AKP ve Erdoğan kaybediyor, peki kim kazanıyor?
“Erdoğan kaybediyor, Kılıçdaroğlu mu kazanacak, Akşener mi kazanacak, Demirtaş mı kazanacak?” gibi bir soru yok önümüzde. Erdoğan kaybediyor, Millet İttifakı mı kazanacak? Diyelim ki Millet İttifakı kazanacak; ama Millet İttifakı ne?
Birçok ankette görülüyor ki AKP’nin oylarında ciddi bir gerileme var; fakat buna karşılık muhalefet cenahından çok büyük sıçrama yapan bir hareket, parti yok. İYİ Parti’nin iyi gittiği gözüküyor, ama o da yüzde 10’un biraz üzerinde falan gösteriyor, ya da diyelim ki en fazla 15, ama bir iktidar alternatifi, AKP’nin alternatifi gibi bir görünümde değil.
Elimizde en son, benim baktığım, Metropoll’ün yaptığı “Bu Pazar Seçim Olsa” anketi var; dünkü yayında da bunu ele aldık. Oradaki rakamlara baktığımız zaman: AKP yüzde 25,4; CHP 18,5; İYİ Parti 11,5; HDP 9,8; MHP 8,9; yani önde gelen 5 parti, yüzde 75 civarı oyu alıyorlar. Bunların ikisi Cumhur İttifakı’nda; HDP Cumhur İttifakı’nda değil, Millet İttifakı’na daha yakın duruyor, ama baktığımız zaman, CHP artı İYİ Parti’nin oyları yüzde 30 civarında olurken, AKP artı MHP’nin oyları da yüzde 33 gözüküyor, yüzde 34 gözüküyor; her halükârda HDP’yi yanına çekmesi lâzım, onu da bir not olarak düşelim. Tabii burada şaşırtıcı olan, birçok şeyin yanında, DEVA ve Gelecek partilerinin oylarının çok düşük gözükmesi. Belki bu anketin çıkardığı bir sonuçtur; başka yerlerde başka çıkıyor olabilir; ama yine de bu iki partinin çok çok büyük bir atılım içerisinde olduğunu göremiyoruz, buna da ayrıca değineceğim ve hep gördüğümüz, Kararsızlar’ın, “Cevap yok” diyenlerin ya da “Protesto ediyorum” diyenlerin oranının hâlâ yüksek olması.
Tabii seçim aşamasına gelindiği zaman bunların azaldığını görüyoruz genellikle; seçimin söz konusu olmadığı zamanlarda bunlar genellikle daha yüksek çıkarlar, ama sonuçta baktığımızda şu çıkıyor ortaya: 2018 seçimlerinde 42,56 almış olan bir parti, bir kamuoyu yoklamasında yüzde 25,4 gözüküyor — hadi diyelim ki yüzde 30 olsa bile 12 puan gerilemiş olur, ki şu haliyle baktığımız zaman 17 puan. Kararsızlar’ın dağıtılmamış olması bir yerden sonra çok anlamlı değil; çünkü baktığımızda, yine dağıtılmamış Kararsızlar’a baktığımızda CHP’deki düşüş 4 puan, HDP 1-2 puan düşmüş gözüküyor; Kararsızlar’ı tabii ayırıyoruz, ama mesela İYİ Parti Kararsızlar dağıtılmadan artırmış gözüküyor, belki daha da artıracak; ama burada şu da çıkıyor ortaya — işte hep o vurgu, bu yayının başlığı da o: AKP kaybediyor, ama oyları da bir yere gitmiyor; yani ilginç bir durum var. Bu benim uzun zamandır söylediğim şey: Kaybeden belli, ama kazanan yok; Türkiye kazanacak olanı bekliyor. Şimdi burada, bir iktidarın sonunu geldiği anlaşılıyor; ama yerine nasıl bir iktidarın geleceği belli değil veya şöyle söyleyelim: İktidardan uzaklaşan insanlar, normalde bekleneceği gibi, doğal olarak muhalefete akın akın gitmiyorlar. Akın akın bir kopuş var, ama akın akın bir gidiş yok; çok ilginç bir olayla karşı karşıyayız burada. İşte sorgulanması gereken hususların en başta geleni bu.
Hatırlıyorum, 2002 seçimlerinin öncesinde, Adalet ve Kalkınma Partisi yeni kurulmuştu ve ülkede merkez tam anlamıyla çökmüştü. AKP yeni bir parti, 0 km bir partiydi; aslında Refah ve Fazilet’ten çıkmıştı, ama yeni kurulmuş bir partiydi, Tayyip Erdoğan ilk defa bir partinin genel başkanı oluyordu ve bayağı bir oy aldılar. Demek ki orada bir ilgi odağı oluşmuştu; bir yer çökerken bir başka yer belli bir ilgiyi kendisine toplamayı bilmişti. Sıfırdan kurulmuş bir parti, Fazilet Partisi’nin son seçimde aldığı oyun kat kat üstünü tek başına aldı, bu oyu Saadet Partisi’nin de girdiği seçimde tek başına aldı. Ancak burada böyle bir husus yok. İYİ Parti’de bir kıpırdanma var, ama İYİ Parti’den de çok büyük bir atılım göremiyoruz. Şimdi, burada tabii birçok soruyu beraber ele almak lâzım.
Çarşamba günü “Adını Koyalım”da, dün de Kemal’le “Haftaya Bakış”ta ele aldık; mesela ilk akla gelenlerden birisi, AKP’den bu kadar kopuş var ve insanlar gidecek yer arıyorlar belli ki, ilk akla gelenin DEVA ve Gelecek olması düşünülür; ama olmuyor. İşte, dün Kemal’le konuştuğumuz husus burada karşımıza çıkıyor. AKP’den kopanlar belli ki, tam bir kopuş arayışında; yani Kemal’in dalga geçer gibi söylediği –ki dalga geçiyordu tabii– hani AKP’nin fabrika ayarlarına dönmesi beklentisi yok artık. Yani şöyle bir şey oluyor, biliyorsunuz: Gerek Ali Babacan gerek Ahmet Davutoğlu, ayrı ayrı kendilerine kadar olan dönemin iyi, ondan sonra AKP iktidarının bozulduğunu söylüyorlar, kötü olduğunu söylüyorlar ve vaatleri büyük ölçüde kendileri zamanındaki AKP’ye dönüş vaadi; ama anlaşılan, insanlara bu pek câzip gelmiyor; onlar artık, belli ki AKP döneminin kapanmasını istiyorlar. Dolayısıyla, her ne kadar her iki partide de dışarıdan gelmiş, ilk defa siyasete giren ya da AKP dışında yerlerde siyaset yapmış kadrolar bol miktarda olsa da, öne çıkan figürlerin hep AKP döneminden olmasının olumsuz etkilerini artık ciddi bir şekilde görmeye başladılar, bunu özellikle vurgulamak lâzım.
Daha önce birkaç kere söylemiştim, tekrar söyleyebilirim: “Gelecek ve DEVA’nın nasıl bir geleceği var?” sorusunu cevaplarken, özellikle DEVA Partisi’yle İYİ Parti’nin aslında birbirlerine yakınlaşabileceklerini ve belki de bütünleşebileceklerini düşünüyorum. Ortada böyle bir şey olduğu için değil; bu tamamen benim bir akıl yürütmem. Akıl yürütüyorum, ama kimseye akıl veriyor değilim; yüksek sesle düşünüyorum, öyle söyleyeyim. Benzer bir şeyi de Saadet Partisi’yle Gelecek Partisi için söylemek mümkün. Şu haliyle baktığımız zaman, Gelecek ve DEVA partilerinin önümüzdeki seçimde çok etkili bir şekilde seçimin kaderinde rol oynayabileceklerini söylemek gerçekçi değil. Seçimden sonraki dönemde, özellikle DEVA’cıların şöyle bir hesap yaptığını biliyorum: “Başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçildikten sonra” –ya da yeni tabirle “güçlendirilmiş parlamenter rejim”e geçtikten sonra– “biz işte o zaman gerçek gücümüzü alacağız ve göstereceğiz” şeklinde bir iddiaları var; fakat bu tür partilerde, böyle adım adım yükselebilmek çok olan bir şey değil.
Şu oluyor: Mesela 12 Eylül sonrasında partiler kapatıldı ve eski partilerin devamı olan partiler bir müddet adım adım eski oy oranlarının çok uzağında seyrettiler; mesela Refah Partisi, MSP’nin devamı olarak ya da MHP’nin devamı MÇP, Milliyetçi Çalışma Partisi; ama bunların, hatta Adalet Partisi’nin devamı olan Doğru Yol Partisi… Aa bunların bir geleneği vardı ve bu geleneğin üzerinden o geleneği yeniden inşa ederek o güçlerine ulaştılar; hatta bazıları o güçlerin de ötesine geçtiler. Şimdi burada, çok bir gelenek yok. Gelenek AKP mi çok emin değilim ve AKP gelenek olarak alınıyorsa da, insanlar artık AKP’den ve onun icraatından çok ciddi bir şekilde şikâyetçiler. Dolayısıyla şu haliyle, siyasette beklenen ve ilk akla gelen, Gelecek ve DEVA partileri için, “AKP’den kopartırsa bunlar kopartır” duygusuydu, beklentisiydi. Onların kopması belki şunu yarattı: AKP’den kopmanın mümkün olduğunu gösterdi; yani Davutoğlu’nun bile, Babacan’ın bile, Sadullah Ergin’in bile ayrıldığı ve Erdoğan’a meydan okuyabildiği bir ülkede, pekâlâ sıradan bir seçmen de oyunu vermeyebilir.
İşte o zaman karşısına şu soru çıkıyor: Peki kime verecek? Niye verecek? İşte bu tablolar, yapılan kamuoyu araştırmaları bize hâlâ seçmenin çok ciddi bir câzibe merkezini görmediğini gösteriyor; yani, AKP’yle sorunlarının büyüdüğünü ve çözümünün artık iyice imkânsız olduğunu düşünen insanlar var, ya da ilk defa oy kullanacak olan, gözlerini sadece AKP iktidarıyla açmış olan genç kuşaklar var ve bunların AKP’den çok fazla bir beklentileri artık kalmamış; AKP’den ve Erdoğan’dan ve belki de onun ortağı olan MHP’den; ama bunların gidebileceği bir yer netleşmemiş. Şöyle söyleyeyim — çok basit aslında: “Erdoğan bu işi yapamıyor, şu yapar” denebilecek isim hâlâ çıkmış değil. Hâlâ muhalefetin nasıl bir seçim stratejisi izleyeceği, hangi bileşenlerden oluşacağı, adayının kim olacağı, hangi temel sorunlara hangi yaklaşımları getireceği, hangi isimleri bunun karşısına koyacağı sorusu belirsiz.
Şöyle bir şey oluyor, buradaki en temel sorun belki bu: Muhalefet partilerinin en önde gelen iki partisi, CHP ve İYİ Parti, ittifakı artık benimsemiş durumdalar. Hiç kimse olmasa bile ikisi birlikte ittifak yapacağa benziyor. Tamam, bunu anladık ve bunu yaparken de ittifak beklentisini yaratıyorlar ve birçok şeyi seçim ânına erteliyorlar. Parti olarak tek başlarına iddialı çıkışlar yapmıyorlar; özellikle Meral Akşener, bir ölçüde Kemal Kılıçdaroğlu medyaya çıkıyor, Anadolu’ya gidiyor ve insanlarla konuşuyorlar; ama dikkat ederseniz, genellikle yaptıkları, sorunlara dikkat çekmek ya da vatandaşın sorunlarını, dertlerini dinlemek ve söyledikleri de, bu sorunların kaynağının Erdoğan iktidarı olduğu. Tamam, “Biz iktidara gelince düzelecek”; oraya kadar da tamam. “Peki nasıl olacak? Kimlerle olacak?” sorusunu seçim sonrasına bırakmış gibi gözüküyorlar. Tek tek partiler, ittifakı zor duruma sokmamak için kendi adlarına propaganda yapmamaya dikkat ediyorlar; ama ittifakın ilanını da seçim aşamasına erteledikleri için, ortada çok ciddi bir politikasızlık oluyor.
Siyasetten imtina etmek, siyaseti çok fazla yapmamak oluyor ve bu da sonuçta Erdoğan’ın işine yarıyor. Karşısında onun çözemediği bir yığın sorun; mesela salgın, okullar açılacak pazartesi günü, bir yığın soru işareti var, ekonomi iyi gitmiyor, sayılabilecek bir yığın şey var; en son gündeme getirilen, ciddi bir şekilde mülteci sorunu var, Ankara Valiliği’nin aldığı kararlar var, birçok sorun var; ama en önemlisi ekonomik kriz. Bunlarla ilgili bir şey yapamıyor AKP; enflasyon ortada, hayat pahalılığı ortada, zamlar ortada, yapamıyor, artık bir yerden sonra yapmaya da çalışmıyor; fakat bunun karşısında muhalefet de çıkıp, “Durun bir dakika, bunları böyle böyle çözeceğiz, şu kadrolarla çözeceğiz!” diye bir çıkışı tek tek parti olarak yapmıyorlar. Dolayısıyla Erdoğan kaybediyor, şu anda kazanma adayı olarak önümüzde Millet İttifakı var.
Yani, “Erdoğan kaybediyor, Kılıçdaroğlu mu kazanacak, Akşener mi kazanacak, Demirtaş mı kazanacak?” gibi bir soru yok önümüzde. Erdoğan kaybediyor, Millet İttifakı mı kazanacak? Diyelim ki Millet İttifakı kazanacak; ama Millet İttifakı ne? Kimlerden oluşuyor, neler söylüyor, nasıl söylüyor…? Bu konuda çok büyük belirsizlik var ve bu belirsizlikten de bence en çok Erdoğan istifade ediyor. Yarın öbür gün, Millet İttifakı’nı bozacak birtakım hamleler yaparak, kendi var kalmayı, iktidarını muhafaza etmeyi pekâlâ becerebilecek bir kişi Erdoğan. Elinde çok güçlü imkânlar var, devletin tüm kurumlarını kendisine bağlamış durumda ve yapamayacağı hiçbir şey de yok, onu biliyoruz. En son yerel seçimlerde, İstanbul seçimlerinde gördük. Dolayısıyla muhalefetin çok net bir şekilde kazanacağını ve kimlerle nasıl kazanacağını göstermesi gerekiyor. Türkiye’de şu aşamada, hiçbir şekilde adı olmayan yeni bir parti, yeni bir hareket, yeni bir lider çıkıp, alıp seçmeni, kararsız seçmeni peşinden götürecek, öyle bir olay da söz konusu değil; olacağını da açıkçası hiç sanmıyorum.
Dolayısıyla iş, özellikle muhalefetin önde gelen partilerine, onların kurmay heyetine düşüyor; ama onlar da hâlâ bu olayı erteleyerek, çelişkili çelişkili, “Çok sayıda aday çıkartabiliriz, şu olabilir bu olabilir” diyerek sürekli geciktiriyorlar ve o hareketliliği yaratamıyorlar, câzibe merkezi haline gelebilmiş bir muhalefet bloku yok. Tek başına muhalefet partisi de yok. Bir anlamda İYİ Parti bir ölçüde istisna; ama birlikte oluşturdukları, oluşturacaklarını iddia ettikleri blok tam olarak şekillenmediği için de o câzibeyi yaratamıyor; o cazibeyi yaratamadığı için de Erdoğan, elindeki bütün imkânları kullanarak bu kafası karışık, tereddütlü seçmeni kendi yanına çekmede ya da diğer tarafa gitmesini engellemede başarılı olabilir. Her şey bir yana, gördüğümüz, hep bildiğimiz HDP seçmeni, kilit olan HDP seçmeni üzerine yapılabilecek birtakım operasyonlarla Türkiye’nin kaderini çok ciddi bir şekilde belirleyebilir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
(Ruşen Çakır, rusencakir.com)