Beden İçin Ruh İncitilmemeli...
Nice bedenler vardır ki anlık ve geçici bir lezzet uğruna kendisinde taşıdığı ruhu esir ve zelil etmiştir.
Menfaat için nice ruhlar incitilmiş ve bu eziklik beden sahibince görmezden gelinmiştir.
Maddiyet adına nice maneviyatlar ve bunun telafisi mümkün olamamıştır.
Nice hakikatler minnet zindanında hapsolunmuş ve azade olamamıştır.
İslam bedenin haz duyacağı lezzetten ziyade daha çok huzurlu bir ruh, güçlü bir maneviyat üzerinde durmuştur.
Evet, burada ruhun ilmi tarifesi veya bilimsel açıklamasına girmeyeceğim. Ruh mu önce yaratılmış madde mi? Tartışmasına da girmeyeceğim. Zira kuranı Mubin’de ruh hakkında “hem sana ruhtan soruyorlar. De ki ‘Ruh Rabbinin emrindedir, size ise ilimden ancak pek az bir şey verilmiştir’.” (İsra-85) denmektedir.
İnsana az verilen bu ilim hakkında ilimde derinleşen âlimlerimizin yeteri kadar izahatta bulunmamıştır. Ama ruhun madde olmadığı ittifakladır. Dolayısıyla madde ruha dayanmakta mevcudiyetini onunla sürdürmektedir. Beden üzerinde tıpkı kumanda gibi hükmeder. Beden ruhla hayat bulur, dereceler kat eder. Ruh bedenden çıkarsa ceset manasını kaybeder ve dejenere olur.
Beden; Rahat yaşamak ve dünya maddiyatının lezzetlerini tatmak için hırsla hareket ederse ve bir lokmanın vereceği tat için minnet altına girerse işte o zaman o nezih ve pak ruhunu incitmiş olacaktır.
Ruh zaman içerisinde bedene benzemeye başlar. Beden eğri durursa zamanla ruh buna alışır ve hatalarından rahatsızlık duymayacaktı. Şayet akıl yetisi, bedeni ilahi emirler doğrultusunda yeteri derecede doğru yönlendiremese:
1-Beden; Yaratıcının emrinden çıkar ve ruh da bundan huzursuzluk duyar.
2-Beden; Dünyanın geçici zevk ve sefası için günaha girecek, akabinde maneviyat zedelenecek ve ruh bir ömür azap korkusunu yaşayacak.
3-Beden, haramı tatmaya başlayacak ardından ruh da zincire vurulacak.
4-Beden, nefsi tatmin etmek için minnet altına girecek ruh ise kınanmanın ezikliğini yaşayacaktır.
Onun için nefsin tasallutuna kendini teslim eden bedenler bir ömür boyu manevi sıkıntılar ruhsal sorunlar yaşamışlardır. Bu günün materyalist batısı buna güzel bir örnektir.
Ama ehlullah, maddiyatı (bedeni), maneviyat için bir diyet mesabesinde görür. Yeri geldiği vakitte bedeni huzuru ve kurtuluşu için feda edebilmeyi başarmıştır. Yani bu Allah âşıkları ebedi bir lezzet için maddiyat hükmünde olan bedeni yüce halkın buyruğuna sokmuşlardır. Velev ki maddiyatta (cesette) acı duysalar.
Tarih bunun örnekleriyle doludur. Ashab-ı Uhdud lezzetine vardığı ilahi imana halel gelmesin diye gözünü kırpmadan ateş hendeklerinde fani bedenleri feda etmiştir.
Hz. Yusuf (as) muvakkat bir dünya zevki ve lezzetini ruhani haz uğruna elinin tersiyle tepip bedeni zindana sokmayı tercih etmiştir.
İmam Ahmet bin Hambel, hakikati haykırmanın manevi lezzeti için ve ruz-i mahşerde medar-ı necat olsun diye dünya zindanını dünyanın fani lezzetine tercih etmiştir.
Beddiüzzaman Said-i Kurdi, ruhuna minnet zilletini yaşatmamak için ömrü boyunca karşılıksız hiçbir şey almamaya çalışmıştır.
İşte küfür milleti bundan, yani ehl-i imanın tadına varlığı bu hazdan mahrumdur. Bunu anlayamamaktadır. Cüneyd-i Bağdadi’nin ‘’Eğer küfür milleti almış olduğumuz bu lezzeti bilselerdi onu bizden almak için kılıçlarını çeker bizimle savaşırlardı‘’ dediği gibi batı bu manevi nimetten yoksundur. Bugün, dünyanın her türlü zevkini ve sefasını tadan batı, tatminsizliğin ruhsal bunalımını yaşaması buna delil değil mi?
Hakikatten sapıtmış bir kavmin, topluma veya kişi, faydalanmış olduğunu dünya nimetinin fena bulmasıyla hayıflanacağı gibi hesap(ceza) günü gafletle geçirdiği ömür hesabını vermenin acısını yaşayarak sıkıntısını katmerleştirecektir. Allah-u Teâlâ Ahkaf 20’de şöyle buyuruyor.
‘’ve inkâr edenler ateşe olunacağı gün(kendilerine şöyle denir):Dünya hayatında (bütün) güzel şeylerini giderdiniz ve onlarla faydalandınız. Bugün ise, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamakta olmanızdan ve fasıklık etmekte olmanızdan dolayı aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız.‘’
Onun için ilamdaki maddi cezalardan çok duygusal, ruhsal ve manevi (uhrevi) cezalar etkili olmuş, kendi müntesipleri üzerinde tesir etmiştir.
Örneğin bir hırsızlık vakasında, suçu sabitleştikten sonra eli kesilen hırsızın, maddi acısı birkaç günlük gibi kısa bir süre olabilir lakin hırsızlık damgasıyla (kesik elle) bir ömür boyu toplum içinde duyacağı ruhsal ızdırap ve utanç, süre bakımından daha uzun ve daha acıdır. Hulasa, beden için ruh incitilmemeli yeter ki ruh huzurlu ve müsterih olsun varsın benden kurban olsun.
Şu vecizli sözde ne güzel ifade edilmişlerdir.
‘’nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilme’’
Fi emanillah…
(Van Olay)