İstinatgah noktası
İnsan için belki hayatının yönelimlerini inşa etmede birinci derecede önemli olan husus; kendisini yaslayacağı ve bir anlamda meşruiyet zemini olan istinatgah noktasıdır. İstinatgah noktasının nasıl bulunacağı, bulunduğu taktirde bundan nasıl emin olunacağı ise yine başlı başına bir problemdir. Bir anlamda bu problemi mutlağı arayış bağlamında da inceleyebiliriz.
Ortaçağ’dan başlayarak günümüze doğru gelindiğinde, istinatgahın nasıl da insan için öncelikli bir probleme dönüştüğünü daha kolay görebiliriz. Ortaçağ Batı dünyasında din ve vahiy, büyün kamusal alanı temellük ettiği için hayatın her alanı dinle açıklanmaktaydı. Din ve onun kökenindeki vahiy, insanın istinatgah noktası olarak işlev görmekteydi. Mutlak Tanrı idi ve hakikat de ancak Ona referans yapılarak bir anlam çerçevesine kavuşuyordu.
Kilise ve geleneklere itiraz ile kendisini kuran Aydınlanma ve modernlik, hakikatin kaynağını Tanrı’dan insana doğru çevirmekle istinatgah noktasını insan kıldı. Aslında bu durum, modernliğin işi bir uçtan diğerine götürmesi ile ilgili bir süreçtir. Nihayetinde Kilisenin bütün her şeyi temellük etmesi ve Tanrı adına yaptığı tahakküm edici politikalar, Tanrı’yı da dünyanın dışına doğru ötelemiştir.
İnsanlığın modernlikle birlikte, daha iyi ve barışcıl bir dünyaya ulaşacağı vaadi gerçekleşmediği gibi, tam tersine dönmüş ve dünya büyük bir vahşetin altında kalmıştı. Nihayetinde yaşanan iki büyük dünya savaşı ve düşünsel krizler, bugün gelinen noktada insanın istinatgah olarak belirlenmesinin de ne kadar problemli olduğunu bize göstermiştir. İnsanlık bu anlayışta mutlaklaşmış ve Tanrılık iddiasına devam etmiştir.
Bu durumun farkında olarak yeni çözüm arayışları gündeme gelmiş ve ardından postmodern süreç insanlığa önerilmiştir. Herkesin hakikatinin kendisine olduğu postmodern anlayış; nihai kertede insanı bir istinatgah olarak görmeye devam etmektedir. Modernlikte genel insanlık kategorisi olarak hakikatleştirilen ve mutlaklaştırılan insan, postmodernlikte bizzat insan tekinin tüm arzu ve talepleriyle mutlaklaştırılmasına şahit olmuştur. Özellikle her bir insan mikro tanrı haline gelmiş; tüm öznelliğiyle ortaya çıkmıştır. Bu durum, insan sayısı kadar hakikatin ortaya çıkabileceği, bir hakikat parçalanması oluşturmuştur.
Böylece istinatgah noktası kaybolmuştur. Bugün insanlığın muztarip olduğu sorun budur. Charles Taylor, ünlü eseri Seküler Çağ isimli kitabının girişinde önemli bir soru sorar; “15. Yüzyılda neredeyse Tanrı’ya inanmamak mümkün değilken, içinde yaşadığımız çağda din seçeneklerden bir seçenek haline gelmiştir?” Anlaşılmaktadır ki din, köklü bir momentum noktası olma özelliğini yitirmiştir. Batı dünyası, Ortaçağ’dan edindiği tecrübe ile Tanrı’yı hayatın dışında tutma noktasında ısrarlı görünmektedir. Tabii ki karıştırdığı en önemli nokta; Tanrı adına yapıulan zulümlerin bizzat Tanrı’nın zulmü olarak okunmasıdır.
Her şeyin aynı anda doğru ve aynı anda yanlış olabildiği bu durum, insanlık için ciddi bir kriz olarak görünmektedir. İnsan, hayatını neyin üzerine inşa edeceği noktasında bir bocalama yaşamaktadır. Varoluşsal bir durum olarak görünen bu sorunun halledilebilmesi, yeniden sağlıklı bir istinatgah noktasının tespiti ile sağlanabilecektir. Zira insanın kendisi dışında bir momentum noktasına ihtiyacı vardır.
Peki bugün için istinatgah ya da momentum noktası din ve Tanrı mıdır? İnsanlar bir yandan dışarıdan müdahale istemiyorlar ama öte yandan tüm otoriter süreçlerin önündeki yığına dönüşmüş durumdalar. Hayatını kendisi kurduğunu zannediyor ama yaşadığı hayat kendine ait değil. İşte bunun farkındalığı sağlandığı zaman, sağlıklı bir istinatgah noktasının da farkına varacaktır. (Milat)