Türkiye ile İran, ABD saldırılarına karşı aynı cephede mücadele veriyor
Şair Hüseyin Haydar, verdiği röportajda "Türkiye ile İran, Batı Asya’da ABD saldırılarına karşı aynı cephede omuz omuza mücadele veriyor" dedi.
ABD’nin Batı Asya’ya yönelttiği saldırılara karşı duran ve Doğu Tabletleri’yle, Avrasya’da yaşanan insanlık trajedisini, tarihin katmanları içinde yoğun bir şiirsel derinlikte dile getiren Türk Şair Hüseyin Haydar, 10 yıldan beri kesintisiz her hafta şiirlerini yayımlamayı sürdürmektedir.
Haydar, Acı Türkücü, Kara Şarkılar, Yıldız Tutulması, Sudan Gövde, Zor Günlerin Şiirleri, Doğu Tabletleri ve İsyan Makamı gibi yayımladığı kitaplarıya her zaman dünyadaki mazlumların yanında olmaya çalışmaktadır.
İran gündemini de takip eden Hüseyin Haydar Şehit General Kasım Sülemani ve Mohsen Fahrizade'ye yazdığı şiirle İran ve Türk basınında büyük yankılar uyandırmayı başarmıştı. Aşağıdaki yazıda Hüseyin Haydar'ın Mehr'e verdiği röportajı okuyabilirsiniz:
1- Geçen günlerde ABD emperyalizminin katlettiği İran’ın en seçkin bilimcilerinden Mohsen Fahrizede’nin şehadetiyle ilgili yazdığınız “Fahrizade’ye Mersiye” şiiriniz Türkiye’de yayımlandı ve büyük beğeniyle karşılandı. Şiirinizi biz de uluslararası kardeşlik duygularıyla okuduk. Elinize, yüreğinize sağlık. Farsça'ya da çevrilen şiiriniz İran halkı üzerinde de aynı derin duygular yaratacağına kuşkum yok. Sizi bu şiiri yazmaya iten duygular nelerdir? Bir de dünyaya nasıl bir mesaj vermek istediniz?
Bu önemli sorunuz için teşekkür ederim. Edebiyat eserinin değeri, insanlığın yetkinleşmesine sunduğu katkı, milletlerin birlik, barış, gelişme mücadelelerine yaptığı destekle ve kişinin toplumsal, ruhsal varlığına kattığı zenginlikle ölçülür. Şiiri edebi sanat yapan da şairin taşıdığı bu sorumluluktur. “Fahrizade’ye Mersiye” şiirini yazmaya mecburdum. Çünkü insanlığın, mazlum milletlerin ve sokakta yürüyen insanın vicdanı bu alçakça saldırıyla acıya boğuldu. Çünkü Muhsin Fahrizade sadece büyük İran milletinin değil hepimizin şehidi. İnsanlığın şehidi. Şiiri yazma buyruğunu da bana şehidin gerçek sahibi “Büyük İnsanlık” verdi, toplumun emrini kalbime iletti. Ben mazlum milletlerin sade bir hizmetkârıyım. Dünyaya şu mesajı vermek istedim: Ey dünya! Ey insanlık! Asya’ya bak! İran’a iyi bak. Hakikati gör. Orada dik duran insanın çabalarını, duygularını anla. Ey Türk milleti, İran’ın emperyalizme karşı verdiği büyük mücadele senin de mücadelendir, lütfen bunu kalbinde hisset. Mutlaka anlamaya çalış.
2- Şiirlerinize baktığımızda Türkiye ve dünya gündemini takip ettiğinizi ve siyasette yaşanan olayları dikkate alarak şiir yazdığınızı görüyoruz. Edebiyatın siyaset üzerindeki etkisi ve gücünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şair kendinin bilincinde kendini var eden kişidir. Kendi bilincinize varmanız ise toplumsal özü içinizde taşımanızla mümkündür. Toplumun özünü ilgilendiren her durum, doğrudan şairin özünü ilgilendirir. Böyle olması gerekir. Bir aşk şiiri de bu insani öz anlayışıyla dile gelirse toplumda değerini bulur ve sahiplenilir. Elbette Türkiye ve dünya gündemini elimden geldiğince takip ediyorum. Özellikle 21. Yüzyıl, İran’ın da içinde olduğu büyük bir Asya Yükselişini insanlığa sunuyor. Biz şairler, bu hazırlığa hizmet sunanların en önünde saf tutacağız. İran’a karşı yürütülen kampanya yüz kızartıcıdır, alçakçadır ve insanlık suçudur. Amerikan emperyalizmi İran’a boyun eğdirmeye uğraşıyor. Hiç mümkün mü? Nafile çaba. Çünkü tarihinde esir yaşamamış, başı dik yaşamış bir millete diz çöktüremezsin. Ey emperyalist katil, sen İran ile komşularının arasını da açamazsın. Batı Asya birliğini bozamazsın. Türkiye ile İran, Batı Asya’da ABD saldırılarına karşı aynı cephede omuz omuza mücadele veriyor. İçimizden bilerek ya da bilmeyerek düşmana hizmet edenler çıkabilir. Onlara izin vermeyeceğiz. Hainin aldatmasına kapılıp birliğimizin bozanları da kazanmanın yolunu bulacağız. Manevi dünyalara seslenen şiirin burada önemli bir rol üstleneceği kesindir.
Siyaset ile şiir ilişkisine gelince. Ben siyasi olaylara göre değil, toplumun mücadele safhalarında şiire düşen bir görev varsa onu yerine getirmeye çabalıyorum. Şiir, siyasetin yetersiz kaldığı yerde görev üstlenir, siyasetin başaramadığını başarır. Gönüllere seslenir. Ayrışmanın, çatışmanın, parçalanmanın değil, bütünleşmenin, kucaklaşmanın, kardeşliğin yolunu açar. Bu açıdan şiir sanatı ile siyaset sanatının birlikteliğini, başarı için zorunlu görüyorum. Milletlerin yetkinleşme, özgürleşme süreçlerinde, her zaman sanat ile siyaset yan yana olmuştur. Sanatı dışarıda tutarsanız, gerilen siyaset halatı bir yerde kopar. Şiiri devreden çıkarın mücadele tıkanır, yürümez.
3- Filistin’den Irak’a, Venezuela’dan Ruanda’ya, Türkiye'den İran’a, Afganistan’dan Suriye’ye ve Rusya’dan Küba’ya kadar emperyalizme direnen mazlum ve gelişmekte olan milletlerin şiirlerinizle yanlarında olmaya çalışıyorsunuz. Bu süreci bize anlatabilir misiniz? Bu konuda nasıl bir yol kattetmişsiniz?
Günümüz şairlerini de ilgilendirmesi gereken bir soru bu. Şair kendi bireysel kaygılarını, sevinçlerini toplumla bütünleştirdiği oranda güçlü olur. Hiçbir gerçek şair yoktur ki insanlık rotasından, kendi milletinin kaderiyle birleşen mücadelesinden ayrı iddiaları olsun. Batıda üretilen sahte ünlüleri saymazsak, bu mümkün değil.
20. Yüzyılda insanlık, dayanılması zor acılar çekti. Bu acıları milletlere kim yaşattı? Elbette sömürgelerini elden kaçırmaya başlayan emperyalizmin büyük kanlı pazar kavgasıydı bu. 21. Yüzyılın şairi bugünün dünyasını anlamak zorundadır. Anlamak da yetmez onu özümsemelidir. İnsanlık yeni yüzyıla büyük umutlarla girdi ve bunun çok önemli 20 yılı geride kaldı. Milletler üzerinde zorbalıkla tahakküm kuran ABD ve AB emperyalizmi, Küreselci (Globalist) kanlı sürecinde önce tökezledi, şimdi çöküyor. Çırpınışları bundandır. Çünkü karşısına Çin, Hindistan, Rusya, İran, Türkiye gibi Asya ülkeleri dikildi. Biz bu tarihi sürece Asya Çağı diyoruz. Yükselen Asya ABD’nin tek kutuplu dünya hegemonyasını yıkıp yerine adil ve sürdürülebilir bir düzen kuruyor. Dayanışmacı, birbirinin içişlerine saygılı, paylaşımcı, eşitlikçi çok kutuplu dünya geliyor. Demek ki bugün insanlığın evrensel değerleri, yine insanlığın evrensel varoluş mücadelesine katılmakla dile getirilebilir. İşte o zaman küresel zorbalığa, ancak küresel bir direnişle karşılık vermek gerekliliği ortaya çıkar. Şair de o küresel coğrafyada sınırları aşarak dolaşmaya, gönülleri birleştirmeye, halkları yakınlaştırmayı kendine verilmiş görev sayar. Bunu rahatça yapar. Çünkü gönül dilinin konuşulduğu yerde pasaporta ihtiyaç yoktur.
Ben, sözünü ettiğiniz noktaya gelinceye kadar nasıl bir yol kattettim? Daha 16 yaşımda kendi ülkemin istilacı Avrupa devletlerine karşı verdiği Kurtuluş Savaşını özümseyerek, bu zaferi şiirle dile getirdim. Bu şiirler benimsendi ve okulların duvarlarına asıldı ve bana ödüller getirdi. Bunu asla övünmek için söylemiyorum. Genç şairlere diyorum ki: “İşe doğru yerden başlarsanız işiniz doğru ilerler, hızlı gelişir!” O doğru yer, söylediğimiz gibi, şairin var olduğu, varlığını ortaya koyduğu vatanı ve onun kucağında büyüyen milletidir.
Erken yaşlarda Filistin’e gidip direnişe katılmak istedim. Olmadı. Ağustos 1976’da Filistin’in Telzaatar Kamplarında büyük bir katliamın yaşandığı dünyaya yayıldı. ABD çıkarlarının terör rejimi İsrail’e bağlı katillerin gerçekleştirdiği katliamın bende uyandırdığı duygularla “Cenin Ağıtları” şiir dizisinin ilkini yazdım. O sıralar Türkiye’nin en büyük gençlik örgütü (Dev Genç) Devrimci Gençlik’in Kültür-Sanat Kolu Başkanı’ydım. Şiiri yine aynı yıl düzenlenen Filistin Dayanışma Gecesi’nde büyük bir kitleye okudum. Benim tutumun böyle devam etti. “Cenin Ağıtları”nı yazmayı 45 yıldır sürdürüyorum, ömrüm oldukça ve Filistin özgürleşene dek dikkatim orada olacak. Türkiye’de iç savaş çıkarmaya uğraşan ABD ve bizdeki uzantılarına karşı şiirimi seferber ettim. Ulusal birliğimizi, kardeşliğimizi güçlendirecek şiirler yazdım yayımladım. Bu çabam da kesintisiz sürüyor.
Televizyon programları hazırlayıp sundum. Nerede emperyalizme karşı bir mücadele varsa yanında, nerede insanlık suçu işleniyorsa karşısında olmaya çabaladım. Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde yapılanmış FETÖ’nün, Suriye’de terörle mücadele eden bir Rus uçağını düşürmesi üzerine “Özür diliyorum Büyük Rus Milletinden” şiirini yazdım. İçerde ve dışarda çok ama çok büyük yankı getirdi. Bir yandan takdir edildim, öbür yandan ciddi tehditler aldım. Hatta mahkeme safhası da yaşadım. Kazandım. Sonunda Rusya ile Türkiye yakınlaştı. Örneğin Afganistan’da çok büyük suçlar işlendi ve dayanılması zor acılar yaşandı. “Doğu Tabletleri, Sabâ” şiirimde bu acıları ve umutları dile getirmeye çabaladım. Ve saydığınız diğer mazlum halklar için yazdığım şiirler, girişimler hep onların acılarını, yiğitliklerini, haklılıklarını, umutlarını dünyaya duyurmak ve Türk Milletinin yüreğine yansıtmak içindi.
4- Şiirlerinizle dünyanın her yanında direnen insanlığın yanında yer aldığınızı biz de gözlemliyoruz. Sizin, Rus uçağının düşürülmesi üzerine yazdığınız şiirin yankıları basına yansıyarak Tahran’da da duyuldu. Fakat siz şiirlerinizle yetinmiyor, bir yandan da yayınladığınız manifestolarla şairlerin, aydınların vicdanına sesleniyorsunuz. Manifestolarınızın içeriği konusunda neler söylemek istersiniz?
Manifestolar masa başında düşünülüp taşınılıp yazılan metinler değil. Çağımızın sorumluluk duyan bir şairi, geldiğimiz tarihi süreçte dünyanın yaşadığı bu alt üst oluşu görüp de yaklaşan büyük bir savaşı seziyorsa buna kayıtsız kalamaz. Makalelerimin dışında üç önemli manifesto yayımladım. İlki 2016 yılında Moskova’da yayımlanan “Asya Çağında Şairin Görevi” adlı makalemin arkasından geldi. “Asya Çağı Şairlerine Çağrı!” manifestosu Türkiye’de ve Rusya’da yayımlandı. Ses getirdi. Ardından, 2018’de Çin’in Tianjin kentinde uluslararası bir toplantıda yaptığım konuşmanın arkasından “Avrasyalı Şairlere Çağrı!” manifestosu yayımlandı. Üçüncü manifesto, ABD emperyalizmine direnen Venezuela ve Latin Amerika şairlerine bir çağrıydı: “Sınırsız Sanat Birliği Çağrısı”.
Manifestoların ortak içeriğini, 21. yüzyılda şu veya bu boyutta yaşanması kuvvetle muhtemel bir sıcak savaş olasılığının bilinçlere çıkarılmasına katkı yapmak ve şairleri seferberliğe çağırmak oluşturuyor. Bu süreçte üç aşamalı hareket ediyoruz. 1. Savaşa gerek olmadan Atlantik sisteminin teslim olması. Böyle bir durum ancak Asya güçlerinin görünür bir ezici üstünlük elde ederek, caydırıcı rol oynamasıyla mümkündür. 2. Çıkması muhtemel savaşın sınırlı kalması ve insanlığın çekeceği acıları en alt düzeye indirilmesi. Bunun için de yine Asya güçlerinin caydırıcı olması gerekiyor. 3. Savaşın çok şiddetli geçme ihtimaline karşı Asya cephesinin tam donanımlı olması gerek. Bakın nereye geldik: Olasılıkları arz eden bu üç maddenin her üçü de İran’ı haklı gösteriyor ve İran’ın enerjide, tıpta, diğer yaşam alanlarında ve elbette savunmada nükleer güç sahibi olmasını gerekli kılıyor. Mazlum ve gelişmekte olan ülkelerin güçlenmesine karşı olmak, ABD emperyalizmine taraf olmaktır ve utanç vericidir.
İran Edebiyatı çok büyük bir edebiyattır. Fars kültürü, yarattığı köklü ahlak, insana kazandırdığı derin yaşama sevinci ve direnme gücüyle sadece Türk edebiyatını değil, başta Avrupa olmak üzere dünya edebiyatını etkilemiştir. İran edebiyatı, insanlığın manevi değerlerini temelden etkilemiş kadim bir varlıktır.
5- İran edebiyatıyla ilginiz nasıldır? İran ve Türk edebiyatı arasındaki bağı nasıl yorumluyorsunuz?
Hüseyin Haydar: Her şeyden önce Türk ve Fars kültürleri binlerce yıllık geçmişe sahip bir kardeşlik temeline dayanır. Türkler ile İranlılar büyük imparatorluk geleneğine sahip büyük milletlerdir. Milletlerimizi büyük yapan kuşkusuz dayandıkları kaya gibi sağlam kültürel temellerdir. Geçmişin, feodal dönemlerinin fetihçi kültürleri dikkate alındığında bile bu iki büyük millet birbirini anlamış, sevmiş ve mükemmel bir yan yana yaşama kültürü geliştirmiştir. Türklerin Büyük Selçuklu, Osmanlı Dönemi edebiyatları derinden Fars dili, Fars edebiyatı etkisi altında gelişmiştir. Bu etki yaratıcı sonuçlar vermiş ortak bir esin, duygu ve düşünce iklimi yaratmıştır. İşte toprakları vatan yapan bu kültür mayalanmalarıdır. Ne güzel ki, komşular birbirinin dilinden, adetlerinden, ahlakından, bilgeliğinden yararlanıyor, yabancıdır demeden, kendi varlığı gibi hiç tereddüt etmeden içine alıyor ve oradan dünyanın en güzel çiçeklerini, meyvelerini yetiştiriyor. O edebi ürünler ki, yetkinleşme mücadelesi veren milletlerimizin bağışıklık sistemini güçlendiriyor.
İran edebiyatı çok büyük bir edebiyattır. Fars kültürü, yarattığı köklü ahlak, insana kazandırdığı derin yaşama sevinci ve direnme gücüyle sadece Türk edebiyatını değil, başta Avrupa olmak üzere dünya edebiyatını etkilemiştir. İran edebiyatı, insanlığın manevi değerlerini temelden etkilemiş kadim bir varlıktır. Ne mutlu ki biz Türkler bu kardeş edebiyattan etkilenmiş, işimizde gücümüzde, şarkılarımızda türkülerimizde taşımışız. Biz Yunus Emre’nin şiirlerinin yanı sıra, ortak değerimiz muhteşem Mevlana’nın dev eseri Mesnevi’sinden beslenmişiz. Biz Firdevsi’nin Şahname’sini çantamızda taşımışız, Hafızın şiirlerini dilimizden düşürmemişiz, Attar’ın eserlerini bir başvuru eseri gibi kitaplığımız ön raflarına koymuşuz… Ve elbette insanlık kültürünün büyük şairi ve bilimcisi büyük Ömer Hayyam. Bütün bir Avrupa edebiyatını etkilemiş, aydınlanmacı sanatçıların saygısını, beğenisini kazanmış büyük bir estetikçi. Türkiye’de Hayyam’ı bilmeyen yoktur. Bilmemek ayıp sayılır. İşte bütün bunların toplamı olarak halklarımızın duygu dünyaları, düşünce evrenleri birbirine çok benzer. Ben bir İran filmi izlerken oradaki karakterlerin benim gibi davrandığını görüyorum. Olaylar karşısında gösterdiğimiz tepkilerimiz birbirine o kadar benzer ki, ortak bir ruh dünyasını bölüştüğümüz kesin. Acı, kaygı, sevinç vb. insani tepkilerimiz Doğu insanının ortak erdemlerini yansıtıyor. Ne kadar güzel.
6- Sizce İran ve Türkiye devletleri ve halklarının daha çok yakınlaşması için edebiyat konusunda neler yapılmalı?
Her şeyden önce böyle bir işbirliğine mecburuz. Hatta Asya milletleri zaman kaybetmeden edebiyatçılarını buluşturmalı, edebi yakınlaşma sağlanmalı. Bu yakınlaşma sağlanırsa siyasi işbirliğinin yolu daha kolay açılır ve birlik daha güçlü sağlanır. Ben her fırsatta Asya’nın edebiyatçılarına, şairlerine çağrılar yaptım. Gelin yakınlaşalım, birbirimizi tanıyalım, birbirimizin yüzüne bakalım, yüzlerimizi sevelim, duygularımız gönül yoluyla öbür gönüllere dolsun. Gelin birlik olalım, dünyamızı karartmak isteyenlerin saldırılarını birlikte göğüsleyelim. Geçmişte yaşananlara saygılı olalım, ama takılıp kalmayalım, esas olan bugün yaşayacaklarımıza verdiğimiz değerdir. Büyük Mevlana’nın dediği gibi, “Dünle beraber gitti cancağzım, / Ne kadar söz varsa düne ait / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım!” Üstelik biz bugün buna mecburuz. Çünkü insanlık bizim birlikteliğimizle ayakta kalacak. Gelin, dünyanın türlü meşakkatleriyle mücadele eden insanımızın dayanma gücüne güç katalım, manevi dünyalarını zenginleştirelim. Onların yaşama sevinçlerini, yaşama isteklerini güçlendirelim. Edebiyatçının asli görevidir bu! Bakın, ABD’nin İran’ı tehdit ettiği ilk zamanlarda “Doğu Tabletleri, Hayyam” şiirini yazdım. Şiir şöyle bitiyor: “Kırık testime el uzatırsan, Cemşîd gibi kalkarım, / Ne kimseyi görür gözüm, ne babamı tanırım, / Yazılır bir daha Şahnamesi gülistanda akan kanın.”
Geçen yıl İran milleti ve Asya’nın kardeşliği için yiğitçe mücadele eden Kasım Süleymani, kutsal görevi başında kahpece şehit edildi. Yüreğimiz yandı. İnsanlığın yüreği yandı. Süleymani bizim de şehidimizdir. Buradan rahmetle anıyorum. Bir kez daha bilge İran milletinin ve bütün mazlumların başı sağ olsun. “Fahrizade'ye Mersiye”yi yazdığım duygularla, aynı yürek atışlarıyla “Büyük Vatanın Komutanı KASIM SÜLEYMANİ DESTANI’nı yazdım. Şehidimizi birinci şehadet yıldönümü olan 3 Ocak, Pazar günü anacağız. Ben de destanı aynı gün Türkiye’de yayımlayacağım. (Mehr)