Muharrem Ayı ve İmam Hüseyn'in Şehadeti
Bilindiği üzere Hz. Hüseyin’in şehadeti, Muharrem ayı içerisinde gerçekleşmiştir. Muharrem ayı, Hicri takvimin ilk ayıdır. Bu takvime göre Hz. Hüseyin 10 Muharrem 61 hicri yılında şehit edilmiştir. Bugün hicri 1446 yılına girdiğimize göre Hz. Hüseyin bundan 1385 yıl önce Irak’ın Bağdat başkentinin 100 km. güneyinde bulunan ve dünyada “Kerbela” olarak bilinen o bölgede, beraberindeki 17 tanesi kendi ailesinden, 55 tanesi de yardımcılarından olmak üzere 72 kişilik vefalı ve fedakâr insanla birlikte, Emevi Sultanı Muaviye oğlu Yezit’in iktidarı döneminde, Kufe valisi İbn-i Ziyad’ın emri ve Ömer b. Saad’ın komutasındaki ordu tarafından Şimr b. Zil Cevşen ya da Sinan b. Enes’in eliyle kafası kesilerek şehit edilmiştir!
Tarihi kaynaklara göre imam Hüseyin ve taraftarları, Kerbela sahrasında muhasara edilmiş, fırat suyu ile irtibatı kesilmiş, tüm taraftarları ve hatta ailesi ve birkaç aylık çocuğu dahi acımasızca ve susuz olarak katliam edilmiş, erkekleri öldürüldükten sonra da kadınları, kızları, kız kardeşi ve küçük çocukları esir alınmıştır! İmam Hüseyin’in neslinden erkek çocuğu olarak o dönemde şiddetli bir hastalığa yakalanan ve nasıl olsa ölecektir düşüncesiyle Yezit ordusu tarafından öldürülmeyen bir tek Hz. Zeynel Abidin hayatta kalmıştır. Esirleri Kerbela’dan develere bindirip Kufe’ye ve oradan da Şam’a Yezit’in huzuruna götürdüklerinde, İmam Zeynel Abidin’i de acımadan, o hasta haliyle çıplak deveye bindirmiş, düşmesin diye çıplak ayaklarını devenin karnının altından zincirle bağlayarak o şekilde iki bin km. mesafedeki uzunca o yolu o şekilde yürütmüşlerdir! Kesik başlar sırıklara vurulmuş şekilde esirler kafilesinin önünde, arkasında İmam Zeynel Abidin ve onun arkasında da esir edilen kadın ve çocuklar yürütülmüştür. İlk önce Kufe’ye, daha sonra da Şam’a sevk edilmişlerdir! Şam’da Yezit’in sarayındaki konuşmalardan sonra, Halife’nin etrafındaki insanların ve kendi hanımlarının baskısı sonucu Ehl-i Beyt esirleri serbest bırakılmış ve ceddimizin şehri dedikleri Resulullah’ın Medine’sine gidip kendi evlerine yerleşmişlerdir!
O günden günümüze dek tüm Müslümanım diyenler, örneğin Ehl-i Sünnet, bu üzücü ve hazin olay karşısında kalpleri yaralı bir şekilde mevlütler okuyarak imam Hüseyin’e ve onunla birlikte şehit olanlara ağıt yakmış, daha doğrusu sessizce içten içe ağlamış, Şii kesim ise yine onlar için mersiyeler okumuş, acılı ağıtlar yakarak yas tutmuş ve daha yüksekten ağlayarak imam Hüseyin’in ve dedesi Peygamberin acılarına ortak olmak için yoğun çaba harcamışlardır! Her iki kesim de (hem Sünni hem Alevi-Şii) yaptıkları bu eylemler ile hem Peygamberin şefaatini ummuş hem de Yezit’ten teberri ettiklerini ortaya koymak istemişlerdir. Ve yine Resulullah’ı (sav) mana aleminde öfkelendirmemek için ne Yezit ve ne de Muaviye ismini çocuklarına vermemişlerdir. Hatta birisine öfkelendiklerinde ve onun zalim olduğunu vurgulamak istediklerinde, ona “Yezit” diye hitap etmişlerdir! Susuz bırakıldıklarında da” Burası Kerbela oldu!” diyerek suya engel olanlara örtülü olarak “Yezit” göndermesi yapmaktalar!
MUHARREM AYININ HATIRLATTIKLARI
Hicri tarihin başlangıcı olan Muharrem ayı, biz Müslümanlara her yıl hicret ve Kerbela’yı hatırlatır! Hicret konusu da biz Müslümanların “toplumsal kutsallarımız” içerisinde yer almıştır, Kerbela da!
Kerbela olayında iki şey kendini göstermiştir: Birisi Yezit ve yandaşlarının Peygamber evladı Ehl-i Beyt’ten olan Hz. Hüseyin’e yaptıkları haksızlık ve görülmemiş zulümleri! Diğeri de Hz. Hüseyin ve yardımcıları tarafından gösterilen şecaat, yiğitlik ve izzetlerini koruma hususunda gösterdikleri sabır ve metanetleri! Onların bu özellikleri her yıl kendinden söz ettiriyor, tüm Müslümanlar ve hatta tüm insanlar için birer ders niteliği taşıyor!
Kendi dini ve medeniyet tarihinde böylesine yiğit ve yürekli kahramanlara sahip olan bir millet, hiçbir zaman alçaltılıp boyun eğdirilemez! Ya da kalbindeki aşkını o yüce insanlara gözyaşı dökmekle yetinmez!
Ümmet olarak bizlerin o yiğitlerden şecaat, yiğitlik, zorluklara sabretmek ve fedakârlık dersleri almamız lazım! Daha doğrusu; her dönemdeki Müslüman ümmetin bu olaydan kendine münasip birtakım dersler çıkarması lazım!
Dini değerlerden ve kutsal sermayelerden elde edilen suistifadeler ve dünyevi çıkarlar, umarım ki bu olaydan elde edilmemiş olsun!
Yine ümit ederim ki yersizce harcanan ve dünyanın alçak maksatları için tüketilen toplumsal değerlerimiz, bunun için de tüketilmez!
İslam’dan bahseden bizlerin tümü, bu türden israf edilen kutsal sermayeleri korumak için bunun önünü almalıyız! Bu olayın sahibi olan o yüce kişilikleri, hak ettikleri yerlerinde oturtmalıyız ve yine o büyük zatları hakkıyla tanımalıyız! Hakkıyla onlardan bahsetmeliyiz! Hakkıyla onlardan ders almalıyız! Bunları çıkarcıların ve güç devşirme peşinde olanların ellerinde bir oyuncak olmalarına rıza göstermemeliyiz!
Müslümanlardan bir kesimin, rakipleri aleyhinde bu temiz kanlardan güç elde etmeleri doğru olmadığı gibi, o kanları yok sayıp serbest ve sorumsuzca dolaşmak da doğru değildir!
Diğer taraftan; dünyalık peşinde koşanların, mersiye vs. adı altında yalanlar ve hurafeler uydurarak onların o azametli davalarını halk nazarında değersizleştirip, beyinlerini yıkamaları ve kapkaranlık bir dini ve içi boş bir davayı dünya insanlarına anlatmaları da asla kabul edilmemelidir!
Hurafeler ile mücadele etme hususunda tümümüz sorumluyuzdur! Ve yine dağınık olan bu Hüseyni direnci bir araya toplamakla vazifeliyizdir! Hep beraber Hüseyni davanın bu parlaklığını tüm dünya insanlarının gözleri önüne sermeliyiz!
Nasıl asırlarca bu direniş, bu harekât, bu yiğitlik ümmetin ilham kaynağı olmuş ise, aynı şekilde olmasını ve kalmasını temin etmeliyiz!
İmam Hüseyin’in bize bıraktığı en önemli esas, ne inkilaptı/kıyamdı ve ne de isyandı, yalnızca nefsinin ve dininin izzetini korumak için yapılan bir hareketti!
İmam Hüseyin, kendisini zillete davet ettiklerini gördüğünde ve zelilane bir şekilde (alçaltılmış olarak) ondan biat istediklerini müşahade edince, “Heyhate minnazzille/ Bizde boyun eğmek yoktur!” dedi. İşte aşura gününün en önemli dersi buydu!
Tarihte pek çok savaşlar olmuştur. Gücünü karşısındakilere gösterme savaşı, başkalarının topraklarını işgal etme savaşı, diğer toplumlara hakimiyet kurma savaşı, istismar/emperyal savaşlar vs. Fakat bu savaşlar içerisinde en önemli olanı, izzeti koruma ve zillete düşmekten kurtulmak için yapılan savaşlardır!
Bence Aşura ve Kerbela’nın verdiği en önemli ders, “Bizde boyun eğme yoktur” dersidir!
İmam Hüseyin (as), asla zillet altına girmedi ve şöyle dedi:
-“Beni bir fasit, fasık ve zalim hükümdar biat’a zorlar ise, ben onu asla kabul etmem!” Son nefesini verene dek de buna direndi. Hem kendisi hem de fedakâr yardımcıları onunla birlikte meydanda direnip kendilerini feda ettiler! Gerilerinde de gururlu, onurlu, şerefli ve tertemiz bir isim bıraktılar! Müslümanlardan bir kesimi de o günün hatırasını iyi anlayıp onu yaşatmak ve dünyaya tanıtmak için çok güzel bir mücadele verdiler!
Fakat üzülerek belirtmem gerekir ki, bu değerimiz de aynen diğer kutsal sermayelerimiz gibi birtakım oyunbazların elinde oyuncak edildi ve ondan çıkar sağlamak için o değerin adıyla bir takım dükkân ve mağazalar açıldı. Bu gurur kaynağı olan harekatın asıl “mesajı” unutuldu! Birtakım insanları hayli zamandır ki bu olayla uyuşturdular! Merhum Dr. Ali Şeriati’nin dediği gibi halkın kanını istihmar (eşekleştirme!) ve istismar fabrikasında bu türden uyuşturucuyla değiştirdiler! Ve milletin zillet içerisinde yaşamaları için onların damarlarına bu uyuşturucuyu zerk ettiler!
Şimdilerdeki aşuralarda, içi boşaltılmış merasim ve gösterilerden başak bir şey kalmamıştır! Önceleri okunan mersiyeler ve atılan sloganların içerisi direniş ve mücadele ruhuyla doluydu, fakat şu anda onlar tümüyle unutturulmuştur! Ve halkımızın damarına uyuşturucu fikirler pompalanmıştır!
Son dönemlerde mersiye hanların artması ve mersiye hanlığın revaçta bulunması, Müslümanlar arasında düşünsel ve ruhi sapmaların göstergesidir!
Kuşkusuz din alimlerinden bir kısmının içi kan ağlıyordur! Çünkü şu meddahlar artık onların görevlerini üstlenmişlerdir! Ve dünyayı o alimlere dar etmişlerdir! Artık ulemanın yerine bunlar her işi yapıyorlardır. Hatta dini işlerin öğreticisi dahi bunlar olmuşlardır. Bu da üzüntü kaynağıdır!
Şii ilim havzalarının kendi üzerlerine konan toz toprağı atmak için binlerce harekata ihtiyaçları vardır! Fakat tam tersi bu toz toprağı üzerlerinden atmaları gerekirken her geçen gün biraz daha onların üzerine ilaveler yapılmaktadır!
Meddahların ortaya çıkması, mersiye han ve ziyaret name okuyucuların çoğalması, böylece de asıl din alimlerinin yerlerini bunların almaları, ilim havuzlarının hizmetini sona erdirmiş ya da hizmetten uzak salmıştır!
Dini tarih üzerinde vuku bulan bu acı olayların karşısında dikilmek ve bunlara muhalefet etmek, din alimlerinin kendilerine de farzdır! Bu türden acı hadiselerin gelişmesine müsaade etmemelidirler! Ve gençlerin, meddahların oluşturdukları hurafat ve gulatlıklarla dolu meclislerine iştirak etmelerinin önünü almalıdırlar!
Nerede “duyguları tahrik etmek” aklı gıdalandırmak ile eşit ve ortak hareket etmez ise, bizler hiçbir zaman kusurlarımızdan kendimizi kurtaramayacağız! Aklın gıdalanması, alimlerin ve düşünce insanlarının eliyle gerçekleşir. Duyguları tahrik etmek meselesi ise, tabi ki makul bir ölçüde olması şartıyla uygundur!
Fakat biz Müslümanların dini eğitim aldığımız kürsülerimiz, büyük çoğunlukla hurafelere bulaşmıştır! Ayrıca Kerbela ile ilgili tertiplenen sahneler, seslendirmesi, temposu, şiiri, ağıtı, aleti ve tiyatrosu vs. ile gençlerin duygularını tahrik etmek için uyarlanmıştır! Bu şekildeki büyük hacimler ile duyguları tahrik etmek, aklın iptaline sebebiyet oluşturmaktadır! Nitekim Pakistanlı Muhammed İkbal da buna işaret etmiş ve şöyle demiştir: “Hiçbir medeniyet duygular üzerine tesis edilmemiştir!”
Bizlerin toplumsal, iktisadi ve dini meselelerde aklı gıdalandırmaya ve güçlendirmeye ihtiyacımız vardır! Özellikle de şu heyecanlı ve duygu dolu tarih karşısında aklı, daha fazla güçlendirmemiz gerekir. Çünkü o tarihi olay ile halkı her zaman heyecanlandırmak ve tahrik etmek, onları ateşin üzerinde oturtmak demektir!
Şimdilerde ise “aklî soğukluk” ile “heyecanın sıcaklığını” birbiriyle karıştırmak ve bunları bir muadil duruma getirmek ulemanın görevidir!
Sözlerimin sonunda Kerbela şehitlerini ve şehitler serveri imam Hüseyin’i İlahî selam ile yad ediyor, bir daha Kerbela’nın ve başka Kerbelaların yaşanmamasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum! (Hasan Kanaatlı)