Korkulan oluyor mu? ABD Suriye'de kalıcı mı?
"İsrail Suriye işinin en büyük kazananı ve bunu İsrail’e biz hediye etmiş olduk ama bir yandan da İsrail ile ciddi bir söz düellosu içerisindeyiz. Ve Amerika’daki İsrail lobisi Trump yönetimini hem Suriye hem de İsrail ile ilişkilere dair olarak aleyhimize yönlendirmeye çalışıyor. Şu ana kadar da oldukça başarılılar…"
Suriye’de işler bizim istediğimiz gibi gitmiyor mu sorusu pek mantıklı değil; çünkü ne pahasına olursa olsun Esat’ı devirme düşüncesine/politikasına dayalı Suriye politikamız zaten Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hizmet etmekten epeyce uzaktı. İsrail’in güvenliği adına AB-D ve bölgesel müttefikleri Suriye’de rejim değişikliği amacıyla kirli bir savaş başlattıklarında (2011) biz Suriye yönetimiyle ilişkilerde altın çağımızı yaşıyorduk.
Suriye’nin bağımsız olmasından itibaren iktidardaki bütün hükümetlerin Hatay’ı Türkiye’den geri alma saçmalığı yüzünden bir türlü normalleşemeyen ikili ilişkilerimiz özellikle Hafız Esat’ın 1980’lerden itibaren PKK’ya destek vermesiyle adeta düşmanca bir hal almış; Suriye’nin 1990’larda Yunanistan’la stratejik işbirliğine girişmesi Türkiye’yi 1990’ların ikinci yarısında İsrail ile işbirliği anlaşmalarına yöneltmiş; Hafız Esat’ın PKK’ya destek vermekten geri durmaması üzerine Türkiye’nin zamanlamayı çok iyi yaparak Suriye’yi askeri açıdan göreceli olarak daha zayıf ve diplomatik olarak da daha yalnız yakaladığı 1998 yılı Eylül-Ekim aylarında başlattığı krizle bir anda normalleşmeye başlamıştı.
DOSTANE HATTA KARDEŞÇE İLİŞKİLERDEN DÜŞMANLIĞA
Öyle ki, 1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı (2010 yılında uluslararası antlaşmaya dönüştürülen) sayesinde iki ülke arasında ilişkiler beş yıl boyunca hızla iki ülkenin de ulusal çıkarlarına uygun bir şekilde gelişmiş ve 2003 yılından itibaren de mevcut hükümet eliyle tam sekiz yıl boyunca 2011 senesine kadar mükemmel hale getirilmişti. İkili ilişkilerin içi sadece ekonomik/ticari unsurlarla değil ayı zamanda bölgesel sorunlarda ortak politikalar geliştirecek siyasi tavır ve politikalarla doldurulmuştu.
PKK’ya karşı mücadelede Suriye hükümetleri (önce Hafız Esat sonra Beşar Esat) Ankara ile tam bir uyum ve tutum içerisindeydiler. Ortak kabine toplantılarından liderlerin aileleriyle tatile çıkmalarına kadar bir dizi sembolik buluşmalar Türkiye-Suriye ilişkilerini adeta Türkiye-Azerbaycan münasebetleri kadar yakın, dostane ve hatta kardeşçe hale getirmişti. Azerbaycan ile her zaman ‘iki Devlet Bir Millet’ idik ve halen öyleyiz Suriye ile de adeta ‘iki Millet Bir Devlet’ olmaya doğru hızla yol alıyorduk.
Bu ilişkileri bir anda sıfırlayarak 2011 yılında AB-D ve bölgesel müttefiklerinin kirli savaşına destek vermekle kalmayıp Esat’ı devirme konusunu bir hayat memat meselesine çevirmek Türkiye’ye çok büyük maliyetlere sebep oldu. Beşar Esat’ın ülkeyi terk etmesiyle (8 Aralık 2024) ortaya çıkan yeni durum ‘Suriye’nin Fethi’ gibi kamuoyuna satılmaya çalışılmış ve hatta hükümet yanlısı medyada Suriye ve ilginç bir şekilde Orta Doğu ülkelerinin pek çoğunun şehirlerine plaka dağıtılması gibi garip yorumlar yapılmışsa da bu ‘Yeni Suriye’nin Türkiye açısından pek de olumlu sonuçlar doğurmayabileceğini hem buradan hem de CGTN Türk’te yaptığımız "Hasan Hocaya Soruyorum" programında dile getirmiştik.
AMERİKA SURİYE’DEN ÇEKİLMEYECEKSE…
Bütün dünya Trump görevi devralınca neler yapacak diyerek kendi bölgesi ve/veya ülkesi ile ilgili beklentiler/endişeler içerisindeydi. Türkiye de gerek Amerika-Türkiye ilişkileri gerekse Suriye gibi bölgesel sorunlarda Trump yönetiminin nasıl bir politika izleyeceğini bekliyordu. Trump seçimlerden önce Suriye ile ilgili kesin ve çerçeveli açıklama veya yorum yapmamıştı; ancak söylediklerinden ve ilk başkanlık döneminde aldığı ama bürokrasi tarafından uygulanmayan kararına bakıldığında Suriye’den çekilirmiş intibaı vermekteydi. Hatta Esat’ın ülkeyi terk etmesinin ardından sosyal medya hesabından paylaştığı yorumda Esat’ın iyi birisi olmadığını, iktidarının son bulmasının memnuniyet verici olduğunu ancak Amerika’nın Suriye’ye karışmaya pek niyetli olmadığını/olmayacağını ima etmekteydi.
Fakat aradan geçen günler/haftalar bu görüşlerde önemli değişiklikler olduğunu ortaya koydu. Dışişleri Bakanı olarak belirlediği Michael Waltz atamasını onaylayacak olan Senato Dış İlişkiler Komisyonu önünde evvelki gün yaptığı konuşmada Suriye’de PKK/PYD (kendi ifadesiyle SDG)’ye destek vermeyi sürdüreceklerini, bunun IŞİD’e karşı mücadeleleri açısından önemli olduğunu söyledi. Yani Türkiye açısından belki de yakın zamanların en kötü hükümeti olan Biden ve ekibinin politikasını aynen sürdüreceklerini ifade etmiş oldu.
Bu da beraberinde pek çok soruyu getiriyor. Madem ki, Esat’ı HTŞ’yi yönlendirerek devirme politikasına yöneldik ve devirdik, hemen o günlerde İsrail kendi güvenliği açısından çok önemli gördüğü bombalamaları yaparken biz neden PKK/PYD’yi dağıtmak için Fırat’ın kuzey doğusuna operasyon yapmadık? Çünkü demir tavında dövülür, şimdi yeni bir ABD yönetimine karşı bu operasyonu veya operasyonları yapmak zorunda kalabiliriz.
Esat ile anlaşıp Suriye’ye tam destek vererek PKK/PYD yapılanması üzerinde Rusya, İran ve Suriye ile birlikte muazzam bir psikolojik ve hatta askeri baskı kurabilirdik ama tercih etmedik. Neden? Bunun yerine HTŞ’yi bu devletlerin yapacağı operasyonlardan korumak için elimizden gelen her şeyi yaptık ve şimdi o HTŞ hükümeti Türkiye’nin Suriye’ye yaptığı ihracata %300 ila 500 arasında gümrük vergileri getiriyor.
İsrail Suriye işinin en büyük kazananı ve bunu İsrail’e biz hediye etmiş olduk ama bir yandan da İsrail ile ciddi bir söz düellosu içerisindeyiz. Ve Amerika’daki İsrail lobisi Trump yönetimini hem Suriye hem de İsrail ile ilişkilere dair olarak aleyhimize yönlendirmeye çalışıyor. Şu ana kadar da oldukça başarılılar… Fırat’ın ötesinde operasyon yaparsak artık Rusya, İran gibi devletlerin en azından Amerika ile aramızın açılması dolayısıyla destek vermesi söz konusu değil. Sessiz kalırlar mı? Belki? Bu arada hem İsrail ile mevcut gerginliği sürdürüp – bunun iç politikada prim yaptığı zannediliyor – hem de Amerika ile ilişkilerin toparlanması pek mümkün olmayacak gibi. Kendi politikalarımızın tabii sonucu olan bütün bu belirsizlikleri bakalım nasıl aşacağız? Görünen o ki, bu pilav daha çok su kaldırır. (Prof. Dr. Hasan Ünal, CGTN Türk)
NOT: Alıntı makaleler Hürseda Haber'in yayın politikasını yansıtmayabilir.