Kemalden Bakmalı, Cemalden Görmeli
Aslolan doğa mıdır, şehir mi? Fıtrat dediğimiz hep iyi midir? Dönüp dolaşıp özümüze dönmekten bahsederiz de öz, geri dönmek midir, geriye gitmek midir? Doğallığımız bizi nereye kadar taşıyabilir? İnsanlığın gelmiş olduğu bugünkü evre bir kemal mi, yoksa zeval mi? Tekerrür mü ederiz yoksa yeni bir yere, bir döneme mi gideriz? Biz bu işin neresindeyiz? Nereye bu gidiş?
…
Sosyoloji ilmi, kavramsal terminolojisi ile ortaya çıktıktan sonra yeni bir bakış açısı türedi: “ilmi tekebbür”. Batı kendisine her ne zaman nazar etse “sosyoloji” her ne zaman da gayrısına yönelse “antropoloji” demeye başladı. Kendince eline geçirdiği maddi güce “gelişmişlik” dedi. Bu kârlı yolda kendi ayak izinden başkasını “mürted” etti. İtti gitti. İnsanlığın sermayesini kendinden bildi. Kaynakçaları, dipnotları hep yaktı, atıfları bitirdi. Hakkını teslim etmek lazım. Batı kendine geldi, gelmiş olmasına da orada ne bir şey bulabildi ne de görebildi. Ya bir insan ya bir ruh; hiçbir şey…
Endüstriyel ve teknolojik öncelik yönü ile büyük bir çığır açtı. İnsanlık gerçekten büyük bir evrim geçirdi. Ancak bu gelişmişlik bize ne söyledi? “İnsan” anlamına ne yükledi? Hayatımızı ne denli dertlendirdi? Bizi nereden alıp nereye taşıdı? Neyimizi çoğalttı, neyimizi eksiltti? Neyimizi değiştirdi, neyimizi yüceltti?
Meseleye nereden bakmalı?
Kelime, nota, tohum ya da cenin kendi olmaları bakımından bir öz ama asıl değillerdir. Bu yolun yolcusu ama kendisi değillerdir. Peki, asıl nedir? Asıl kemaldir, kemalden “bakabilmektir”. Yani cümle, yani müzik, yani ağaç, yani insandır. Cümleden kelimeye, müzikten notaya, ağaçtan tohuma, insandan cenine gitmektir. Kemale nazaran basit, amatör, fidan, çocuk deriz. Bu rasyonelliğin hikmetidir.
Peki ya “görmek”? Kelimeden cümleyi, notadan müziği, tohumdan ağacı ya da ceninden insanı. Bu sebat, irfandır. Kemalin cemali, cemalin terennümüdür. Var olmanın, varda kalmanın, vara varmanın ferasetidir. Görmeden görmek, duymadan duymak, varmadan varmaktır. Büsbütün cemaldir.
Kemalden bakmalı, cemalden görmeli. Bu minvalde Batı ekâbirliğinin takva değeri yoktur. Çünkü insanlığı sürüklemiş olduğu kapital nokta her ne kadar maddi bir gelişme sunsa da çirkinlikten, kötülükten ve zulümden sakınmaması, onu önlememesinden irapta mahalli yoktur. Ne bunca gelişmişlik bir kemal ifade eder ne de bunca eser bir cemal. Koca bir hormon, koca bir tatmindir. Akıl almaz bir üreme lakin ne bir aile ne de nesildir.
Peki, biz hikmetimizin, irfanımızın neresindeyiz?
Bizde de bir gariplik hâsıl. Kendimize gelsek görecek çok şeyimiz, aşacak çok yolumuz var. Ancak hangi yolun yolcusuyuz bilmeyiz. İnsanlığın gelmiş olduğu evrede şehirlerimizde dağlı, dağlarımızda sefiliz. Cemal istiyorsak hamdan çıkmalıyız, kurtarmalıyız kendimizi. Evvel icat ettiklerimizden, hamasetten, hayatta kalma dürtülerimizden sıyrılmalıyız. Kendimizi geleceğe taşıyabilmek, insanlığa mâl edebilmek için bakmasını da, görmesini de yarından becerebilmeliyiz.
Hamda kalmak bugünü çözümleyememenin, değişimi kontrol edememenin, ayak uyduramamanın neticesidir. Çağ dışı kalmaktır. İktisadı, hukuku, siyaseti inşa edememenin, dahası tanımlayamamanın zorluğudur. Tarihe, felsefeye, bilime, kültüre bugünden bakamamaktır. Velhasıl medeniyet yarışında hamlamaktır, diskalifiye olmaktır.
İmdi doğaya bakmak kolay, şehre bakmak zordur. Dağa bakmak kolay, gökdelenlere bakmak zordur. Araziye bakmak kolay, imara bakmak zordur. Medine vesikasına bakmak kolay, medeni olmak zordur. Hz. Âdem’e bakmak kolay, Hz. İnsan’a bakmak zordur.
Neden geldik bu dünyaya? Çiğ kalmak için mi? Hayır. Kemal olmaya, cemali görmeye geldik. Hayatımıza, hayatımızdakilere bir göz atalım. Nereden bakıyoruz? Hamdan mı, kemalden mi?
Sağlam olsun derken, estetik de olsun diyor muyuz? Zengin olsun derken, helal de olsun diyor muyuz? Hukuk olsun derken, adalet de olsun diyor muyuz? Siyaset olsun derken, ahlak da olsun diyor muyuz? Neticeyi kelam, “kemal olsun derken, cemal de olsun diyor muyuz?” Yoksa ham mıyız, hamda mıyız? (Milli Gazete)