Şahadetin meşale oldu kararan dünyaya..!
Van'da 14 Şubat 2000'de tarihinde polis operasyonunda şehid edilen Sabahattin Sap, M. Nuri Balka, Zahir Ayva, Murat Hayva ve Nuri Baran'ı şehadetlerinin 17. sene-i devriyesinde rahmetle anarken, Söz ve Kalem Dergisi yazarı Esra Kaçan'ın 'Bad-ı saba' başlıklı yazsını sizlerle paylaşıyoruz...
Ey vefa;
Vakit kor öfkeye bezenmiş gece,
Kar hüzünle yağıyor.
Geceye ihanet sesleri raks ediyor.
Acımasızca işgal edilen pak ruhlar
Özgürlüğe uçtular.
Ve
Kıvrım kıvrım kutlu dağlar
Yeni bir renge bulandı.
Acısı ile bezendiğim
Aziz yoldaşım;
İçimde kor tutan öfkemin sahibi
Şahadetin meşale oldu kararan dünyaya..!
Mevsim kış, gece soğuk. Kış mevsimi kar ile ahenk içinde. Yeryüzünü kar kapladığı gibi yüreklerimiz de karla örülmüş. Acılar vicdanımıza dokunamıyor. Kış ayında umutlar tazelenir, huzura yelken açar, huzur ile harmanlanır yüreğimiz. Şehrimize her zaman kar yağmaz. Yağdığı vakit her yer bayram gününe döner. Kara baktıkça huzuru iliklerime kadar hisseder, anılara kapılır giderdim. Geçmemişe özlem duyduğum an kar canımı yakmaya başlardı. Ocağın zemheri soğuğunda yüreğimize düşen hicran ateşi şubat ayında kor tutmuştu. Yüreğime ağır gelen gidişler bir hayli bitap düşürmüştü. Kar yağışını izlerken derinlere dalar, uçsuz bucaksız sevdalara kanat çırpardım.
Yâdıma bir sevda düştü: Adı şahadet olan, adı Sabahattin olan. Anılar bir hayli kan kokuyor. Kan kokusu şahadet ile süslendi mi ümmete kazanç olurdu. Ümmete kazanç, sevenlere acı olan anılar. 2000 yılında en sevdiklerini Rabbe kurban eylemişti mustaz’af yürekler ama biri vardı. Huseyn’in gidişi ile canından can giden. Şehit Rehber’in gidişiyle tüm dünyası ona dar gelmeye başlamıştı. Dostu tek yolcu etmek ona acı geliyor, yüreği gergef dokur gibi acıyı dokuyordu. Huseyn’in ani gidişi Sabahattin de kor tutmayan sevdasını yeniden alevlendirmişti. Özlem duyuyor, Huseyn gibi bu davada erimek istiyordu . Beraber yol aldığı dostu onu yarı yolda bırakmış, hayalleri yarıda kalmıştı. Sabahattin’in Huseyn’e yetişmesi gerekiyordu. Tek başına dayanamazdı bu vefasız dünyada. Onsuz rengi değişmişti dünyasının, umudu kırılmış, hasret ile gidişi bekler olmuştu.
Sabahattin dünyayı elinin tersiyle itmiş aziz İslam davasına râm olmuştu. Tek gayesi İslam dininin tüm cihana hâkim olmasıydı. Bu uğurda geçmişti candan, maldan, yardan… Kimilerine anlamsız geliyordu bu adanmışlık ama Sabahattin’in hayatı İslam ile anlam bulmuştu. Dünyası İslam ile yeniden şekillenmiş, yıldızlara eşlik eder olmuştu. Kendini umudun kollarına bırakmış, ay ışığına sevdalanmıştı. Huseyn’in ardından gitmek için dua ipine sarılmıştı. Dayanılmaz bir acıya müptela olmuş yüreği ile revan oldu bu yola. Dilinde özgürlüğün parolası ile yılgın yüreklere umut taşımaya ant içti. Kendisini Halık’a adamış, Kur’an’i bir ahlakla ebedi saadete yetim yürekleri davet etti. Zamanla yarışır olmuştu. Adanmanın ilk imtihanını Huseyn ile gerçekleştirmişti. Huseyn olmadan yürüdüğü caddeler hüzünlü, uğradığı camilerin minareleri mahzundu. Bir derdi vardı. Aşka düşmüş, kalbi dünyaya savaş açmıştı. Hüznü öfkesiyle birleşince asrın Yezidlerine meydan okur olmuştu. Tek tek kapıları çalıyor, Rahman’a davet ediyordu uyuyan insanlığı. İslam düşmanları onun başkaldırışını yıkmak, onu yıllara gömmek istiyordu ama Sabahattin’in azmi onların saltanatlarını sarsmıştı. Korkuya kapılan hainler kurmuş oldukları planı hızlıca uygulamaya koyuldular.
Kar hüzünle yağıyordu o gün. Necla ablanın yüreğinde dinmek bilmeyen bir acı vardı. Eşi çok durgundu. Nedenini sorduysa da cevapsız kalmıştı sorular. Sessizliğe bürünen hanelerini silah sesleri böldü. Korku ile yere yattılar. Çocukların ağlaması arşı titretiyordu. Ve sessizliğe kitlendi yürekler. Üstüne titrediği can yoldaşı kan revan içinde yerdeydi. Çiçeği solmuş, yüreği erimişti. Gül kokusuna bürünmüştü sevdası. Ağlamaya fırsat bırakmadan çocukları ile götürmüşlerdi Necla ablayı. Kalbi kimsesiz kalmıştı. Hainler akbaba sürüsü gibi toplanmışlardı pak bedeninin etrafında.
Güneş öldü ey Huseyn! Sensizliğin acısına dayanamadı Sabahattin. Gökyüzünden merdiven inmişti Erek Dağı’na. Bir sevda büyüyor. Acı gün kutlu gidişe ev sahipliği yaptı. Nar-ı Beyza bir tebessüm sardı çehresini. Şebneme boyanan mutluluğunu bize de bahşeder mi yaradan? Mutluluk, yâre kavuşma, dosta misafir olmaktı. Sen mutluluğa uçarken biz çığlıklara kapıldık. Yüreğimize emsalsiz bir acı saplandı. Suskunluğun içerisine gömüldük. Bir güvercine sevdalandık. Özleme kavuşmak için düştük peşinize. Yol alırken siz çıktınız karşımıza. Hamd ile karşılarken sizi günlerimiz acıya dost oldu. Karanlık kaplayan yüreğimiz uçuşunuz ile aydınlandı. Uçuşunuza sebep olan da biziz. Bizi kurtarmak için Kabillere Habil oldunuz ey şehit!
Şimdi vefanın rengine büründüm. Yüreğinizdeki ab-ı hayatı idrak etmek için sizi anlatmalıyız yıllara. Sevdanız ulaşmalı asırlara. Ey şehit! Sen ki bir yaşamsın amacı olmayanlara.
Yağmur sessizliğine kilitlenelim, sahipsiz kalan acılara ses olmak için. Ses verelim yüreklerde biriken fısıltılara. Yanan yürekleri görmek için kaldıralım gözlerimizdeki bulutları. Mecalsiz kalan ruhlara güç verelim. Onlar bizim için eridiler. Aile efratları da bizim için onlarsız kaldılar. Hak diyorum azizim. Helal edersin değil mi? Ey şehit! Vefanın en güzel rengisin. Hakkınızı ödeyebilmek için adanmalıyız eridiğiniz davanıza. Azminizin en koyu rengine bürünmeliyiz. Kanınız ile bilenmeli, nasihatlerinizle dirilmeliyiz.
Ey vefanın rengi!
Zaman seni anmaya, anlatmaya yetmiyor. Beyaza acı yüklediğimiz, umudumuzun kırmızıya büründüğü visal günün geldi. Sen gittin, biz seninle yeşerdik. Sürgün yakınlığındaki Erek Dağı’nın kahramanı! Sensizlik ile kaynayan kalbi kırık canlara teselli oldun, umut oldun, sevda oldun.
Sen ki bad-ı sabasın yüreklere!
“14 Şubat 2000’de Tevbe 111. ayeti kendisine düstur edinen yiğit insan! Şehadetin mübarek ola. Yüreğinde bitmek bilmeyen özlem taşıyan Annem; mahsun bakışlarındaki acıya Selam Olsun.! Aziz şehidimizi rahmet ve özlemle yâd ediyoruz.”