Koronavirüs Bir Emperyal Proje mi?
Koranavirüs’ün insan eliyle projelendirilmiş bir salgın olup olmadığı Wuhan’ da çıkışından itibaren tartışıyor. Birçok siyasi, aydın, entelektüel ve kanaat önderinin bu yönde beyanları var. Ama bu görüşe “hayır “ diyenler de var.
Benim kişisel kanaatim şu yöndedir: İnsanlık tarihinin en zorba, en organize, en güçlü Firavuni sisteminin / Amerika’nın (ki, burada kasıt Amerikan halkı olmayıp belki de %1’e tekabül eden ve tüm yeryüzüne tasallut ve tahakküm eden emperyal sistemin sahipleri ve organizatörleridir) olduğu bir dünyada hiçbir şeyi ama hiçbir şeyi (buna askeri, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel… vs. tüm alanlar dahildir) doğal seleksiyon olarak ele almamalıyız.
İlk temsilcisi “Kabil” olan emperyalist-siyonist zihniyet 2. dünya savaşının ardından insanlık tarihinin en büyük emperyal sömürgeci gücü Amerika olarak yeryüzüne tasallut ve tahakküm etmeye başladı.
Emperyalist-siyonist yapının en temel özelliklerinden biri yeryüzünde öyle ya da böyle var olan (herhangi bir alandaki) zaafı, sorunu alıp kullanması açık bulduğu yaralara tuz basmasıdır.
Henüz siyasi olarak olmasa da ekonomik olarak Amerika’nın tek kutupluluğuna son vermiş olan Çin’in; 3 Ulusal kalkınma bölgesi, 4 bilimsel ve teknolojik gelişme parkı, 350’ den fazla araştırma enstitüsü, 1650 ileri teknoloji işletmesi, onlarca teknik ve sosyal bilim üniversitesi ve 500 Fortune Global firmasından 230’ unun üretim tesislerin bulunduğu Wuhan eyaletinden başlayan salgının doğuşu ve gelişimi ile kuşkuların kesinlikle diri tutulması gerektiğine inanıyorum.
Bazıları virüsün Avrupa kıtası ve Amerika’ da da yayılıyor olması ve buralarda da diğer ülkelerdeki benzer kaos ve olumsuzlukları açığa çıkarıyor olması dolayısıyla koranavirüs’ ün biyolojik bir silah ya da insan eliyle projelendirilmiş bir salgın olma ihtimaline yoğun itiraz yükseltiyorlar.
Burada birkaç paradigmanın gözden kaçırıldığı kanısındayım. Bunların birincisi “Küresel sulta düzeni” olarak tanımlayacağımız zorba emperyal sistemin sahipleri tüm insan nüfusu içerisinde belki de % 1’i bile bulunmayan bir orandadır.
Rahmetli Erbakan Hoca’nın sıklıkla dillendirdiği bir “300’ler Meclisi” meselesi vardı. Erbakan Hoca emperyal-siyonizmin dünyaya yön vermek için 300 kişiden oluşan bir meclislerinin olduğunu ve bunların her gün online toplantılar yaparak tüm dünya için kararlar aldıklarını dile getiriyordu.
Benzer bir görüşün sahibi de eski İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’tı. Ahmedinejad cumhurbaşkanı olduğu dönemde emperyal-siyonizm cephesini içlerinde İngitere Kraliçesi’nin de olduğu 7 kişilik bir kurulun yönettiğini iddia etmişti.
Rockefeller, Rothschild ve Soros sayıları 2.500’ü geçmeyen aileler, Bill Gates Vakfı benzeri kuruluşlar ve küresel çok uluslu şirketlerin kontrol ettikleri ekonomik kaynaklar, geri kalan milyarların sahip olduklarından kat be kat fazla.
İşte bahsettiğimiz bu %1 açısından amaçlarına ulaşmak ve dünyaya istedikleri şekli vermek için ortalama hiçbir toplum ve halkın değeri yoktur. Normal zamanlarda din ve etnisiteye göre belirli öncelemelerinin olması menfaatleri söz konusu olduğunda yok olur. 1 ve 2. Dünya savaşı bu tespitlerin canlı örnekleri olarak gözümüzün önünde durmaktadır.
İkincisi: “Kısmi olarak kontrolden kaçırmak” olarak tanımlayabileceğimiz bir durum da var. Bunun en güzel örneği IŞİD meselesidir. Hepimizin bildiği gibi IŞİD’in kurucusu ve finansörü Amerika’dır. Ancak serüvenin bir noktasında kısmi olarak kontrolden çıkan IŞİD, Amerika’yı da hedef ilan etti ve bu ikisi bazı merhale ve düzeylerde karşı karşıya geldiler.
Üçüncüsü: Eğer bir güç küresel bir dizayn peşinde ise doğal olarak kaosun da küresel olması gerekir. Yerel ve lokal bir kaostan küresel bir düzen kurulamayacağını öngörmek için allame olmaya gerek yoktur. Bugün Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği, İsrail, IMF, Dünya Bankası ve diğer alt kuruluşlarıyla dünyaya verilmiş düzenin 2. Dünya Savaşı (sonucu ile) kurulabildiğini hatırlamamız tespitimizin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
İnsanlık Koronavirüs salgınını öyle ya da böyle yenecektir. Ancak bunun deneme olduğunu ve ardından belirli aralıklarla yeni taarruzların geleceğini öngörmek de bir kehanet değildir.
Koronavirüs salgını dolayısıyla küresel kapitalist bir düzen kurmuş olan emperyal-siyonist sistem dünyayı birçok alanda bir testten geçiriyor. Peki, test edilenler nelerdir?
1- Hangi ülke hangi toplum kaos anında ne yapabiliyor? Organize ve ağır toplumsal stres ve baskıyı yönetme kabiliyetleri nedir?
2- Koranavirüs salgınının toplumlar, ülkeler ve küresel boyutla en çok tehdit ettiği alan hiç kuşkusuz ekonomi. Enfekte olan herkese karantina ve tedavi uygulanmasının insanın hayatına dair bir her alanın dezenfekte edilmesi üretimin durması, iş kaybı, tüm enerjinin sağlık sektörüne verilmesi, ticari hayatın durgunlaşması, turizmin durma aşamasına gelmesi, hava, deniz ve kara ulaşımlarının sınırlandırılması; sportif, sanatsal, sosyal, siyasal ve kültürel etkinliklerinin iptali ile doğal kayıplar dikkate alındığında devasa bir ekonomik kırılma yaşandığını görüyoruz. İşte bu durumda hangi ülke hangi iktidar ayakta kalabilecek? Kimler iflas edecek ve daha çok bağımlılaşacak yani köleleşecek?
3- Neredeyse yeryüzünün her yanında toplu dinsel ibadet ve ritüelin askıya alındı. En kutsal mabetler ibadet ve ayinlere kapatıldı. Ve dinler tamamen bireysel bir düzeye indirgendi. Şu test ediliyor; acaba dinlerin toplum üzerindeki etkisi kaldırılabilir ya da en azından minimize edilebilir mi?
4- Birçok ülkede koranavirüs tedbirleri dolayısıyla en temel ve insani yaşam haklarına (nisbi olarak haklılıkla) kısıtlama getiriliyor. Ve kitleler en temel ve insani yaşam haklarına kısıtlama getirilmesini ayakta alkışlıyor ve hatta omuz veriyor. Hükümetleri (veya toplumu ilgilendiren her hangi bir sorunu / uygulamayı) protesto yöntemleri gittikçe daralıyor hatta toplumsal tepki alternatifleri nerdeyse tükendi. Test edilen şu: Kitleler otoriteye / güce mutlak itaat eder hale getirilebilirler mi?
5- Tüm dünyada değer ve etkisi daralmış olan televizyon yayıncılığı karantina, sokağa çıkma yasağı dolayısıyla toplumların eve kapanması ile tekrar hayal edilemeyecek bir konum kazandı. Ana akım televizyonlar genel olarak hükümetlerin kontrolünde olduğu da bir gerçeklik. Test edilen şu: Farklı kanallardan farklı seslerden aynı şeyleri duyan toplumlar, yaklaşık olarak aynı şeyleri düşünüp aynı şeyleri mi konuşacaklar?
6- Virüs taşıma özelliği ile karantina ve sokağa çıkma yasakları dolayısıyla kağıt ve madeni para kullanımı tarihin en dip noktasına doğru hızla giderken; kredi ve banka kartı kullanımı da kendi tarihinin pik noktasına doğru ilerliyor. Test edilen şu: Neredeyse yüzyıldır dünya ekonomisine hükmeden doların egemenliğinin kırılmaya başladığı şu dönemde “dijital para”ya geçilebilir mi?
7- Bazıları online olarak eğitime devam etme çabasında olsalar bile Koranavirüs dolayısıyla birçok ülkede okullar tatil. Bazı yönleri çok eleştiriliyor olsa da okullar insan eğitiminin en önemli parçası. Yeryüzünde etkileşim, dayanışma, yardımlaşma ve rekabetin olmadığı; ödüllendirme ve cezalandırmanın yapılmadığı bir insan eğitimi açığa çıkıyor. Ve test edilen şu: Sosyal ve toplumsal yönü neredeyse sıfırlanmış bir insan üretmek mümkün mü?
8- Uzun süre ölüm ve açlık korkusu ile doğadan ve toplumdan uzak yaşayarak ağır stres altında bunalan kitleler kendilerine sunulacak “biyolojik çip” önerisine hazır hale gelecekler mi?
9- Ekonomik olarak Çin, siyasi olarak İran bitirilebilir mi? Avrupa Birliği dağıtılıp bir güç olmaktan çıkarılabilir mi? Hiç kuşkusuz test edilen alanların en önemlileri.
10- Büyük Ortadoğu Projesi ve bu projenin devamı olarak Yüzyılın anlaşmasına karşı dirençler kırılıp, tüm dikkatler başka yönlere kaydırılabilir mi?
Peki, ne olacak? Şunu ifade edelim ki, her kriz ve kaos kendinden daha büyük bir fırsat ve rahmeti bağrında barındırmaktadır. Yeter ki insan önce direnebilsin ve sonra da rahmeti arzulasın.
Koronavirüs sonrası dünyanın öncesi ile aynı olmayacağı kesin. Çin’in ve doğal olarak Sosyalizmin popülaritesinin artacağı, İran’a uygulanan ambargonun kırılacağı, Avrupa Birliği’nin büyük bir sarsıntı geçireceği, Avrasya Cephesi olarak adlandırılan Rusya, İran ve Çin blokunun Amerika’nın tek kutupluluğuna denge getirecekleri benim öngörülerim.
Şunu tekrar etmek istiyorum ki, her kriz ve kaos kendinden daha büyük bir fırsat ve rahmeti bağrında barındırmaktadır. Yeter ki insan önce direnebilsin ve sonra da rahmeti arzulasın.
(Kemal Şükrü SEVİNDİK)