Büyük Şeytanın Terör Fabrikaları
Arap Baharı heyulasından itibaren bölge adına korktuğum ne varsa bir bir gerçekleşti. Artık daha çok IŞİD konuşuruz, daha çok terör, daha çok savaş konuşuruz, daha çok!
Kaç yazı yazdım bu konulara dair unuttum.
'Devrim' diyerek 'Suriye fitnesine' nasıl sürüklendiğimizi, olan bitenin nihayetinde Batı'nın bölgeyi işgal lansmanından öte anlam taşımadığını taa o vakit dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.
Hülasa, 'İsrail terör devleti' için (mıntıka temizliği mesabesinde) işler tıkırında dedim.
Anlatamadım!
Sabah akşam 'Suriye devrimi' deyip de Sisi darbesinin en azgın teşvikçisi ve sponsoru Suudi Arabistan'a övgüler düzen kafalara da zaten anlatamazdım.
Anladıkları tek şey koşuldukları 'operasyona' karşı çıkanları töhmet altında tutmak olduğu için Salih Mirzabeyoğlu'nun bir şiirinden mülhem haykırdım: 'Fark etmez zaman ve yer / İsmi ister Beşar Eset / İster Sisi olsun / Köpekler birbirine benzer...' (19. 08. 2013, Yeni Şafak)
Bunlar kimdir, hangi bezlere sarılıp hangi kundaklarda büyütülmüştür, bilmiyorum.
Kendilerine 'İslamcı' diyorlar ama, Müslümanlar birbirini bire kadar kırmadıkça anlaşılan rahat etmeyecekler.
Tuhaflar çok tuhaf!
'Ne olur bu pis tuzağa düşmeyelim!' başlıklı yazıma 'IŞİD akıllılardan' öyle utanç verici tepkiler aldım ki aklınız durur.
Uzun lafın kısası, mezhep taassubuyla kafayı bozan beyinsizlerin de katkısıyla kadim işgalcilerimiz bölgeye yeniden gelmiştir.
Olan bitenin özeti maalesef budur.
Artık bölgede iki şey konuşacak: Silahlar ve yalanlar. Silah fabrikalarının bacası tüterken çocuklarımızın göğüsleri paramparça olacak.
IŞİD, Batının işgali için ne kadar zaman lazımsa o kadar zaman içinde halledilecek.
Sonra, okyanusa atılan Ladin'in mukadderatı söz konusu olacak.
'Silahlar ve yalanlar' dedim ya, gelin bağdaşımızı bozalım da 2. Dünya Savaşı yıllarına kaçamak bir bakış zula edelim.
Tıpkı bu köşecikte ilk yazılarımdan birinde (30 Kasım 2005) olduğu gibi: 'Dünyanın yörüngesini, çekirdeğini savunmak için 'Yıldız Savaşları' çıkararak uzaylıların iflahını kesen, kimyasal silah bahanesiyle de gariban Irak halkına çullanan Amerika, bakalım o zamanlar cici silahlarını hangi yalan çuvalına sokuyordu.
Almanya fizikte, özellikle de atom fiziğinde bütün ülkelere nal toplatacak seviyededir.
Mesela, Planck, 'Kuantum Kuramı'nı, Berlin Üniversitesi'nde ortaya atmıştır. Einstein aynı üniversitede 'Genel Görecelik ve Çekim Kuramı'nı bularak dünyaya dilini çıkarmıştır. Heisenberg ise 'Belirsizlik Kuramı' ile Newton mekaniğini hepten mezara gömmüştür.
Heisenberg deyip geçmeyin. Fizikten felsefeye kadar at koşturmuştur. Lafını da kimseden esirgemez. Hitler'in karşısına dikilip, Yahudi akademisyenleri sürmekle Almanya'daki fiziksel araştırmalara darbe vuracağını söylemiştir.
Gelgelelim, Hitler laftan anlamaz; mucize çapında bir ahmaktır.
Heisenberg, Müttefiklerin teknolojik üstünlüğü sayesinde savaşı kazanacağından adı kadar emindir. Hitler'in yüzünden Almanya'nın sürüklendiği felakete ah-u vah edip oturmaktansa, büyük yıkım sonrası ülkesinin inşasında nükleer enerjiden yararlanmak için araştırmaya koyulur.
Otto Hahn'ın uranyumun parçalanması buluşunu heyecanla karşılar. Bir yandan da, Hitler'in sürdüğü fizikçilerin, Amerika'da atom bombası yapmalarından endişe eder.
Amerika Başkanı Roosevelt'i atom bombası konusunda malûm çevreler ikna etmeye çalışırlar. Ne ki, Roosevelt mevzuya Bush gibi cumbadak atlamaz. Dr. Moore'u devreye sokarlar.
Dr. Moore da Einstein'in takma adından başka bir şey değildir.
Anlayacağınız Einstein çoktan Amerika'ya göç etmiş, bir zamanlar Kuantum konusunda yarenlik ettiği Heisenberg ve çevresini töhmet altında bırakmıştır.
Halbuki bunun yalan olduğu Heisenberg'in tutuklanmasından sonra iyice gün yüzüne çıkmıştır.
Atom bombası ile ilgili ilk çalışmalar Robert J. Oppenheimer öncülüğünde 1942'de Almanya'dan göç eden Yahudi fizikçilerin de içinde yer aldığı düzinelerce bilim adamıyla başlar ve tam üç yıl sürer. İlk deneme 16 Temmuz 1945'de New Meksika'da yapılır. İkinci deneme, 6 Ağustos 1945'de Hiroşima'da.
Ne sandınız!
Elbette 'denemeden' başka bir şey değildir bu.
Çünkü Japonya direnişini kırmak bahanesi, külliyen yalandır. Japonya'nın süngüsü Almanya'nın tesliminden sonra çoktan düşmüştür.
Heisenberg ve Hahn sığınaktadırlar.
Radyodan spikerin sesi duyulur. Hiroşima'ya atom bombası atılmıştır. Otto Hahn'ın başından aşağı kaynar sular dökülür. Bu en büyük buluşunun akıl almaz bir yıkımla lekelenmesine kahrolur.
Heisenberg bütün fizikçiler adına günah çıkararak Hahn'ı arkalar: 'Hepimiz bu yıkımdan sorumluyuz.'
Bir şeyin doğru olup olmadığı her şeyden önce araçların seçimiyle ortaya çıkar. Nükleer silahların alayı bizzat terör silahıdır.
Terörün silahını yok edecek olanlar 'silahın terörü'nden vazgeçmek zorundadırlar. Ve silahlar yalanlarla saklanamaz.' (Yeni Şafak)