Orta Doğu’daki çatışmalar Kıbrıs’ı teğet geçmez!
Kıbrıs ile ilgili yazdığım makalelerde devamlı olarak altını çizdiğim noktalardan biri bu meselenin sadece adada yaşayan iki halkın mücadelesi olarak görülmemesi gerektiğidir. Bu mesele aynı zamanda bir kimlik mücadelesi, Doğu Akdeniz’de yüzyıllardır değişik boyutlarda devam eden jeopolitik güç ve hakimiyet mücadelesi, Türk tarafının Doğu Akdeniz’deki siyasi ve ekonomik denklemin dışına itilme çabası, mazlum halkların varoluş mücadelesi ve medeniyet çatışmalarının de yer aldığı bir meseledir. Bu bağlamda, Soğuk Savaş döneminin hemen sonrasında yayınlandığında büyük fırtınalar koparan ancak her geçen gün gerçeğin kendisine dönüşen Samuel Huntington’ın ”medeniyetler çatışması” tezinin tam ortasında kalan Kıbrıs adasıyla ilgili alınacak her karar yan yana yaşayan iki komşu devletin kaderini doğrudan etkileyecektir. Bir başka ifadeyle, ya daha büyük bir savaş ya da daha büyük bir barış şeklini alabilecek gelişmelerin Orta Doğu’dan sadece birkaç yüz kilometre uzaklıktaki Kıbrıs adasını ”teğet geçeceğini” düşünmek mümkün değildir.
[İngilizlerin Kıbrıs'tan çekilirken anlaşmalarla sahip oldukları egemen üsleri (haritadaki siyah alanlar)]
Kısacası, İsrail’deki Binyamin Netanyahu hükümetinin savaşa dayanan siyasetinin temel amacı Hamas ve Hizbullah’ı bahane ederek 1948’den beridir acımasızca sürdürdüğü Filistin’i işgal politikasını meşrulaştırmaktır. Netanyahu bunu yaparken de Filistin halkının tüm altyapısını ve yaşam olanaklarını yok ederek onlara kendi çözüm modelini zorla kabul ettireceğini öngörüyor. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden aldığı destek Netanyahu ve hükümetinin işgali sürdürmelerini sağlıyor.
ABD güdümündeki GKRY bölgeyi güvensizleştiriyor
Madalyonun diğer tarafına baktığımızda ABD güdümünde oluşturulan GKRY-Yunanistan-İsrail ittifakının her geçen gün pekiştiğini görüyoruz. Bu oluşumun temel amacı Doğu Akdeniz’in en güçlü ve en uzun sahil şeridine sahip olan ülkesi Türkiye’yi Antalya körfezine hapsetmek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) tasviye edilmesi suretiyle de Türk tarafını Doğu Akdeniz’deki siyasi ve enerjiyle ilgili jeopolitik denklemlerden çıkarmaktır.
2018’de başlayan sürecin bir sonucu olarak Rum tarafı tarihte olmadığı kadar ABD etkisi altında girdi ve zaten sınırlı olan bağımsız karar alma gücü daha da azaldı. ABD’nin kendisine uyguladığı silah ambargosunu kaldırması ve iki taraf arasında geçtiğimiz ay ”stratejik diyalog” anlaşmasının imzalanmasıyla GKRY, ABD’nin bölgedeki stratejik planlarına bağlı kalacağını bir kez daha taahhüt etti.
ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken Rum Dışişleri Bakanını kabulünde İsrail’in Gazze’yi işgalinin başladığı tarihi kast ederek ”Son 8 ayda ABD Kıbrıs’ın askeri operasyonlar açısından stratejik değerini öğrendi.” şeklinde bir açıklama yaptı. Blinken’ın bu açıklaması doğal olarak Rum liderliğinin hiçbir zaman yanıtlayamadığı Kıbrıs merkezli askeri operasyonların neler olduğu, bu operasyonlarda adadaki İngiliz üslerinin ne şekilde kullanıldığı ve GKRY’deki askeri üslerin de bu operasyonlarda kullanılıp kullanılmadığı sorularını akıllara getiriyor.
Netanyahu hükümetinin sadık bir savunucusu olan GKRY’nin her geçen gün ABD’ye tabi olması ve İsrail’e hizmet etmek amacıyla Doğu Akdeniz’in silahlanma ve askeri sistemlerine dahil olması hiç kuşkusuz adayı daha güvenli hale getirmeyecek. GKRY’nin bu tutumu tam tersine adada yaşayan iki halkın can güvenliğini tehlikeye sokacak ve Kıbrıs’taki iki devletin ekonomik can damarlarını oluşturan turizm, eğitim ve hizmet sektörlerini de sekteye uğratacaktır.
Sonuç olarak, Kıbrıs’ı ilgilendiren her bölgesel kriz ”egemenlik” kavramının Kıbrıs Türklerinin adadaki yaşam ve varoluşu için ne kadar hayati olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarıyor. Bu ve benzeri olaylar KKTC’nin tanınmasının sadece Türk dünyası için değil bölgedeki barış, güven ve istikrar için de ne kadar olmazsa olmaz olduğunu gösteriyor. 1963-1974 arası Filistin halkının bugün maruz kaldığı soykırım teşebbüslerini bizzat yaşayan mücahit Kıbrıs Türk Halkı, insanlık suçlarının zamandan bağımsız olarak tüm hızıyla sürdüğü Gazze katliamının hiçbir zaman suç ortağı olmayacak ve bu insanlık suçuna direk veya dolaylı olarak katkı sağlayan taraflarla da aynı saflarda yer almayacaktır. Rum yönetiminin samimiyetsiz, çelişkili ve bölgede önemli bir aktör olduğu inancına dayalı abartılı ve gülünç siyasetiyse çözümün değil sorunun bir parçası olmaya devam edecektir.
(Prof. Dr. Hüseyin Işıksal*, AA)
[*KKTC Cumhurbaşkanı Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanı]
NOT: Alıntı makaleler Hürseda Haber'in yayın politikasını yansıtmayabilir.