Edward Said’in büyük hayal kırıklığı: Sartre, de Beauvoir ve Foucault ile karşılaşma ve Filistin üzerine anlaşmazlık
Said için hayal kırıklığı Sartre, de Beauvoir ve hatta Foucault'nun İsrail'e verdiği açık destek oldu. “Foucault, seminere katkıda bulunacak hiçbir şeyi olmadığını ve doğrudan Bibliothèque Nationale'deki günlük araştırmasına gitmek üzere ayrılacağını söyledi bana"
Edward Said, 1979 yılında Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir tarafından Orta Doğu barışı üzerine bir konferans için Fransa'ya davet edildi. Mısır ve İsrail arasındaki savaşı sona erdiren Camp David Anlaşması'nın ardından, Oryantalizm kitabının yazarı ve Filistin halkının ateşli destekçisi, diğer önde gelen düşünürlerle birlikte programa katkıda bulunmak üzere çağrılmıştı.
Said, London Review of Books için kaleme aldığı yazısında bu macerayı anlatırken Sartre'a övgüler yağdırdı:
"Hata yapmaya ve abartmaya meyilli olsa bile asla küçümseyici ya da kaçamak cevaplar veren biri değildi. Neredeyse yazdığı her şey cüretkârlığı, özgürlüğü (hatta laf kalabalığı yapma özgürlüğü) ve ruh cömertliği açısından ilgi çekicidir."
Ancak Sartre ve de Beauvoir'a hayranlık duymasına rağmen Said, entelektüel kahramanlarıyla tanıştıktan sonra hayal kırıklığına uğradı. Said, Fransa'ya vardığında, güvenlik nedeniyle oturumların Michel Foucault'nun evinde yapılacağını bildiren gizemli bir not aldı.
Said oraya vardığında, İranlı kadınlar tarafından giyilen ve kadının sadece yüzünü açıkta bırakan bir giysiye (çador-çarşaf) karşı konferans veren de Beauvoir ile karşılaştı.
“Beauvoir meşhur türbanıyla çoktan oradaydı ve dinleyen herkese Kate Millett ile birlikte çarşaf karşıtı bir gösteri yapmak üzere Tahran'a gideceklerini anlatıyordu; bu fikir bana ukalaca ve aptalca gelmişti ve Beauvoir'ın söyleyeceklerini duymaya hevesli olmama rağmen, onun o anda oldukça kibirli ve tartışılamayacak biri olduğunu da fark ettim. Ayrıca, bir saat kadar sonra (Sartre'ın gelişinden hemen önce) ayrıldı ve bir daha görülmedi."
30 yıl sonra, Said ve de Beauvoir arasındaki çatışma noktası, Batı'nın başörtüsü, nikap, burka ve diğer geleneksel Müslüman kıyafetlerine yönelik saldırılarının ardından hâlâ hararetle tartışılıyor. Saba Mahmood ve Lila Abu-Lughod gibi düşünürler tarafından üstlenilen bu giysilerin savunusu, Said'in Batı'nın ırkçı Doğu telakkileri üzerine yaptığı çalışmalara çok şey borçlu.
Said devam ediyor:
"Beauvoir bende ciddi bir hayal kırıklığı yaratmış, İslam ve kadınların örtünmesi hakkında bir sürü gevezelik ederek odadan çıkıp gitmişti. Onun yokluğuna üzülmedim... Sartre'ın varlığı, artık ne kadar varsa, garip bir şekilde pasifti ve hiç etkileyici değildi. Saatler boyunca hiçbir şey söylemedi. Öğle yemeğinde karşıma oturdu, mutsuz görünüyordu ve tamamen suskun kalmaya devam etti, yumurta ve mayonez talihsizce yüzünden aşağı akıyordu. Onunla sohbet etmeye çalıştım ama hiçbir sonuca varamadım. Belki de sağırdı ama emin değilim. Her halükarda, bana eski halinin lanetli bir versiyonu gibi göründü; meşhur çirkinliği, piposu ve sıradan kıyafetleri ıssız bir sahnedeki dekorlar gibi etrafında asılı duruyordu."
Ancak Said için hayal kırıklığı Sartre, de Beauvoir ve hatta Foucault'nun İsrail'e verdiği açık destek oldu.
“Foucault, seminere katkıda bulunacak hiçbir şeyi olmadığını ve doğrudan Bibliothèque Nationale'deki günlük araştırmasına gitmek üzere ayrılacağını söyledi bana hemen" diye anlatıyor Said ve ekliyor: "Başlangıçlar kitabımı, Foucault’un makaleler ve dergiler de dâhil olmak üzere özenle düzenlenmiş bir yığın materyalle dolu kitap raflarında görmekten memnun oldum."
Ancak Said, Cezayir halkını destekleyen öfkeli tutumunu Filistinlilerin felaketi karşısında sürdürmeyen Sartre karşısında şaşkınlığa uğramıştı.
"Sartre beni çok sarsmıştı zira Cezayir konusundaki tutumunu unutamıyordum; bir Fransız olarak bu pozisyonu benimsemek İsrail'i eleştirmekten daha zor olmalıydı. Ama yanılmışım."
Daha sonra Sartre, Said'in, bir meslektaşı tarafından yazıldığından şüphelendiği yorumları sunacaktı. Daha sonrasını şöyle anlatıyor:
"Elbette Sartre'ın bizim için bir şeyi vardı: yaklaşık iki sayfalık daktilo edilmiş bir metin - tamamen o anın yirmi yıllık anısına dayanarak yazıyorum - Enver Sedat'ın cesaretini akla gelebilecek en sıradan basmakalıp sözlerle övüyordu. Filistinliler, toprak ya da trajik geçmiş hakkında pek bir şey söylendiğini hatırlamıyorum. Cezayir'deki Fransız uygulamalarına birçok yönden benzeyen İsrailli yerleşimci-sömürgeciliğe kesinlikle atıfta bulunulmadı... Bu entelektüel kahramanın ilerleyen yaşlarında böylesine gerici bir akıl hocasına dönüşerek yenik düştüğünü ve Filistin konusunda, ezilenler adına mücadele eden eski savaşçının zaten çok ünlü bir Mısırlı lider için en basmakalıp gazetecilik övgülerinin ötesinde sunacak hiçbir şeyi olmadığını keşfettiğimde oldukça sarsıldım. O günün geri kalanında Sartre sessizliğini korudu ve görüşmeler eskisi gibi devam etti. Yirmi yıl önce Sartre'ın Fanon'la (o zamanlar lösemiden ölmek üzereydi) buluşmak için Roma'ya gittiğini ve Simone onu vazgeçirene kadar, iddiaya göre 16 saat boyunca Cezayir'in dramı hakkında ona nutuk çektiğini söyleyen şüpheli hikâyeyi hatırladım. O Sartre sonsuza dek yitip gitmişti artık."
Frantz Fanon hem Sartre hem de de Beauvoir ile arkadaştı ve Sartre, Fanon'un Yeryüzünün Lanetlileri kitabına önsöz yazmıştı.
"Bildiğim tek şey, çok yaşlı bir adam olarak, biraz daha gençken olduğu gibi göründüğü: ona hayran olan her (Cezayirli olmayan) Arap için acı bir hayal kırıklığı," diye bitiriyor Said.
Said'in günlüğünün tamamını buradan okuyabilirsiniz. (Eugene Wolters / critical-theory.com - Çeviri: Medya Şafak)