Konformist Yanılsamaların Kutsallaştırılması
İslam dünyası toplumlarında halen belirleyici ve tayin edici olmaya devam eden, geleneksel kaderci kültür, kehanet-menkıbe-hamaset kültürü, iradesiz bireyler ve topluluklar oluşturuyor. İradesiz bireyler ve topluluklar, bağımsız bir içerik, etkinlik, yorum ve duruş üretemiyor. Sözünü ettiğimiz bu kültür, İslam toplumlarında, yapısal/niteliksel değişimi ve yenilenmeyi riskli ve tehlikeli buluyor. Değişim ve yenilenmeyi riskli, edilgenliği ve tekdüzeliği istikrarlı bulan bu kültür ya da kültürsüzlük, İslam toplumlarında kamusal akla, kamusal bilgeliğe geçit vermiyor; kamusal aklın yerini, kamusal bilgeliğin yerini, ideolojik akıl ya da otoriter akıl alıyor. Ahlak’tan bağımsız aklın ve çıkarın tiranlıkları, köhne/bayağı/kirli/berbat aşırılıklar üretiyor.
İçerisinde yaşadığımız toplumda da somut olarak, tecrübe ettiğimiz üzere, toplumun seküler kesimlerinin ideolojik aklın dogmatizmine, muhafazakar kesimlerin de, otoriter aklın dogmatizmine maruz kalması, toplumu bütünüyle akılsızlaştırıyor.
Akılsızlaştırılan toplumlarda uzlaşmaz karşıtlıkları ve nefretleri sürdürmek, ne yazık ki, büyük bir kahramanlık gibi görülebiliyor. Bu durumun, ilgili toplumları, varoluşsal karanlıklara sürüklemekte olduğu düşünülemiyor. İslam toplumlarında, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, eleştirel bağlılıkların ve eleştirel sadakatlerin nasıl yok edildiğini konuşmaya/tartışmaya asla cesaret edemiyor, bu konuda sosyolojik ve tarihsel sorgulamalar yapamıyor, eleştirel olmayan bağlılıkların ve sadakatlerin gerek din’i hayatta, gerekse politik hayatta çok bayağı putperestliklere neden olduğunu itiraf etmek istemiyor.
Eleştirel olmayan bağlılıkların, sadakatlerin hâkim olduğu toplumlarda, ilahi hakikatin ifadesi olabilecek bağımsız eleştirel özne’ler kesinlikle yetişmiyor, yetiştirilemiyor, ancak, kullanışlı trol ve aparatçik sürüleri yetiştirilebiliyor. Eleştirel olmayan bağlılıklar ve sadakatler İslam toplumlarında, konformist yanılsamaları ve patolojileri kutsallaştırıyor; milliyetçi patolojiler, mezhepçi patolojiler ve kolaycı romantik tahayyüller sebebiyle, İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, uluslarüstü İslami bir dayanışmanın imkanlarını gündemine alamıyor. Edilgenlik ve tekdüzelikle malûl bir zihniyet/yaklaşım ve kültür bir imkânsızlık durumunu yansıtıyor.
İslami varoluşsal önceliklerin, ilkelerin, ontolojik önceliklerin ve ilkelerin yerini; devletperestliğin, etnikperestliğin, mezhepperestliğin ve putperestliğin aldığı toplumlarda, kendilerini hala İslam’a nisbet eden, nisbet etmeye devam eden aydınların, ilahiyatçıların vb., bir topluma etnik, dilsel, dinsel veya ideolojik açıdan homojenliği dayatan bir zihniyetin, bu yolla açıkça faşizmi dayattığını görmeleri/anlamaları gerekir. İslam toplumlarında İslami aidiyetin yerini etnik ya da folklorik aidiyet biçimlerinin almış olması sebebiyle, nihai lümpenlikler ve nihai bayağılıklar sıradanlaşıyor, bu sıradanlaşmalar sebebiyle, varoluşsal-evrensel insanlık sorunlarını konuşan kadrolar ortaya çıkmıyor.
Nihai lümpenlikleri ve bayağılıkları içselleştiren İslam toplumları-kültürleri İslami evrenselliğe yabancılaştıkları, bu evrenselliği temsil edebilecek evrensel zihinlere sahip olmadıkları için, bütün anlam/ahlak/değer sistemlerini değersizleştiren liberal evrenselliğin etki-meşruiyet alanı içerisine girdiler. İslam toplumlarında liberal evrenselciliğin otoritesi ile hesaplaşabilecek bir düşünce-kültür-felsefe ortamı-iklimi oluşturulamadığı için, fuhşiyat ve münkerat kültürü ile ancak yasaklar koymak suretiyle mücadele ediliyor. Statükonun, konformist kültürün, konformist din algısının, vazgeçilmez bir parçası haline gelen bir zihin-ruh dünyası hiçbir şekilde özgürleşemiyor, özgürleşemediği için de, muhafazakar-sağcı-milliyetçi-popülist-oportünist politik hareketlerin-yapıların-iktidarların tahakkümü altına giriyor.
Evrensel Müslüman zihnin, yerli-milli-sağcı-muhafazakâr bir zihin dünyasına kapatılması, duygusal sömürgeciliğe, hamaset sömürgeciliğine, şanlı tarih sömürgeciliğine açık toplumlar oluşturuyor. Duygusal sömürgeciliğe, hamaset sömürgeciliğine açık, politik popülist propaganda etkinliklerine açık toplumlarda yaşayan sömürgeleştirilebilir zihinler, Allah’ın (c.c.), Peygamberin (s.a.v.) ve aziz İslamın kendi kabilelerinin, kendi hiziplerinin-partilerinin-iktidarlarının çıkarlarının hizmetinde olduğuna inanıyor. Bu tür toplumlarda bütün aidiyetler sahte ve konjonktürel aidiyetlere, çıkarlara bağlı, çıkarlarla sınırlı aidiyetlere dönüşüyor. Günümüz İslam toplumlarında evrensel İslami bilince, ufka yabancılaşan, her tür dini ya da politik istismara elverişli konformist-sağcı-milliyetçi kitleler, edilgen ve iradesiz kitleler, “muhafazakâr” kesimler olarak adlandırılıyor. Akılsız ve düşüncesiz bağlılık ve sadakatleri, bir ibadet sayan muhafazakâr kitleler, kendi hayatlarını kontrol edemiyor, anlamlı kılamıyor. Geçmişin patolojileriyle malûl hale getirilen bu kitleler için “anlam”lı tek şey dini ya da politik iktidara kayıtsız-şartsız itaat’ten ibarettir. Kayıtsız şartsız itaat’in, ibadet sayıldığı toplumlarda, eleştirel kamusal müdahale bilincine-iradesine sahip eleştirel-entelektüel kadrolara hayat hakkı tanınmıyor.
İnsanlığın dünyası, günümüzde, küresel teknoloji rekabetlerine, yeni soğuk savaşın istikrarsızlaştırıcı etkilerine, insanlığı, insanlıktan çıkarmaya çalışan teknolojik gelişmelere, dijital geleceğin ve yapay zeka çağının baskılarına maruz kalıyor. Özellikle, İslam toplumlarında genç kuşaklar, bugün, bütünüyle kültüre savaşlarının, teknolojik savaşların tutsakları haline gelmiş bulunuyor. Konformist kültür ve konformist din algısı, Müslüman zihinleri düşünemez ve içerik üretemez bir meskenete mahkûm ettiği için, sözünü ettiğimiz tutsaklık durumu aşılamıyor, tutsaklık durumunun aşılabilmesi için herhangi bir entelektüel özgürlük mücadelesi üzerinde hiçbir çalışma yapılmıyor. İslam dünyası toplumlarında, Müslüman zihin, yerli-milli sınırlara, etnik ve mezhepçi patolojilere, geleneğe, göreneğe kapatılmamış olsaydı; bugün, paramparça olan İslami bütünlüğün kültürün ve bilincin yeniden nasıl inşa edilebileceğini konuşuyor olabilecekti. Yerli-milli sınırlara, etnik-mezhepçi patolojilere kapatılan Müslüman zihin, bugün, evrensel anlamda içerik üretemiyor, çözümleme üretemiyor, yorum ve eleştiri üretemiyor, öneri üretemiyor. Bugün, genç kuşaklar, bir yanda dijital sömürgecilik tarafından şeyleştirilir, nesneleştirilir, hiçleştirilirken; bir diğer tarafta da yerli-milli duygusal hamaset sömürgeciliği tarafından şeyleştiriliyor, nesneleştiriliyor, hiçleştiriliyor. Böylece genç kuşakların kimlik ve kişilikleri yok ediliyor. Genç kuşakların neye inandıkları değil, nerede, hangi yönde, hangi amaçlar doğrultusunda kullanıldıkları önem kazanıyor.
Hakikat sonrası zamanlarda duygusal sömürgecilik, hamaset sömürgeciliği bütün nesnel gerçekleri geçersiz kılabiliyor. Her kabile, her hizip, her parti, her iktidar kendine özgü bir gerçeklik icat ediyor, bu gerçekliğe dokunulmazlık kazandırabiliyor. Bu gerçekliğe, İslam araçsallaştırılarak dokunulmazlık kazandırılıyor. Böyle bir iklimde, çıkarlara hizmet eden din, dil, tarih, siyaset, bilim makbul sayılıyor. Bütün değerlerin, iktidar çıkar ve ayrıcalıklarına, ihtiraslarına göre tanımlandığı, kirli propaganda savaşlarının, ahlaki yıkım ve yenilgiler pahasına sürdürülebildiği toplumlarda bütün anlam-erdem ve bilgeliklerin büyük bir çöküş içerisinde olduğunu görmek, anlamak gerekir. Bugün, İslam toplumlarının, çığır açıcı entelektüel çalışmalarla, bütün İslami anlam, erdem ve bilgelikleri her tür araçsallaştırma ve istismar politikalarından kurtararak/arındırarak, içeriklendirecek, anlamlandıracak kadrolara ihtiyacı var.
Dini ya da karizmatik politik figürleri, tarihsel politik ya da dini liderlerle özdeşleştirerek, onları bugünün kahramanları olarak tebcil eden bir toplum ve kültür, kendi varoluşlarının ve sorumluluklarının bilincinde olan eleştirel özneler yetiştiremez. Bugün, toplumlarımız patolojik milliyetçilikler, mezhepçilikler, partizanlıklar sebebiyle, ortak iyiliğe, ortak özgürlüğe, ortak adalete yabancılaşıyor, ahlak bilincini ve vicdanını kaybediyor. Homojenlikleri ve aynılıkları güçlendirmeye çalışan popülist propaganda kültürü, diğerkâmlık kültürünü bütünüyle değersizleştiriyor. Hamaset yoluyla, propaganda yoluyla iletişimin, iletişim değil, kuru gürültü olduğunu hatırlamak, hatırlatmak gerekiyor. Kuru gürültü sahte umutlar üretir, yeni ve gerçek umutlar, İslami bilincin, evrensellik bilincinin, konformist kültürün zincirlerini kırarak özgürleşmesiyle başlatılabilir. Yeni ve gerçek umutlardan, ahlaki ve ilkesel adanmışlığı seçen, düşünen, özeleştiri yapabilen, içerik üretebilen, bilgeliğe değer veren, propaganda ve hamaset diline iltifat etmeyen kadroların, evrensel entelektüel dayanışmayı gerçekleştirdiklerinde söz edebiliriz.
İlkelerine sıkı sıkıya bağlı olanlarla, ihtiras ve çıkarlarına sıkı sıkıya bağlı olanlar arasındaki derin uçurumu görebilmek için, radikal bir bilince, radikal bir dikkate ihtiyacımız olduğu açıktır. Konformist kültür ve konformist din algısı, yüzyıllardır, İslam toplumlarında sıradanlığı ve teslimiyetçiliği tahkim etmeye devam edebiliyor. Sıradanlığın ve teslimiyetçiliğin tahkim edildiği toplumlarda insanlar, politik istikrar için özgürlüklerinden ve bağımsız tercihlerinden feragat ediyor.
Bir yanda geleneğe öykünerek, bir diğer yanda modernliklere öykünerek, gelenekle modernite arasında sıkışıp kalan İslam toplumları, halen içerisinde bulundukları büyük ve derin tıkanmanın, bir geleceksizliğe işaret ettiğini maalesef fark etmiyor. Konformist kültür ve konformist din algısı toplumsal tutsaklığı derinleştiriyor. Geleneği taklit eden unsurlar da modernlikleri taklit eden unsurlar da, sığlığı, sahteliği, yüzeyselliği ve ikiyüzlülüğü bir hayat tarzına dönüştürüyor. Konformist kültür, Müslüman halkları, açık bilince yabancılaştırıyor. Açık bilince yabancılaşan toplumlarda, hiç kimse, hiçbir zaman bağımsız düşünebilen bir birey olamıyor. Bu toplumlarda ancak, propaganda neferi, trol ya da aparatçik olunabiliyor. İnsanlık tarihine, İslam tarihine evrensel zihnin ufkundan bakma yeteneği kazanamayan, bu nedenle de, İslami bütünlük bilincini, hassasiyetini ve ahlakını temsil edemeyen, İslam’ın önerdiği hayatı bir bütünlük içerisinde yaşama cesareti ve iradesine sahip olmayan kitleler, hayatlarını kimi gün kapitalizmle, kimi gün materyalizmle, kimi gün makyevelizmle, kimi gün muhafazakarlık/sağcılık/milliyetçiliklerle uzlaştırarak, uzlaştığı görüşleri meşrulaştırarak geçiriyor, tüketiyor.
İslami önceliklere, bütünlüğe, kesinliklere, ilkeselliklere, tutarlılıklara yabancılaşarak, politik popülizm ve oportünizm doğrultusunda büyük savrulmalar ve kırılganlıklar yaşayan toplumlarda, bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda da tecrübe ettiğimiz üzere, toplum, ortak haklar, ortak iyilikler, ortak özgürlükler anlayışından, ahlakından ve bilincinden hızla uzaklaşıyor, uzaklaştırılıyor. Böyle bir durum, toplumun ortak haklardan, ortak iyiliklerden, ortak özgürlüklerden ve ortak adalet duygusundan uzaklaştırılması durumu, bir toplumun hayatında karşılaşabileceği en büyük kötülük durumudur. Hakların, iyiliklerin, özgürlüklerin ve adaletin politik keyfilikler, bencillikler, önyargılar, bağnazlıklar doğrultusunda dağıtılması ilgili toplumda ahlakın ve bütün temel değerlerin görececi sınırlara kapatıldığını gösterir.
İslam toplumlarında, eleştirel olmayan akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar ve sadakatler Müslüman halkları, aydınları özgürlük kültürüne bütünüyle yabancılaştırıyor. Özgürlük kültürüne yabancılaştığımız için, dışlayıcı, ötekileştirici, aşağılayıcı, mahkûm edici, haklar/iyilikler/özgürlükler ve adalet yaklaşımının çok derin bir ahlaki ve zihinsel kriz’den kaynaklandığını göremiyoruz, anlayamıyoruz. Dışlayıcı, ötekileştirici, aşağılayıcı, haklar/iyilikler/özgürlükler ve adalet yaklaşımını sürdüren politik iktidarlar, bu tür uygulamaları bütün İslami erdemleri/ölçütleri/ilkeleri geçersiz kılma pahasına sürdürüyor. İslami kültür/düşünce/edebiyat/ilahiyat hayatı, konformist kültür alanının sınırları dışına çıkma cesaret ve iradesine sahip olmadığı taktirde, halen karşı karşıya bulunduğumuz meydan okuyan sorular ve sorunlarla yüzleşemez, eleştirel ufukları imkansız kılan duygusal bağlılıkları terkedemez, kapalı bilincin sahici bir entelektüel yoksulluk ve yoksunluk olduğunu farkedemez, farklı bir dünyayı tasavvur ve tahayyül edemez, iktidarlar karşısında sergilediği utanç verici tavizleri içselleştirmekten, normalleştirmekten vazgeçemez, bağımsız ve eleştirel düşüncenin şiddete maruz kalması karşısında sesini yükseltemez. Hangi toplumda olursa olsun, yapısal eşitsizliklerin, ortak haklardan ve ortak özgürlüklerden yoksunluğun, insan hayatını barbarca ihlal eden bir şiddet biçimi olduğunu bilmek gerekir.
Akla ve bilince değil, propagandaya açık konformist kültürün dönüştürücü olduğu toplumlarda, iktidarlar romantik palavralarla rıza üretimi yapabiliyor, Müslüman kitlelerin zihin dünyaları kirli propaganda aracılığıyla kontrol altında tutulabiliyor, dini hassasiyetleri kışkırtan provokasyon söylemi yoluyla kitlelere yönelik manipülasyon sistematik hale getirilebiliyor. Propaganda başarılarıyla, sayısal-maddi başarılarla, manipülasyon başarılarıyla büyülenen, bu başarıları büyük politik zaferler olarak tebcil eden bir toplum ve kültür, hiçbir zaman niteliksel anlamda bir değişim ve dönüşüm gerçekleştiremez. Kolektif aklı, akıldışı tercihlere ikna eden propaganda-manipülasyon kültürünün etkili olduğu bir toplumda, gerçeğin-hakikatin ifadesi-vicdanı olmak çok yoğun çabalar, çok yoğun eleştirel dikkat ister.
İslam dünyası toplumları, konformist kültüre ve konformist din algısına kapandıkları günden itibaren, entelektüel özgürlüklerini ve üretkenliklerini kaybettikleri için, seküler bilgi’nin ve teknolojinin sömürgeci evrenselliği karşısında, tarihsel-yapısal bir tekdüzelik ve edilgenlik içerisinde yaşıyor. Yeni bir özgürleşme ve üretkenlik döneminin başlatılabilmesi için, İslam toplumlarında düşünce-kültür-edebiyat-ilahiyat hayatının, konformist kültürün yıkıcı-çölleştirici etkileriyle yüzleşmeleri gerekiyor. (islamianaliz)