Selmân-ı Fârisi’nin Torunlarına Yönelik Arazın Marazı
Maraz/hastalık bir organizmanın işlevini olumsuz yönde etkileyen durum demektir. Araz ise, bir şeyin açıklığa kavuşmasına yardımcı olan bulgu demektir. Dolayısıyla “arazın marazı”; hastalığın hastalığı, görünen problemin illeti demektir. Kısaca, araz görünen, maraz ise görünmeyen sorunları ifade eder. Ateş, bulantı, halsizlik gibi bazı emarelerle kendini gösteren hastalıkların; iltihap, bağırsak problemi, demir eksikliği gibi görmediğimiz asıl illetleri vardır. Araz-maraz ayrımı birçok problemin kaynağına inip kalıcı çözümler bulmamızda oldukça faydalı bir yöntemdir. Bugünkü yazımda, İslam düşmanlarının değil de Müslümanların, İran’a yönelik düşmanca saldırıları, yıpratıcı propagandaları, küçük görmeleri, ne yaparlarsa yapsınlar beğenmemeleri gibi arızî durumların ciddi hastalıklardan neşet ettiğine, mevcut durumdan şikâyet yerine arka plandaki sorunların farkında olarak fitne odaklarıyla daha etkili mücadele edebileceğimize dikkat çekmeye çalışacağım.
Öncelikle maraza odaklanmanın önemini anlamak için bazı günahları örnek vermek istiyorum. Mesela gıybet çok büyük bir günahtır. Hatta zinadan daha tehlikeli olduğu bildirilmiştir. Ancak buna rağmen Müslümanların çoğunluğu rahatlıkla gıybet etmektedir. Üstelik zina eden birine gösterilen tepkinin binde biri dahi gıybet edene gösterilmemektedir. Öyleyse bunca vaaz ve nasihatlere rağmen, insanlar neden ısrarla gıybet ederler? Acaba vazgeçilmemesi ciddi bir hastalığın habercisi değil midir? Oldukça tehlikeli olan gıybet günahıyla etkili mücadele edebilmek için öncelikle “Neden gıybet ediyoruz?” Sorusuna cevap aramak gerekmez mi?
Böyle kronik bir rahatsızlığın kaynağına inmek zorundayız. Dikkatli incelediğimizde gıybetin, Müslümanın hukukunu basite almaktan, onu hor görmekten, değer vermemekten kaynaklandığını anlarız. Aksi takdirde birine değer veren bir insan, onun hukukunu ciddiye alır, arkasından pervasızca ileri geri konuşmaz. Gıybetle mücadele etmek isteyenler hastalığın kendisine odaklanıp daha hızlı çözüme ulaşabilirler.
Benzer mantıkla infak konusunu inceleyebiliriz. İnsan neden infak etmekten çekinir? Özellikle iman ettiğini iddia eden bir Müslüman neden infak etmeye yanaşmaz? Bunun arkasındaki hastalık ne olabilir? Çirkinliği bilinmesine rağmen halen cimriliğe devam edilmesinin sebebi ne olabilir? Elbette bunun tükenme korkusundan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Verince tükeneceğini düşünen birisi infak edemeyecektir. Hastalığın teşhisi konulduktan sonra uygun tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi kolaylaşır.
Bir örnek de haset hakkında verip asıl konumuza dönmek istiyorum. Ateşin odunu yediği gibi imanı yok eden hasedin arkasında nasıl bir illet olabilir? Başkalarının hukukunu yok eden bu kötülüğün kaynağı Mâlikü’l-Mülk olan Allah’ın (cc) paylaşımına, onun adaletine itiraz olduğu görülecektir. Haşa sanki, “Ey Rabbim! Sen paylaşmayı bilmiyorsun” şeklindeki bir itirazı barındırır. Hasetle mücadelede bu yanlış anlayışın üzerine gidilirse elbette daha hızlı ve etkin çözümler bulunacaktır.
Hasedin zararını gösteren en bariz örnek Yahudilerdir. Onların Müslümanlara karşı düşmanlıklarının sebebi, risalet görevinin İsrailoğullarından alınıp Hz. İsmail’in soyundan bir peygambere verilmesini kabul etmemeleriydi. Bunun da arkasında yatan neden seçilmiş millet anlayışına sahip olmalarıdır. Şeytanın ayağını kaydıran bu kibir oldu. Araplardan bir peygamberin gelişine itiraz, Gazze’de görünen vahşet şeklinde ortaya çıktı. Dolayısıyla bazı anlayışların kökünü kurutmak için çok kararlı ve planlı hareket edilmesi gerekir. Aksi takdirde zamanla zararları hepimize dokunur.
Yukarıdaki örneklerden sonra araz-maraz ayrımının öneminin anlaşıldığını zannediyorum. Gündemden birazcık haberdar olanların malumudur ki uzun zamandır ortalıkta birçok tezvirat dolaşmaktaydı. Bunlardan birisinin ana iddiası şöyleydi; İran, küfrün değil de İslam’ın başına bela olmuştur. En önemli argüman olarak da bugüne kadar neden İsrail ve Amerika ile savaşmadığını kullanıyorlardı. Nihayet İran İsrail’e doğrudan saldırdı. Böyle bir durumda (haklı olarak) ileri geri konuşan insanlardan bir özür gelmesi çok erdemli bir davranış olacaktı. Ya da en azından mahcubiyetlerinden dolayı sessiz kalmaları beklenirdi.
Maalesef durum hiç de böyle olmadı. “Göstermelik bir operasyon”, “bir şey yapamadılar”, “göz boyama”, “kamuoyunun” veya “İran halkının gazını alma” şeklindeki iddialarına devam ettiler. Daha acı olan ise iddialarını, Kur’ân’daki “Bir fasık size haber getirdiğinde araştırın…”[1] emrine rağmen, fasık ve gayrimüslim analistlere dayandırarak ispatlamaya çalışmaları oldu. Alnı secdeye giden, besmele ve salavatlarla hareket eden, ehli kıble Müslümanların açıklamalarına dönüp bakmadılar bile.
İran'ın yaptığı operasyonun yankıları elbette sürecek ve ne kadar etkili olduğu zamanla anlaşılacaktır. Durum ne olursa olsun, İran değil de gayrimüslim bir ülke yapmış olsaydı yine de Filistin’deki mazlum ve mağdur insanlar adına böyle bir operasyonu takdirle karşılamamız gerekirdi. Bunun için dindar olmaya da gerek yok, sadece birazcık vicdan sahibi olmak yeterlidir.
Öyleyse neden söz konusu İran olunca en düşük insanî değerler bile devre dışı bırakılarak acımasızca saldırıya geçiliyor? Belli ki bu insanların İran’la ciddi sorunları vardır. İran’ı Şeytan’dan daha büyük düşman olarak konumlandırmışlar ki Büyük Şeytan’ın yaptığı zulümleri unutup onu hedefe almışlardır. Bu ülke ne yaparsa yapsın bir türlü memnun olmamaktadırlar. Bu düşmanlığın arkasındaki nedeni çözdüğümüzde işimiz daha kolaylaşacaktır.
Farklı değerlendirmelerin de olabileceğini kabul etmekle birlikte, kanaatimce bu hastalık milliyetçilik ve kibrin farklı biçimde ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Maalesef birçok grup, şahıs ve partileri “Biz gidersek din gider, devlet gider, her şey biter…” anlayışı zehirlemeye devam etmektedir. Unutulmamalıdır ki geçmişte kardeş katlini meşrulaştıran fetvaların yayınlanmasının arkasında da bu anlayış vardı. Bunlara göre İran, ABD ve İsrail’in hedef alacağı bir güç olamaz. Asıl hedefleri kendileridir. Dolayısıyla önce kendi bekaları gelir, gerisi hikayedir. İran gibi devletler sadece ucuz kahramanlığa soyunmaktadır vs. Kendini vazgeçilmez görme hastalığı her türlü kötülüğü meşrulaştırma vesilesine dönüşmektedir. Dini konularda taviz üstüne taviz vermenin önünü açmaktadır. Yapılan en çirkin işlere çok güzel kılıflar hazırlamaktadır. Sahada canıyla malıyla bedel ödeyenlerin ise böyle bir şansı asla olamaz. Onlar sadece tiyatro oynayabilirler.
Selmân’ın (ra) torunlarının başarılarını karalamaya çalışanlara, şimdi şunu sormanın tam zamanıdır. Yıllarca İran'ı sadece Müslümanlarla savaşmakla, ümmetin içine fitne sokmakla itham ediyordunuz. Şimdi İran, İslam düşmanı bir toplumla doğrudan savaştığına (daha önce de savaşıyordu ancak bu kadar açık değildi) göre, dolayısıyla iddianız yerle bir olduğuna göre, aynı soruyu kendinize sormanız gerekmez mi? Konuşmalarınızla Müslümanların arasına fitne sokmuş olmuyor musunuz? Müslüman direniş cephesini bırakıp neden küfür cephesinin avukatlığına soyunuyorsunuz? Neden kafirlere yaranmaya çalışıyorsunuz? Unutmayınız ki kimin neye layık olduğunu yaptıkları belirleyecek. Sadece iddiada bulunmakla ulaşılacak bir şey değildir. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Hucurât, 49/6.