Direniş Cephesi Nil'den Fırat'a uzanan bölgede siyonistlerin planlarını nasıl bozdu
Bölge meseleleri uzmanı İranlı tanınmış analist Hüseyin Ruyveran'ın, 16 Eylül 1982'de Siyonist rejim ordusu tarafından gerçekleştirilen Sabra ve Şatilla katliamlarının yıl dönümü münasebetiyle Qodsna'ya yaptığı açıklama da önemli konulara temas etti.
Hüseyin Ruyveran'ın yaptığı analiz ve değerlendirmelerde ön plana çıkan konular şöyle oldu: Kesinlikle, Siyonist rejim o gün, tüm insan haklarını çiğneyerek, çok bariz bir katliam gerçekleştirmiştir. Siyonistler bu katliamın ilk ve asıl sorumlularıdır. Cenevre Sözleşmesi ve Ek Protokolüne göre, işgal altındaki ülkenin her türlü güvenliğinden işgalci güç sorumludur. O halde bu katliamın ilk ve son sorumlusu Siyonist rejimdir. Tabi ki, katliamın mimarı Ariel Şaron'un bizzat kendisinin de bölgede bulunduğuna dair şahitller var.
Siyonistler bu katliamda, Falanjist güçlerden yardım almış olsalar da katliamın asıl sorumlusu kendileridir.
Aynı şekilde Amerikalılar da bu katliamda rol oynamıştır. Zira Filistin Kurtuluş Örgütü güçleri Falanjistler ve İsrail ordusu tarafından 79 gün boyunca Lübnan'da muhasaraya alınmıştı. Amerikalılar da müzakere yoluyla konuya dahil olmuş, müzakereci Philip Habib, Falanjistler ve örgüt arasında, örgütün Lübnan'ı terk etmesine dayanan bir anlaşma sağlamıştı ve Amerika da kampın güvenliğini sağlama garantisi vermişti. Ancak kamp saldırıya uğradı ve bu da Amerika'nın işbirlikçi olduğunun göstergesiydi.
Bu katliamın asıl amacı, kamptaki Filistinlilerin ümitsizliğini artırmaktı. Yani İsrail, örgütün askeri yenilgisinden sonra, mültecilerin umutsuzluğa kapılarak bölgeyi terk etmelerini ve İsrail'in de o önemli hedefine ulaşabilmesini amaçlıyordu. Çünkü Filistinliler, işgal toprakları sınırlarına yakın oldukları müddetçe Filistin'e geri dönmeyi isteyeceklerdir. İşte buna engel olmak da siyonist rejimin en önemli hedeflerinden biriydi.
İkinci hedefleri ise Lübnan'daki güç dengesini Falanjistler lehine değiştirmekti. Lübnan o dönemde iç savaşla boğuşuyordu ve Falanjistler Direniş Güçleri ve Filistinlilerin karşısında yer alıyordu. Dolayısıyla Filistinlilerin bastırılması, Falanjistlerin, Lübnan sahnesindeki konumunu tahmin edilemeyecek şekilde değiştirmiş oldu. Bundan dolayı Lübnan parlamentosu baskılar altında "Cemayel"i başbakan olarak seçmiştir.
Kesinlikle yaşanan şey bir savaş suçu ve insanlık dışı bir katliamdı. Lahey gibi uluslarası mahkemeler bu tarz katliamları soruşturur, katilleri de yargılar. Bu katliamın Lahey'de (uluslararası mahkeme) soruşturulması mümkünken maalesef şimdiye kadar böyle bir girişimde bulunulmadı ve bu da uluslarası birçok kuruluşun idaresinin batılıların elinde olduğunun bir göstergesidir.
Siyonist rejim, batılıların ortak bir yapımıdır ve her bir Batı ülkesi, bu katilin ortaya çıkmasında rol oynamıştır; İngiltere İsrail'i kurmuş, Amerika İsrail'in bekasını sağlamış, Fransa nükleer programı İsrail'in iradesine bırakmış ve Almanya da İsrail'e yıllık ekonomik yardımı üstlenmiştir. Çünkü Batılıların hepsi bu projede ortaktır ve kendileriyle de çelişemezler. Evet, Batı toplumları itiraz edebilirler. Ancak, askeri siyasi düzenleri asla... Dolayısıyla yapılan itirazların çoğu gösteri amaçlıydı ve Batılılar Lübnan'a uluslarası kuvvetler sevk ederek İsrail'e yardım ettiler ve israil'in Lübnan'daki varlığını güçlendirdiler.
Siyonist rejim, Forison, Garaudy ve diğer onlarca ismin reddetmesine rağmen, kendilerinin 2. Dünya savaşında Avrupa'da soykırıma maruz kaldıklarını iddia ediyor. Ancak Siyonistler Holokostu gündeme getirerek işgal topraklarını şöyle göstermeye çalışıyor; ya da diğer bir ifadeyle israil; "biz geçmişte bir soykırıma uğradık. Şimdi de Filistin'e geldik diye kimsenin bizimle bir işi olmasın" demeye çalışıyor. Oysa, hatta gerçekten böyle bir katliama maruz kalmış olsalar dahi, dediklerine göre bu olay Avrupa'da yaşandı ve Filistinlilerle hiçbir ilgisi de yok ki, bu insanlar bu suçun cezasını çekmek zorunda kalsınlar?!
Eskiden Avrupa'da Evrensel Yargı denilen bir şey vardı. Yerel mahkemelerin uluslararası geçerliliği oluyordu ve ülke dışında da icra edilebiliyordu. Ancak bu fırsat İsrail aleyhine kullanılmaya başlanınca ülkeler Evrensel Yargıyı sınırlandırdılar. Sabra ve Şatilla katliamlarında zarar gören tüm herkes Belçika'da, mahkemeye müracaat etmiş ve şikayetler göz önünde bulundurularak birçok Siyonist general takibe alınmıştı. Ancak bu gelişmelerden sonra, Tel Aviv makamları bir tehlike hissetmesinler diye, Siyonist rejim aleyhine olan tüm yargı dosyalari kapatıldı.
Siyonist rejim batının, özellikle de Amerika'nın desteğiyle her zaman kanun dışı davranmıştır. Öte yandan Amerika, veto hakkından da faydalanarak rejimin katliamlarının yargılanmasının önüne geçmiştir. Örnek olarak; 2008'deki Gazze savaşı. İsrail kullanımı yasaklanan silahlarla çok sayıda katliam gerçekleştirdi. Özellikle de mültecilerin yerleştirildiği BM okullarında.
Siyonist rejim bu savaşta da çok sayıda katliama imza attı ve BM, işgal topraklarına, Yargıç Goldston başkanlığında bir heyet gönderdi. Kendisi hazırladığı raporda birçok savaş suçu ve insanlık karşıtı eylemlere işaret etti. Ancak Amerika veto hakkından faydalanarak Siyonistlerin yaptığı katliamların soruşturulmasının önüne geçti.
Elbette ki mevcut durumda, Direniş Ekseni, İsrail'e karşı, kesinlikle, caydırıcı bir etkendir. 2006'dan bu yana israil'in Lübnan'a saldırma cür'etini gösterememesinin delillerinden biri de bu caydırıcılıktır. Hizbullah ve Gazze Direnişinin asimetrik savaşı, İsrail'in Gazze ve Lübnan'a karşı yapacağı çok sayıda katliamın önüne geçen yeni denklemler oluşturmuştur. Direnişin kendisiyle karşılık verdiği en önemli denklem unsuru, işte bu caydırıcılıktır.
Direniş Eksenin varlığı, direniş topluluklarının güvenliğini sağlayan en önemli faktördür. Daha dakik bir ifadeyle; Direniş Ekseninin, Siyonist rejimin saldırıları ve katliamlarına engel olması, pratikte güvenliği sağlamış oluyor ve bu da gösteriyor ki, direniş güçleri, bölgenin güvenlik muhafızlarıdır ve eğer Direniş Cephesi güçleri olmasaydı Siyonist rejim Nil'den Fırat'a uzanan bölgesel genişlemeci planlarını icra edecekti. (Ajanslar)