Hizbullah'ın İran'dan yakıt taşıma hamlesi bölgeyi nasıl etkileyecek?
Hayatı felç eden bir yakıt krizi yaşayan Lübnan’da Hizbullah’ın İran yakıtını gemilerle Suriye’ye, oradan da tankerlerle Lübnan’a getirme hamlesi, hem Lübnan siyasetinde hem de bölgedeki güç dengeleri bakımından yeni bir denklemi ortaya koydu.
Hayatı felç eden bir yakıt krizi yaşayan Lübnan’da Hizbullah’ın İran yakıtını gemilerle Suriye’ye, oradan da tankerlerle Lübnan’a getirme hamlesi, hem Lübnan siyasetinde hem de bölgedeki güç dengeleri bakımından yeni bir denklemi ortaya koydu.
Hizbullah’ın bu adımının, ekonomik bir kazanım olmanın yanı sıra, gövde gösterisi ve caydırıcılık barındıran siyasi bir kazanıma dönüştürdüğünü söyleyen uzmanlar Hizbullah’ın bu girişimle birden çok hedefi yakaladığı görüşünde.
TRT Haber, konuyla ilgili Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü Araştırma Görevlisi Talha İsmail Duman ile röportaj yaptı.
Hizbullah, Lübnan’da günlük yaşamı felç eden yakıt krizine çözüm sunmak amacıyla geçen hafta İran yakıtını gemilerle Suriye’ye, oradan da tankerlerle Lübnan’a aktarmıştı. Hizbullah’ın bu operasyonu ABD’nin yaptırımlarına takılmadan gerçekleştirmesi siyasi ve ekonomik gücü perspektifinden ne anlama geliyor?
Talha İsmail Duman: Hizbullah’ın İran yakıtını başarılı bir şekilde Lübnan’a ulaştırması, ekonomiye bağlı olarak yaşanan enerji krizini hafifletme noktasında önemli bir işleve sahip.
Ancak bu gelişme, krize dair sıradan bir çözüm yolu üretmekten çok daha fazla anlam ifade ediyor. Hizbullah bu girişimiyle, hem Suriye’yi hem de kendisini hedef alan ABD yaptırımlarını delerek ciddi bir meydan okumada bulundu. Tabii, bu meydan okumanın İran ve Suriye ayaklarını da göz ardı etmemek lazım.
Bölgedeki güç dengeleri bakımından bir kırılma noktası
Kanaatimce, bu süreç Lübnan siyasetindeki ve bölgedeki güç dengeleri bakımından da yeni bir kırılmaya işaret ediyor. 2018’deki seçimlerden Hizbullah ve müttefiklerinin zaferle ayrılmasından rahatsız olan ABD, Hizbullah’ın ülkedeki etkinliğini dizginlemek için uluslararası yaptırımları bir koz olarak kullanıyordu.
Aynı şekilde Hizbullah’ın silah gücüne karşı Lübnan ordusunu teçhizat bakımından desteklemek, Batılı aktörlerin temel stratejileri arasında yer alıyordu. Hizbullah karşıtı iç aktörler için de, doğrudan veya dolaylı olarak tatbik edilen bu yaptırımlar bir nevi güvence anlamına geliyordu.
Ancak İran yakıtını ülkeye sokarak ve başta kamu kurumları ve hastaneler olmak üzere hiçbir dini ve mezhebi aidiyet aramaksızın düşük gelirlilere yakıtı bedava, geri kalanlara ise uygun bir fiyattan dağıtacağını söyleyerek, Hizbullah yeni bir denklem kurmuş oldu. Dolayısıyla Hizbullah’ın bu hamlesi, ekonomik bir kazanım olmanın yanı sıra, içerisinde gövde gösterisi ve caydırıcılık barındıran siyasi bir kazanıma dönüştü.
Aslında Hizbullah, kendi bünyesinde faaliyet gösteren Karz-ı Hasen Derneği aracılığıyla ekonomik krize dair alternatifler uzun zamandır üretiyordu. İhtiyaç sahiplerine beş bin dolara kadar faizsiz kredi vererek ve kurduğu ATM’ler aracılığıyla kara borsadan daha uygun fiyata piyasaya döviz likiditesi sağlayarak, devlet boşluğunu doldurma çabasındaydı. Ama az önce de ifade ettiğim gibi, enerji krizine dair ortaya koyduğu pratiğin siyasal dengeler açısından uzun vadede önemli değişiklikleri getirmesi muhtemeldir.
Hizbullah bu adımla tam olarak ne hedefledi?
Talha İsmail Duman: Hizbullah’ın bu adımla sosyoloji, siyaset ve uluslararası ilişkiler ekseninde üç şeyi hedeflediğini düşünüyorum.
Birincisi, Lübnan halkına önemli bir mesaj verme gayretinde. ‘Lübnanlı’ bir aktör olarak halkımız bize ihtiyaç duyduğunda her türlü çabayı göstermek için hazırız demek istiyor aslında.
Hizbullah herkesi kuşatacak çözümlere hazır olduğunu ima ediyor
Bu sayede, toplumsal tabanda kendisinden rahatsız olan kitlelere de mesaj gönderiyor. Diğer bir ifadeyle, siyaseten kutuplaşmanın bir tarafı olmasına karşın, toplumsal sorunlar gündeme geldiğinde herkesi kuşatacak çözümler üretmeye hazır olduğunu ima ediyor.
İkinci olarak, Lübnan siyaset sahnesindeki etkinliğini artırmayı hedefliyor. Mevcut siyasal atmosferin oldukça hareketli olduğu ve 2022’deki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri için çalışmaların başladığı biliniyor.
Hizbullah her ne kadar son seçimlerden zaferle çıksa da, mezhep temelli siyasal sistemin yarattığı tıkanıklıklar sebebiyle ülke içerisindeki etkinliğini yeterince ortaya koyamadı. Necib Mikati’nin ancak 13 ay sonra yeni bir hükümet kurmayı başarabilmesi, siyaset arenasındaki gerginliği ortaya koyuyor.
Dolayısıyla, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri Hizbullah için kritik bir öneme sahip. Yakıt krizinde üstlendiği inisiyatif ile de, ülke siyasetinde oldukça önemli bir siyasi aktör olduğunu hatırlatma hedefinde.
Son olarak, başta ABD ve İsrail olmak üzere kendisini düşman veya rakip gören aktörlere cesurca bir meydan okuma hedefinde. Yakıtın İran’dan yola çıkması, ara durak olarak Suriye’de boşaltılması ve Lübnan’a güvenli bir şekilde taşınması, en başta Hizbullah’ın ABD yaptırımlarını test etmesi manasını taşıyordu.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın gemiye saldırı olması halinde cevabını vereceklerine dair tehdidi bile başlı başına bir meydan okuma içeriyor. Hizbullah bu hamlesiyle, yeri geldiğinde kendisine yönelik yaptırımlara veya tehditlere kulak asmayacağını göstermiş oldu.
Diğer bir ifadeyle, kırmızı çizgisi olarak sunduğu hususlarda geri adım atmayacağını ortaya koyması, Hizbullah’ın bölgesel ve küresel aktörler tarafından tekrar değerlendirmeye tabi tutulmasını beraberinde getirecektir.
Tabii burada şunu da ifade etmek gerekir ki, ABD’de başkanlık koltuğuna Joe Biden’ın oturması ile Orta Doğu politikasında değişim sinyali verilmesi ve İran ile yürütülen nükleer müzakereler de bu süreçte önemli bir etken olarak ortaya çıktı. Dolayısıyla, Hizbullah’ın bu girişimi, aynı zamanda İran açısından da bir deneme ve meydan okumayı gündeme getirdi.
Halk nezdindeki desteği bağlamında nasıl bir karşılığı oldu/olacak?
Talha İsmail Duman: Hizbullah’ın bu hamlesi, Lübnan’ın kronikleşen enerji sorununa kalıcı bir çözüm üretmese de, temel ihtiyaçlarını karşılamada çaresizlik yaşayan halka geçici olarak nefes aldırması bakımından kritik bir öneme sahip. Hizbullah, bu girişimiyle başta Şii nüfus olmak üzere kendisiyle müttefiklik ilişkisi kuran tüm kesimlerden seçmenle ilişkisini tahkim etme imkânı yakaladı.
Muhalifleri ikiye böldü
Diğer yandan, kendisine muhalif olan seçmen kitlesinde Hizbullah’ın propaganda amaçlı hareket ettiği izlenimi öne çıksa da, enerji kaynaklarına ulaşmada yaşanan çaresizlik İran’dan getirilen yakıtın kullanımında muhalifleri ikiye bölmüşe benziyor.
Bir kesim Hizbullah’ın bu hamlesiyle devletin egemenliğini ihlal ettiğini belirterek, mevcut yakıtın kullanımı durumunda ABD yaptırımlarına tabi olabilecekleri yorumunda bulunurken, diğer bir kesim ise Hizbullah’ın sunduğu fırsattan başka imkânlarının olmadığını gerekçe göstererek yakıt alım fiyatlarını beklemeye başlamış durumda.
Eğer Hizbullah gerek hibe gerekse de uygun fiyatlandırma konusunda verdiği sözleri yerine getirirse, kendisine muhalif olan halk kesimleri nezdinde de prestij sağlama imkânı yakalayabilir.
Tabii, siyasetin çok yoğun gerilimler eşliğinde yaşandığı Lübnan’da bu iyimser havanın çok da uzun soluklu olması beklenmemelidir. Kısa vadeli bu girişimin Hizbullah tarafından kalıcı bir projeye dönüştürülmesi halinde ise halktaki karşılığının çok daha kalıcı bir niteliğe sahip olması mümkündür. Ancak şu an görünen tabloda buna işaret eden herhangi bir durum söz konusu değildir.
Bazı uzmanlar, Hizbullah’ın bu çözümünün sürdürülebilir olmadığını, grubun bu adımla sadece gövde gösterisi yapmak istediğini iddia etmişti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Talha İsmail Duman: Şu anki tabloda Hizbullah’ın bu çözümünün palyatif bir karakter taşıdığı net olarak görülüyor. Petrol tedarikinin sürekli bir şekilde devlet-dışı bir aktör tarafından sağlanması ne mümkündür ne de bu aktörlerin böyle bir sorumluluğu vardır.
Diğer yandan, Hizbullah’ın petrol arama faaliyetlerine başlayacağına dair bazı haberler de yansıdı medyaya. Ancak mevcut konjonktürde bu tür haberlerin çok gerçekçi olmadığını ifade etmek gerekir.
Kanaatimce, Hizbullah toplumsal çöküşe doğru giden bir süreci durdurmak ve geçici bir ferahlık sağlamak adına bu inisiyatifi aldı ve bundan daha öte bir sorumluluk almaya çok istekli görünmüyor.
Zira bu sürecin bir adım daha öteye götürülmesi "devlet içinde devlet" ve "egemenlik" meselelerinin yoğun bir şekilde yeniden tartışılmasına neden olur. Ne Lübnan siyasetinin buna hazır olduğunu ne de Hizbullah’ın böyle bir risk alacağını düşünüyorum.
Ayrıca Hizbullah’ın bu adımı bir gövde gösterisi olma özelliği taşıyor olsa da, sadece bu amaçla bu adımın atıldığı yorumları da oldukça naif geliyor bana. Neticede toplumsal-siyasal-askeri bir hareketten bahsediyoruz. Bu üç kanat arasında denge kurma çabasında olan Hizbullah’ın, attığı adımlarda daha rasyonel bir zeminde hareket ettiği kanaatindeyim.
Lübnan’daki yakıt ve elektrik krizinde ABD-İran rekabeti açık bir şekilde su yüzüne çıkmıştı. İran ülkedeki müttefiki Hizbullah’a yakıt tedarik ederken ABD, Mısır ve Ürdün üzerinden Lübnan’a elektrik temin etmek için girişimler yürüttü. Lübnan’daki dış güç rekabeti tablosundaki son gelişmeler bize ne anlatıyor?
Talha İsmail Duman: Lübnan’ın dış güçlerin rekabetine pek çok ülkeden daha fazla şahit olduğunu hesaba kattığımızda, mevcut sürecin bölgesel ve küresel güçlerin rekabetinde yeni bir sayfa açılması anlamına gelebileceğini söylemek mümkün.
İfade ettiğiniz gibi, Hizbullah’ın yaptığı hamleye karşı ABD yeni bir girişimin önünü açtı. İlginçtir ki Mısır ve Ürdün üzerinden doğal gaz ve elektrik tedarikini öngören bu girişimin duraklarından birisi de Suriye olarak görünüyor.
Sezar yasası ile ABD’nin yoğun yaptırımlarına maruz kalan Suriye’nin, yine ABD’nin dolaylı izniyle Lübnan’daki krizin çözümünde aktör haline gelecek olması, İran-ABD rekabetinin boyutlarını göstermesi açısından önemlidir.
Trump’ın aksine Biden yönetiminin başta Yemen ve Lübnan’da strateji değişikliğine gitmek zorunda kalacağı tahmin ediliyordu. Hizbullah’ı cezalandırmak suretiyle Lübnan’daki etkisini artırma stratejisi karşılık bulmayan ABD, Biden dönemiyle birlikte Lübnan’da daha "yapıcı" politikalar takip ederek müttefiklerini destekleme çabası içerisinde.
Ancak mevcut siyasi atmosferi düşündüğümüzde, ABD açısından böyle bir sürecin işletilmesinin çok kolay olmadığı ortada.
İran-Suriye yanlısı 8 Mart bloku bileşenlerinin siyasi etkinliğini artırdığı bir dönemde, ABD-AB-Suudi Arabistan destekli 14 Mart bloku kendi içerisinde ciddi krizlerle karşı karşıya. Bir de buna ABD politikasındaki değişiklik eşlik edince, Lübnan’daki dış güçler rekabetinde İran-Suriye lehine şekillenen tabloda yakın vadede değişiklik olmasını beklemiyorum. Ancak az önce de ifade ettiğim gibi, 2022 yılı oldukça kritik bir yıl.
Öyle zannediyorum ki, her iki bloku destekleyen bölgesel ve küresel güçler Lübnan gibi stratejik öneme sahip bir ülkedeki etki kapasitelerini yitirmemek adına gelecek sene Lübnanlı aktörlere her zamankinden daha fazla yatırım yapacaktır. Hizbullah’ın İran’dan yakıt tedariki sağlayarak rakiplerine gözdağı vermesi, bu yatırımların şimdiden başladığını gösteriyor.
Ayrıca uzun zamandır Lübnan’da etkinliğini artırma çabasında olan Rusya’nın ülkenin içinde bulunduğu krizlerle ilgili alacağı inisiyatifler de mevcut bloklaşmaların geleceğine dair yeni tahminlerin doğmasına neden olabilir. Bunu da önümüzdeki süreçlerde izleyerek göreceğiz.
Körfez ülkeleri Lübnan’da yaşanan krizler karşısında nasıl bir tutum takınıyor?
Talha İsmail Duman: Körfez ülkeleri arasında Lübnan’la yakından ilgili olan üç ülke olarak Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) öne çıkıyor. 2008’de Lübnanlı aktörler arasındaki anlaşmazlıkları çözüme kavuşturan Doha Mutabakatı’na ev sahipliği yapan Katar, Lübnan’a yaptığı yatırımların önemli bir kısmını Suriye iç savaşında taraf olması sebebiyle kaybetti. Bugün Katar’ın geçmişte üstlendiği arabulucu rolünden uzak olduğunu görüyoruz.
Öte yandan, Körfez krizi sonrası Katar’ın yaşadığı dışlanma hali, Lübnan’da da kendisini gösterdi. Dolayısıyla, ülkedeki eski etkinliğine sahip olmayan Katar, daha ziyade sivil toplum çalışmalarını destekleyerek kendi lobisini oluşturma peşinde ilerliyor. Benzer şekilde, BAE’nin de siyaset sahnesindeki etkinlik alanını Suudi Arabistan’a bıraktığı ve daha ziyade kültürel çalışmalar ve sivil toplum faaliyetleri etrafında politika geliştirdiği görülüyor.
Suudi Arabistan açısından ise Lübnan önemli bir mevzi kaybı olarak değerlendirilebilir. İran’la rekabet alanı olarak gördüğü Lübnan’a ciddi yatırımlar yapan Suudi Arabistan, 2016’daki cumhurbaşkanlığı seçimleriyle başlayan, 2017’de Saad Hariri’nin istifa ettirilmesi meselesiyle alevlenen ve 2018 parlamento seçimlerinde müttefiklerinin önemli sayıda sandalye kaybı yaşamasıyla zirveye çıkan süreçte Lübnan’daki etkinlik alanını kaybetti.
Körfez krizi ve Cemal Kaşıkçı cinayetleri ile Katar ve Türkiye ile yaşadığı sıkıntıların Lübnan’daki yansımalarına da tanık olan Suudi Arabistan, Hizbullah’ın etkisini kıramayacağını anladıktan sonra uzunca bir zaman ülkeye yatırım seviyesini düşük düzeyde tuttu.
Trump’ın yaptırımlarının Hizbullah üzerindeki etkisinin oldukça sınırlı kalması, Biden dönemiyle birlikte Suudi Arabistan’ın da Lübnan’da eskisi gibi daha görünür hale geleceği bir sürece girmesine neden oldu.
Her ne kadar Suudi Arabistan’ın yeni dönemde İran’la yumuşama sinyalleri verdiği görülse de, Hizbullah’ın petrol açılımının Suudi Arabistan’da ciddi bir rahatsızlık yarattığı görülüyor.
2022 seçimlerini ülkedeki etkinlik alanını geri kazanmak için belki de son şans olarak gören Suudi Arabistan’ın, enerji tedarikiyle ilgili ABD girişimine destek verdiğini ve Lübnan ekonomisine dair yeni projeleri görüşmeye açık olduğunu deklare etmesi, yakın vadede Lübnan siyasetinde bölgesel bir dış aktör olarak Suudi Arabistan’ı daha fazla göreceğimiz anlamına geliyor.
Ancak bu etkinlik çabalarının ne tür etkiler yaratacağını tahmin etmek için henüz oldukça erken. Zira Lübnan, hareketli gündemiyle iç ve dış aktörleri hızlı bir şekilde sahneye davet etme potansiyeline sahip olan bir ülke. Bu bakımdan her bir gelişmeyi yakından takip etmek, tahminlerin daha sağlıklı olması açısından önem arz ediyor. (Ajanslar)