.
Şefkat ve merhameti, sevgi, hürmet, saygıyı öğretemedikleri çocukları; cinayetler işlemekte, tecavüzler etmekte, eşlerini öldüresiye dövmekte.
Acaba nerede hata ettiler.
Demir harb başlığı "Tolga"yı bile, binlerce çocuğa isim verirken mi yanlış ettiler.
Onlara küçük ördek yavrusu ya da "unutma beni" çiçeği almayarak mı?
Ya da "zünub"dan , "şeyn"den, "veyl"den bahsetmeyerek mi?
(Milli Gazete)