Dünya koronavirüs sonrası nasıl bir yer olacak? – 12 sosyal bilimci yorumu
Foreign Policy, 12 farklı düşünür ve sosyal bilimciye koronavirüs sonrası dünyanın nasıl bir yer olacağını, siyasi ve ekonomik olarak ne gibi değişiklikler yaşanabileceğini sordu.
Daha kapalı, daha muhtaç ve daha az özgür bir dünya
Harvard Üniversitesi’nden Uluslararası İlişkiler profesörü Stephen M. Walt’a göre, koronavirüs salgını devlet ve milliyetçilik kavramlarını güçlendirecek. Farklı tipteki çok sayıda hükümet, krizi doğru yönetebilmek için bir takım acil durum önlemleri alacak ve kriz bittiğinde birçoğu bu önlemlerin kendilerine tanıdığı imkanlardan vazgeçmek istemeyecek.
COVID-19, ayrıca Batı ülkelerinden Doğu ülkelerine geçen güç ve nüfuzu hızlandıracak. Walt’a göre Güney Kore ve Singapur salgına en iyi tepkileri veren ülkeler. Çin’de başlangıçta yaptığı hatalardan sonra yerinde önlemler aldı. Ancak Avrupa ülkeleri ve ABD’de salgına karşı verilen tepkiler bu ülkelere oranla daha yavaş ve gelişigüzeldi. Bundan dolayı, bir anlamda Batı markasının üzeri lekelenmiş oldu.
Bu salgınla beraber değişmeyecek olan şey ise küresel siyasetin temelde çelişkili olan doğası. Koronavirüsten önceki veba salgınları, büyük güç rekabetlerine son vermedi ya da yeni bir küresel işbirliği çağını beraberinde getirmedi. Koronavirüsü salgınından sonra da bu yaşanmayacak. Walt’a göre, vatandaşlar kendilerini korumaları ulusal hükümetlere güvenmeye devam edecek ve hükümetler büyük şirketlerle beraber ülkelerin zayıf taraflarını geliştirmek için çalışmaya devam edecek. Bundan sonraki süreçte, hiperglobalizasyon dalgasında ise belli oranlarda bir azalma gözlemleyebiliriz.
Walt’a göre COVID-19 kısaca daha kapalı, daha muhtaç ve daha az özgür bir dünya yaratacak. Ölümcül bir virüs, yetersiz planlama ve eksik liderlikle birleşerek insanlığı yeni ve endişe veren bir rotaya soktu.
Bildiğimiz küreselleşmenin sonu
Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün (Chatham House) genel müdürü Robin Niblett ise koronavirüs salgınını, ekonomik küreselleşme anlamında “devenin sırtını kıran bir saman” olarak nitelendiriyor. Çin’in büyüyen ekonomik ve askeri gücü, ABD’yi, Çin’i büyüyen teknoloji ve fikri mülkiyetten soyutlayarak bütün müttefiklerin de aynı şeyi yapmaları için çift taraflı bir anlaşma yapmaları konusunda kışkırtmıştı. Karbon emisyonlarınının azaltılması hedefi için artan kamusal ve siyasi baskılar ise, çok sayıda büyük şirketin uzun mesafeli tedarik zincirlerine olan güvenlerini sorgulamalarına sebep olmuştu. COVID-19 şu an hükümetleri, şirketleri ve toplumları uzun süreli ekonomik izolasyon dönemleriyle başa çıkabilme kapasitelerini arttırmaları için zorluyor.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, dünyanın 21.yüzyılın başlarındaki küreselleşme fikrine dönmesi pek olası gözükmüyor. Niblett’e göre, paylaşılan ortak kazanımları küresel ekonomik entegrasyona karşı koruma planları teşvik edilmeden, 20.yüzyılda oturtulan ekonomik yönetim şablonu gittikçe körelecek. Bundan dolayı da siyasi liderlerin, uluslararası işbirlikleri içerisinde jeopolitik rekabetlere girmemeleri çok büyük bir öz disiplin gerektirecek.
Niblett’e göre dünyanın dört bir yanındaki siyasi liderler, vatandaşlarına COVID-19 krizini yönetebileceklerini kanıtlamak açısından siyasi sermaye kazanımına yönelecekler. Bu doğrultuda başarısız olan siyasi liderler de bu başarısızlıklarındaki suçu başkalarının üzerine yıkmayı tercih edecek.
Çin merkezli bir küreselleşme
Singapur Ulusal Üniversitesi’nden Çin uzmanı Kiskore Mahbubani ise COVID-19’un küresel ekonomik düzeni temel bir değişikliğe uğratacağını düşünmüyor. Mahbubani’ye göre bu salgın yalnızca şuan da devam eden ABD merkezli küreselleşmeden Çin merkezli küreselleşmeye geçiş sürecini hızlandıracak.
Mahbubani’ye göre Amerikan nüfusu küreselleşmenin ve uluslararası ticaretin faydalarına olan inancını çoktan yitirdi. Çin ise bu konudaki inancını her geçen gün tazeliyor. Elbette bunun kökeni 1842-1949 arasındaki tarihsel olaylara dayanıyor. Bu süre içerisinde kendini dünyadan izole eden Çin, son yarım yüzyılda ise küreselleşmenin içine daha çok dahil olarak müthiş bir ekonomik canlanma elde etti. Bu durum Çin halkına aynı zamanda kültürel de olan bir güven patlaması yaşattı ve diğer ülkelerle rekabet edebileceklerine olan inançlarını arttırdı.
Mahbubani, “Çin Kazandı mı?” adlı kitabını referans göstererek ABD’nin önünde iki farklı yol olduğuna dikkat çekiyor. Mahbubani’ye göre eğer ABD küresel liderliğini korumak istiyorsa Çin’le kıyasıya bir siyasi ve ekonomik yarışa girmek zorunda. Bununla birlikte, ABD’nin hedefi dışardaki üstünlükten çok Amerikan halkının düşen refah seviyesini yukarıya çekmek ise Çin’le sıkı bir işbirliği yapmak zorunda. Mahbubani’ye göre ise ABD’nin Çin’le işbirliği yapması kendisi açısından en mantıklı yol olacak.
Demokrasiler kabuklarını kıracak
Princeton Üniversitesi’nden uluslararası siyaset profesörü John Ikenberry’e göre ise mevcut salgın krizi Batı dünyasındaki mevcut tartışmaları iyice alevlendirecek. Milliyetçi anti-küreselciler, Çin yanlıları ve liberal enternasyonalistlerin hepsi siyasi argümanlarını güçlendirmenin yollarını bulmak için çalışacaklar. Ikenberry için virüsün yarattığı iktisadi hasar ve toplumsal çöküş göz önüne alındığında; kısa vadede milliyetçiliğe kayış, büyük güç rekabeti ve stratejik ayrışmalar dışında bir gelecek görmek zor.
Ancak tıpkı 1930’lar ve 40’larda olduğu gibi, İkinci Dünya Savaşı döneminde Roosevelt ve diğer önemli figürler tarafından benimsenen inatçı bir enternasyonalizm benzeri bir karşı siyasi akım da gündeme gelebilir. Ikenberry’e göre dünya ekonomisinin 1930’larda yaşadığı çöküş, modern toplumların birbirleriyle ne kadar bağlantılı olduklarını ve Roosevelt’in ‘bulaşma’ diye nitelendirdiği bu duruma karşı ne kadar savunmasız olduklarını gösterdi. ABD, bu modernite tehdidinden belki daha az etkileniyordu ama Roosevelt ve önde gelen diğer enternasyonalistler, savaş sonrası dönemde bu modern toplum tehdidini yönetebilmek için yeni koruma biçimleri ve kapasiteleri içerisinde barındıran kapsamlı bir sistem inşa ettiler.
Bu salgın sonucunda, ABD ve diğer batı demokrasileri, tıpkı o zamanlarda da ortaya çıkan bir kırılganlık içerisinde tarihin tekerrür etmesini sağlayabilir. Ikenberry’e göre salgına verilen tepki ilk başta oldukça milliyetçi ve dışa kapalı bir yapıda seyredecekken; uzun vadede, demokrasiler yeni türde bir pragmatik ve koruyucu enternasyonalizm için arayışlara başlayacaklar.
Daha düşük kar, daha çok istikrar
ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin önemli isimlerinden Shannon K. O’Neil ise COVID-19’u küresel üretimin temel ilkelerini baltalayan bir salgın olarak nitelendiriyor. O’Neil’a göre şirketler küresel üretime hakim olan çok ülkeli tedarik zincirlerini küçültme yolunu tercih edebilirler.
O’Neill, Çin’in ucuz işgücü, Trump’ın ticaret savaşı, teknolojik ilerlemeler ve artan işsizlik doğrultusunda zaten ateş hattında olan küresel tedarik zincirlerinin COVID-19 sebebiyle ortaya çıkan fabrika kapatmaları, stok sıkıntıları ve ilaç piyasasındaki dalgalanmalarla beraber daha çok zarar göreceğini öne sürüyor.
Salgından dolayı şirketlerin verimliliği azaltarak ihtiyaç fazlası üretime yöneleceğini ve bu doğrultuda hükümetlerin de çeşitli rezerv planları oluşturmaya yöneleceğini belirten O’Neill, karlılığın düşeceğini ama üretim ve arz istikrarının artacağını öngörüyor.
Salgın yararlı bir amaca hizmet edebilir
Brookings India enstitüsünden Shivshankar Menon’a göre salgının etkileri konusunda konuşmak için henüz çok erken ama belirgin olarak gözüken üç sonuç var. ilk olarak bu salgının hem devlet içinde hem de devlet arasındaki politika değişimlerini beraberinde getireceği. Menon’a göre hükümetler salgını önledikleri ve salgının ekonomik getirilerini yönetebildikleri oranda ön plana çıkacaklar ama iki türlü de önemlerini arttırmış olacaklar. Şimdiye kadar görüldüğü üzere otoriter ve popülist rejimler, salgını idare etme konusunda diğerlerine göre daha iyi bir konumda değil. Popülist veya otoriter rejim özelliği taşımayan Güney Kore ve Tayvan örnekleri bu konudaki en iyi referans.
İkinci olarak ise, bu salgın dünya ülkelerinin aslında birbirlerine ne kadar bağlı olduklarını açıkca gösteriyor ama şu an ülkeler daha özerk ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmelerini sağlayacak politikaları destekliyor gibi görünüyor. Bu da bize daha fakir daha yoksul ve daha küçük bir dünya getirebilir.
Son olarak ise Manon’a göre gelecek için umut ve mantık teşkil eden çok sayıda gelişmeyi de gözlemleyebildiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Hindistan’ın Güney Asya’daki diğer ülkelerle yaratmaya çalıştığı işbirliği bunun önemli bir örneği. Manon’a göre bu salgın, karşı karşıya olduğumuz küresel tehditler karşısında ülkelerin işbirliği yapmaya ve beraber çalışmaya olan ilgilerini keşfetmelerine sebep olursa, ilerisi için oldukça faydalı bir amaca hizmet edebilir.
ABD yeni bir stratejiye ihtiyaç duyacak
Harvard Üniversitesi profesörü Joseph S. Nye’e göre, COVID-19 salgını Trump’ın 2017 yılından beri yürüttüğü yeni ulusal güvenlik planının yetersiz olduğunu açığa çıkardı. ABD bir küresel güç olsa bile yalnız hareket ederek bu güvenlik amacına erişemez. Richard Danzig’in 21.yüzyıl teknolojilerinin yalnızca dağıtım anlamında değil aynı zamanda uygulama pratikleri içerisinde de global olduğunu savunan görüşlerini referans gösteren Nye, COVID-19 ve iklim krizi gibi uluslararası sorunlarda Amerikan gücünü diğer ülkelerin gücünün üstünde görmenin yanlış olduğunu söylüyor. Her ülkenin kendi çıkarlarını öne çıkardığını belirten Nye, bu çıkarların ne denli geniş ya da daraltılmış olduğunun önemli bir soru olduğuna dikkat çekiyor ve COVID-19’un dünyaya yeni stratejiler yaratma konusundaki yanlışlarını net bir biçimde göstereceğini öne sürüyor.
COVID-19’un tarihini galip gelenler yazacak
Aynı zamanda eski bir Amerikan deniz piyadesi ve NATO güvenlik sekreteri olan Brooks Institute temsilcisi John Allen’a göre ise her zaman olduğu gibi COVID-19 krizinde de tarih ‘galip gelenler’ tarafından yazılacak. Hastalığın toplumsal gerginliğinin her ülkede hissedildiğine dikkat çeken Allen’a göre siyasi, ekonomik sistemlerin devamlılığının yanında halk sağlığını ön plana çıkaran ülkeler, salgında yıkıcı sonuçlar yaşayan ülkelere göre daha başarılı olacak. Bazı ülkeler bu salgını demokrasinin, çok taraflılığın ve evrensel sağlık hizmetlerinin kesin zaferi olarak görecekken bazıları için ise bu salgın otoriter rejimlerin faydalarını vitrine koymak için bir fırsat olacak.
Allen’a göre salgın iki türlü de, uluslararası güç yapısını yalnızca hayal edebileceğimiz bir karışıklığın içine sokacak. COVID-19’un ekonomik faaliyetleri bastırmaya ve ülkeler arasındaki gerginliği devam ettirmeye hizmet edeceği ise kesin. Eğer işletmeler kapanır ve işgücü azalırsa, uzun vadede ise bu salgın, küresel ekonominin üretken kapasitesini önemli ölçüde azaltacak. Bu durumdan özellikle gelişmekte olan ülkeler ve sigortasız işçi çalıştıranlar daha çok etkilenecek. Sonuç olarak uluslararası sistem büyük bir baskının altında kalacak ve bu da istikrarsızlığı ve ülkeler arasındaki çıkar çatışmalarını daha çok arttıracak.
Küresel kapitalizm için dramatik bir süreç
Eski Dış İlişkiler Konseyi çalışanı, Pulitzer ödülü sahibi Laurie Garrett’a göre, COVID-19’un yarattığı temel şok, küresel tedarik zincirlerinin ve dağıtım ağlarının tamamen savunmasız olduğunun açığa çıkması. Garrett’a göre koronavirüs salgını sadece uzun süren ekonomik etkilere sahip olmayacak aynı zamanda küresel ekonomide temel değişimlerin yolunu açacak. Garrett, küreselleşmenin stoklamanın yüksek maliyetlerini aşarak şirketlerin ürettikleri ürünleri tüm dünyaya hızlı bir şekilde nakletmesinin ve bu ürünlerin hızlı bir şekilde tüketilmesinin önünü açtığını fakat birkaç günden fazla süre raflarda duran ürünlerin piyasa aksaklığına yol açtığı bir ortamda; COVID-19’un yalnızca insanları değil global ekonomik sistemi de hasta ettiğine inanıyor.
Dünyanın Şubat’tan beri yaşadığı finansal piyasa krizine dikkat çeken Garrett, şu an şirketlerin tam zamanında üretim ve küresel dağıtım stratejilerinin sekteye uğradığını öne sürüyor. Sonuç olarak küresel kapitalizmde yeni bir çağın yaklaştığını ve bu çağda tedarik zincirlerinin lokalleşeceğini ve aksaklıklara karşı koruma sağlamak açısından fazlalılaştıracağını belirten Garrett, bunun şirketlerin kısa vadeli karlarında önemli azalmalar yaratacağını ama global ekonomik sistemin eskisine oranla daha esnek bir hal alacağını söylüyor.
Devletlerin başarısızlığı
Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard N. Haass, koronavirüs krizinin ülkeleri iç meseleleri dış meselelerden daha çok düşünmeye iteceğini savunuyor. Haass’a göre tedarik zincirindeki kırılganlık göz önüne alındığında, ülkelerin kendine yeterlilik stratejisi içerisindeki hamlelere yönelmesi; göçlere karşı oluşan tepkilerin büyümesini, ekonomik sorunlarınların vatandaşların üzerine bindirdiği yükün azaltılmaya çalışılmasını ve iklim krizi gibi küresel sorunların ikinci plana atılmasını beraberinde getirebilir.
Oluşacak ekonomik sıkıntılarla beraber birçok devletin başarısızlıklarıyla doğru oranda zayıflayacağını belirten Haass, salgın krizinin gittikçe kötüye giden Çin-Amerikan ilişkilerini daha da kötüye götüreceğini, Avrupa entegresyonunu zayıflatacağını öne sürüyor. Olumlu taraftan ise, Haass’a göre küresel halk sağlığına verilen önem artacak. Ancak genel olarak, küreselleşme içerisinde gelen bir kriz, dünyanın mevcut sorunlarla başa çıkma konusundaki istekliliğini ve kapasitesini arttırmak yerine azaltacak.
ABD liderlik testini geçemedi
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden genel müdür yardımcısı Kori Schake ise, kriz sonrası ABD’nin, kişisel çıkarlarını koruma politikası ve beceriksiz politikaları ışığında artık uluslararası bir lider olarak görülmeyeceğini öne sürüyor. Salgının küresel etkilelerinin, uluslararası organizasyonlar tarafından sağlanan erken bilgi akışı ve önlem listesiyle hükümetler tarafından azaltılabilecek oluşuna dikkat çeken Schake, ABD’nin bunu organize ederek kendi çıkarlarını koruma politikasıyla beraber başka ülkelerin çıkarlarını da koruyabilecek olduğuna ama bunu yapmadığını belirtiyor. Washington yönetiminin bu liderlik testini geçemediğini öne süren Schake şuan dünyanın içinde bulunduğu kötü durumu da buna bağlıyor.
İnsan ruhunun gücünü her ülkede görüyoruz
Harvard Kenny School’dan profesör Nicholas Burns’e göre ise COVID-19 bu yüzyılın en büyük küresel krizi çünkü derinliği ve ölçeği çok büyük. Dünyadaki 7.8 milyar insanın tamamı tehdit altında. Bu salgının yaratacağı mali ve ekonomik kriz, 2008 global ekonomik krizinin kötü sonuçlarını aşabilir.
Uluslararası işbirliğinin bu salgında yetersiz kaldığına dikkaten çeken Burns, ABD ve Çin’in salgından kim sorumlu tartışmalarını bir kenara bırakmaması ve daha etkili liderlik gösterememesi durumunda önemli ölçüde bir güvenilirlik kaybı yaşayacaklarını düşünüyor. Burns, Avrupa Birliği’nin yaklaşık 500 milyon vatandaşına daha iyi yardımlar sunamaması halinde ise ulusal hükümetlerin Brüksel yönetimine göre daha güçlü bir konuma gelebileceğini öne sürüyor.
Burns’e göre şu an salgın için en büyük direnç, dünyanın her ülkesinde insan ruhunun gücünü ortaya koyan doktorlar, hemşireler, siyasi liderler ve vatandaşlar. Bu da, dünya üzerindeki herkes için bu salgının alışılagelmiş sonuçlarıyla savaşırken bir umut niteliği taşıyor.
(Foreign Policy - Çeviri: Engin Deniz İpek, medyascope)