Dine Karşı Din
“Dünya hayatı sizi aldatmasın. Aldatıcılar da onları Allah ile aldatmasın.” 35/Fatır/5
Eski Çin’de bir beddua varmış. Bu beddua çok ağır kabul edilir, herkese söylenmez ve sadece çok sıkıntı veren, bizar eden kişilere karşı söylenirmiş.
“Tuhaf zamanlarda yaşayasınız.” Çin bedduası.
Zaman öteden beri mekân ile birlikte değerlendirilmiş ve ölçülmesi mekândaki harekete bağlanmıştır. Mekândaki harekete bağlı olarak zihnimizde zaman kavramı beliriyor. Mekân yoksa zaman da yok demektir. Tabii bu durum bizim zaviyemizden böyle.
Öyleyse tuhaf zamanlarda yaşamayı, tuhaf olayların cereyan ettiği yerlerde yaşamak olarak düşünebiliriz. Garip ve yanlış hareketlerin olduğu, insanların yapması gerekenleri yapmadığı, her şeyin çığırından çıktığı, şirazesinin kaydığı, zamanlar, yani; mekânlar, şehirler, ülkeler olarak düşünmek mümkündür.
Tuhaf kelimesi sözlükte; alışılmamış olan alışılmamış biçimde, şaşkınlık verici, garip vb. anlamlara gelmektedir. Bu anlamlar bir yönüyle Kuran'da bahsi geçen maruf kavramının zıttı olan münker kelimesini çağrıştırıyor.
Maruf kelimesi; bilinen, normal olan, makul, aynı zamanda iyi-güzel olan ve İslam’ın uygun gördüğü davranışları içinde barındıran anlamlarına geliyor. Münker ise bunun tersi; anormal, makul olmayan, alışıla gelmemiş, iyi-güzel olmayan anlamındadır.
Mesela bir iş yerine gelen misafire; “ne içersiniz, çay kahve alır mısınız” diye sorulması maruf olandır, bunların sorulmaması tuhaftır, yanlıştır münkerdir. Yine meselâ, bir İslam ülkesinde-cuma günü iş yerinin kapatılıp-cuma namazına gidilmesi maruf olandır.
İyi, güzel, doğru, garipsenmeyen, hak ve adalet ölçülerinde olan, İslam’ın onayladığı davranışları insanlara anlatıp uygulamasını istemek “marufu emretmek” oluyor. Bunun zıttı münkerden sakındırmak ise; kötü, çirkin, adaletli olmayan davranışlardan-uygulamalardan uzak durmayı, yüz çevirmeyi öğütlemek, ya da engel olmaya çalışmak, uyarmak oluyor.
Her zaman ve zeminde marufu emredip, münkerden sakındıracak bir topluluk olması ise dini bir vazifedir.
İçinde yaşadığımız zamanda veya ülkede tuhaf şeyler oluyor. Her şey çığırından çıkmış bir halde. Tuhaflıkların ayan-beyan ortaya çıkması 7 Ekim’den sonra özellikle hızlandı. Yani tuhaflıklar daha bir aşikâr oldu. Önceleri bu kadar berrak değildi. Bu durumu sosyal medyada paylaşılan bir cümle şöyle özetliyor; “Maskeli bir adam çıktı (Kassam Tugayları sözcüsü Ebu Ubeyde kast ediliyor) ve bütün maskeleri düşürdü. “ Tabii bu maskeler gören gözler, işiten kulaklar, basiret sahibi olanlar için düştü.
Geçtiğimiz günlerde basında çıkan haberin böyle maske düşüren bir özelliği vardı.
“ İsrail’e silah taşıyan taşıdığı için, İspanya Hükümeti tarafından limanlarına yanaşmasına izin verilmeyen ABD’de kargo gemisine Fas sahip çıktı. Gemi, Fas’ın Tanca limanına demirledi.”
Buradaki tuhaflık-münker apaçık ortada değil mi? Aslında bunu iki kat tuhaf yapan; halkı Hiristiyan bir devletin gemiye izin vermemesi, halkı Müslüman bir devletin ise izin vermesi. Tuhaftan öte, tuhaf kelimesi yetmiyor.
Benzer tuhaflıklar ülkemizde de görülüyor. Münker davranışlar, tuhaf dış politika, tuhaf uygulamalar, tuhaf dış ticaret, tutuklama ve haksızlıklar... Son bir yıldır hiçbir sınır tanımayan tuhaflıklara şahit oluyoruz.
Tuhaflıkların, yanlışların, kötülüklerin, her türlü münker, fısk-u fücur ve tuğyanın en az yüz yıllık bir geçmişi var, ülkemizde.
İlk tuhaflık-münker; Müslüman bir millete batılı, sosyal, siyasi, kültürel, folklorik her türlü şeklin dayatılmasıyla başladı. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana tuhaf zamanlarda yaşıyoruz.
Müslümanlıklarıyla iktidara gelen Ak Parti mensuplarının; “şanlı tarih, necip millet, örnek millet, gönül coğrafyamız, Anadolu İrfanı, medeniyet, Osmanlı Misyonu, üç kıtada hakimiyet, vb. kavramlarla yola çıkmasını ve yeniden Dünya Müslümanlarına “abilik yapma” iddialarını önce hatırlayalım. Bir yandan bu iddialarla arz-ı endam edeceksiniz; diğer yandan modernleşme, liberal ekonomik model, batılılaşma, dünyevileşme hedeflerini dibine kadar uygulayacaksınız. Devlet aygıtını Müslüman halkın sömürülmesi için kullanıp, ulusal-ulus aşırı şirket çıkarlarının sonuna kadar gözetilmesine gayret edeceksiniz. Tuhaf değil mi? Tuhaf görmeyelim mi?
Yandaş şirketlerinizin birkaç yıllık milyarlarca liralık vergi borcunu sileceksiniz, bu şirketler birkaç yıldır hiç vergi ödemeyecekler, emekliye zam vermeye gelince kaynak bulamadığınızı söyleyeceksiniz.
Yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı şu günlerde; 12 Eylül darbesiyle anayasaya konulan ilk dört maddeyi hiç tartışmaya açmayacaksınız, tuhaf değil mi? İtiraz etmeyelim mi?
Hani siz devlet millet kaynaşmasını sağlayacaktınız? Bunu sabah-akşam her konuda yalan söyleyip gerçekleri gizleyerek mi yapacaksınız? Ateist bir sosyal medya Fenomeni bile “ben Müslümanım” diyen iktidar müntesiplerinden daha fazla hakikati dert ediniyor, hakikate saygı duyuyor. Müslüman olmanın ilk göstergesi hakikate saygıdır. Müslüman halkın barışık olmadığı Kemalist, batıcı resmi ideolojiye hiç dokunmamak, her vesileyle onu kutsamak, tazim ve saygıda kusur etmemek tuhaf değil mi? Bunları münker görmeyelim mi? Kınayıp eleştirmeyelim mi?
Muhafazakâr demokrat-gelenekçi iktidar ilk yıllarda; bu ülkenin bırakın liberal demokratlarını, hatta sol mahalleden kimi isimleri bile ümitlendirmişti. Sosyal adalet, ekonomik dağılımda adil olmak, hukuku hâkim kılmak vb. hususlarda ümit bağlayan herkesi hayal kırıklığına uğrattı. Sadece bu hayal kırıklığı için bile utanmak lazım. Kimi sosyalistler bile; “bunlar ekonomik adaleti sağlarlar, Allah korkuları, ahiret inançları sebebiyle çalıp çırpmazlar diye ümitlenmiştik, maalesef ümidimiz boşa çıktı.” cümlesini kullandılar.
Filistin’deki katliama yüksek sesle, sabah akşam ve çok keskin kelimelerle, karşı çıkan bir iktidarın, limanlarına; İsrail’e silah ve mühimmat taşıyan gemilerin istedikleri gibi girip çıkmasını eleştirmeyelim mi, münker-yanlış görmeyelim mi, bunu dillendirmeyelim mi?
“Başörtüye uzanan eller kırılsın” sloganıyla iktidara gelen bir hükümet döneminde İsrail’e yapılan ticareti protesto ettiği için gözaltına alınan, başörtüleri kesilip onurları incitilen Müslüman hanımlardan yana olmayalım mı? Bunu yapanlardan nefret etmeyelim mi? Hesap sormayalım mı?
Benzer bir uygulama daha ağır bir şekilde Süleyman Soylu‘nun içişleri bakanlığı döneminde olmuştu. Gözaltına alınan başörtülü hanımların sorguya götürülürken başları açılmıştı. (Fetö mensubu oldukları gerekçesiyle) Hâlbuki bu hanımlar PKK’lı olsalar ve başlarında geleneksel örtü veya poşu bile olsa zorla çıkarmaya kimsenin hakkı yoktur.
İşin daha da tuhaf ve acı tarafı hükümet yanlısı bir arkadaşımız; “ne olmuş başlarını açtılarsa, Fetö’cü bunlar. Başörtüsü onlara göre zaten teferruat, başörtü olayları sırasında Müslümanlara destek de vermediler, her şeyi hak ediyorlar” diyerek, bu yanlışı savunmuştu.
İsrail’e ticaret yapıldığı halde yalan söyleyerek önce inkâr etmek, sonra “ taahhütler var vs”. diyerek ticareti kabul etmeye ne demeli? Özel firmaların ticaret yaptığını, devlet olarak bir şey yapılmadığını söylemek tuhaf değil mi?
“İsrail’le ticaret Filistin’e ihanet, İsrail’le ticaret insanlığa ihanet” sloganlarını İktidardakiler hiç duymuyor mu? Kulakları sağır, gözleri kör mü yoksa? “Sağırdırlar dilsizdirler, kördürler” ayetine muhatap olmaktan korkmazlar mı? Korkmuyorlarsa tuhaf görmeyelim mi?
Bor madeni devlet tekelinde değil mi? İsrail’e “bor” satıyor musunuz, satmıyor musunuz? “ diye sormayalım mı? Satan, Filistin davasına ihanet etmiştir, demeyelim mi?
İki devlet bir millet olmakla övündüğümüz Azerbaycan petrol ve doğalgazının İsrail’in toplam harcamasının yüzde ellisini karşıladığını biliyoruz. Bunlar Ceyhan’dan veya başka limanlardan İsrail’e gidiyor. Varil başı 1.27 Cent alındığını bir vekil meclise itiraf etti. Bu alışverişi münker bulup eleştirmeyelim mi, kimin gemicikleri ile taşınıp İsrail’e ulaştığını sormayalım mı? Çirkin ve yanlış bulup eleştirmeyelim mi? Kötülüğü elimizle değiştirmek dururken; bunu yapmadığımız/yapamadığımız için dilimizle olsun karşı çıkmayalım mı?
Müslüman millettimizden oy isterken “Hz. Ömer’in RA. adaletinden”, Hz. Ömer’in bile hesap sorulabilir olduğundan söz edenleri; geldikleri noktada yaptıklarından dolayı muaheze etmeyelim mi? “Sen Ömer’den daha mı faziletlisin ki, Ömer’e hesap soruluyor senden sorulmuyor” diye sormayalım mı? Bunu tuhaf-çirkin-kötü görmeyelim mi?
Allah cc. İnsanı yaratıp onu yeryüzünde kendi halifesi kılmışken, onunla olan kulluk/İslami sorumluluk bağımızı devamlı hatırda tutmak, yani tezekkür bir müminin görevi değil mi?
Küresel güç dengeleri sebebiyle-veya başka sebeplerle-İsrail dostluğu ve rızasını gözetmenin sizi nerelere savuracağını hiç düşünmez misiniz? Uluslararası anlaşmaları bahane ederek İsrail’e taşıdığınız petrol ve doğal gazı, yine uluslararası anlaşmalara göre kesme/taşımama hakkınız olduğunu bilmiyor musunuz?
Bu eyleminiz savaş suçlusu ilan edilen Netanyahu’nun suçuna ortak olmak değil midir?
Metris cezaevine atılan gençlerle ilgili Ahmet Hakan Çakıcı kardeşimiz, Ahmet Kaya’nın Metris Türküsüne atıfla şöyle diyor: “Nereden bilsin Ahmet kaya; yıllar sonra bir “İslamcı İktidar!” gelecek, bir başörtülü hâkim atayacak, o başörtülü hâkim “İsrail’e petrol gitmesin” dedikleri için iki kişiyi , “Özgür Filistin” dedikleri için yedi genci Metris cezaevine atacak.
Millet olarak tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Duası makbul olan bir Çin’linin bedduasını aldık galiba. (Talip Özçelik, islamianaliz)
NOT: Alıntı makaleler Hürseda Haber'in yayın politikasını yansıtmayabilir.