Suriye’deki Katliamların Sorumluluğu Kime Yüklenmeli

Bir zamanlar, iktidar ve ondan beslenen medya grupları kafalarındaki planları önce medyada tartıştırmak suretiyle toplumun nabzını ölçüyorlardı. Gelen tepkilere göre adım atıyorlardı. Son zamanlarda çıtayı daha da yükselterek artık gerçek tatbikatlar yaptıktan sonra adım atmaya başladılar. Başlangıçta geride durarak -dost düşman fark etmez- birilerini öne sürüyorlar. Böylelikle toplumun tepkisini daha gerçekçi ölçmeye çalışıyorlar. Siyaset ustalığı böyle bir şey olsa gerek (!) Örneğin anayasanın ilk dört maddesini değiştirmek istiyorlarsa önce Hüda Par’ı, Apo’yla ilgili bir düzenleme yapılacaksa Bahçeli’yi öne sürüyorlar. Tepkiler güzel olunca zaten Cumhur ittifakı olarak biz de destekliyoruz, deyip sahipleniyorlar. İstemedikleri tepkiler gelince bizim gündemimizde yok, deyip bir kenara atıyorlar. Kısaca iktidar, artık bütün kötülüklerin faturalarını başkalarına ödetmek, bütün iyilikleri de kendi hanesine yazdırmak suretiyle yoluna devam etmek istiyor.
Suriye’deki gelişmelerde de aynı taktik uygulanıyor. Lazkiye ve çevresinde yaşanan sivil katliamların başlangıcında, operasyona katılan gruplar arasında Türkiye tanklarının görüntüleri de servis edildi. Fakat vahşetin detayları ortaya çıktıktan sonra farklı bir dil kullanmaya, sükûnet çağrıları yapmaya başladılar. İran ve İsrail’i olayın baş aktörü olarak göstermeye çalıştılar. Medyada İran ve İsrail ismini yan yana zikretmeleri, aklın devre dışı kaldığının en önemli göstergesidir.
İster istemez bunca telaş, gözü dönmüşlük ve hırçınlığın nedenini sormadan edemiyoruz. Bunun çok basit bir cevabı vardır. Çünkü evdeki hesapları çarşıda tutmadı. İş tuttukları adamların düşünce yapıları ve karakterleri ortada. Takım elbise giydirilerek, gömlek değiştirilerek, kravat taktırılarak uysallaşacak tipler değildirler. İşidçilik zannedildiği gibi sabahtan akşama, bir iki vaaz ve nasihatla tedavi edilebilecek düşünce değildir. Kravat taksalar da takım elbise giyseler de İsrailoğullarının kalplerine buzağı sevgisi yerleştiği gibi bunların da kalplerine İşidçilik sevgisi yerleşmiştir. Sivil halka yönelik saldırılardan sonra servis edilen görüntüler Suriye’nin kimlere teslim edildiğini açıkça göstermiştir. Hamile kadının karnını yararak bebeği ve annesini öldürecek kadar gaddar olan Haricî zihniyetten bir farkları yok. İnsanlara işkence ederken eğlenebilen vahşilerden ne bekleyebilirsiniz ki? Bunların birkaç ay öncesindeki karakterleri ne ise bugün de aynıdır. Hazır, “Ne güzel! Artık değiştiler!” güzellemelerinin yapıldığı bir sırada gerçek karakterlerine uygun hareket etmeleri aklıma vezir ve kedi hikayesini getirdi.
Padişahın biri vezirine sormuş: - Eğitim mi önemli, karakter mi?
Vezir takılmadan cevap vermiş: - Elbette karakter önemlidir sultanım!
Bunun üzerine padişah, memleketin her yanına tellallar gönderip şöyle bir duyuru yaptırmış:
- Duyduk duymadık demeyin… En iyi hayvan eğiticisine 100 kese altın ödül verilecek!
Hayvan eğiticileri toplanmış ve elemeler sonucu ülkenin en iyi hayvan eğiticisi belirlenmiş. Padişah sormuş:
- Bir kediye tepsiyle servis yapmayı ne kadar zamanda öğretebilirsin?
- Altı ayda öğretirim padişahım!
Altı ay sonra adam kediyi eğitmiş ve artık kendini gösterme zamanı gelmişti. Saray erkanı toplanmış. Kedi elinde tepsiyle servis yapmaya başlamıştı. Tam vezirin önüne geldiği zaman padişah sormuş: - Ey vezir! Şimdi söyle bakalım, eğitim mi önemli yoksa karakter mi?
Vezir, padişahın sorusuna cevap vermeden önce, kaftanının altında hazır tuttuğu bir fareyi yere bırakmış. Kedi, fareyi görünce tepsiyi attığı gibi farenin peşinden koşmaya başlamış. Böylece altı aylık eğitim de boşa gitmiş oldu. Vezir, padişahın sorusuna cevap vermiş: Tabii ki karakter önemlidir padişahım!
İşte Suriye konusundaki hırçınlığın sebebi budur. Yönetimi devrettikleri insanlar hiç değişmediler. Kediler kedi, aslanlar da aslan olarak kalmaya devam ettiler. Bugüne kadar güzel görüntü vermeleri sadece karakterlerini sergileyecekleri ortamların (daha önce de benzer görüntüler vardı ancak, geçiştiriliyordu.) oluşmamasındandı. Halk arasında “İstanbul adamı bozar” diye bir söz dolaşır. Aslında İstanbul, Avrupa, ABD… hiçbir yer adamı bozmaz. Sadece karakterlerin sergilenmesi için uygun zeminin oluşması lazım. Bir insanın cesur olup olmadığını anlamak için tehlikenin, halim olup olmadığını anlamak için öfkenin, cömert olup olmadığını anlamak için darlığın… olması gerekir.
Ahmed eş-Şara’nın, birlik ve beraberlik çağrıları yapması sadece göstermelik, -her ne kadar Şia’ya mal etseler de- takiyyeden başka bir şey değildi. Onun Şii kardeşlerimiz demesi ne kadar samimi olabilir? Kanlarını akıtmayı mübah gördüğü için, gençliğini Şiileri öldürmekle geçirmiş birisinin bu kadar kısa sürede değişmesi mümkün mü? Üstelik onun akıl hocası sayılan Suud ulemasından Salih el-Fevzân, “Şii kardeşlerimiz” ifadesinden teberri etmiş, Şiilerin asla kardeşleri olamayacağını beyan etmişken! Aynı durum bütün İslam alemi için geçerlidir. Medreselerde okutulan kelam ve akaid kitaplarında fırka-i dalle olarak ilk sırada Şia sayılmaktadır. Böyle bir müfredatla eğitim almış insanların Şii kardeşlerimiz demesi mümkün mü? Deseler bile ne kadar samimi olabilirler? Bu yüzden kardeşlik, birlik ve beraberlik çağrıları yapanların sorunun kaynağını da görmeleri gerekir. Sorunların kaynağına inmeden basit siyasi manevralarla kardeşliği tesis edemeyiz. Öncelikle Ehli Kıble tekfir edilmeyecekse bütün müfredatlarımızdaki aykırı açıklamaları ayıklamak zorundayız. İmam hatip, ilahiyat müfredatlarını buna uygun hale getirmeliyiz. Okulda sınıfı geçmek için dalalet fırkası olarak Şia’yı açıklayan bir Cami imamı, Şii kardeşlerimiz diyebilir mi? Dese bile ne kadar samimi olabilir? Etkili olabilir mi? Her Cuma günü kardeşlikle ilgili olumlu bir mesaj almamıza rağmen bir hardal tanesi mesafe katetmememiz, çağrıyı yapanların samimiyetsizliğinden, söylediklerine inançları olmamasından kaynaklanmaktadır. Yapılan çağrıların üzerinde oturacağı bir zemin yok. Camilerde Müslümanlar kardeştir, denilirken okul ve medreselerde bunlar sapıktır, bunların arkasında namaz kılınmaz diye eğitim veriliyor. İşin doğası gereği böyle bir durumda iki yüzlülük kendiliğinden oluşacaktır. İki yüzlü çağrıların insanların üzerinde bir etkisi olamayacağı aşikardır.
Suriye’de bayram sevinci estirenler şimdi kara kara düşünüyorlar. İş tuttukları insanların arkasında açıkça duramıyorlar. Kendi vatandaşı açlık ve sefalet içinde yaşarken, onların emeklerinden alınan vergilerle böyle canavarlara yatırım yapılmış. Tırlarla, uçaklarla silah verilmiş. Hazır her şey yolunda gidiyorken, bayram sevinci yaşanmışken şimdi bunların hesabını vermekle mi uğraşacaklar!
Yandaş medyadaki telaşın asıl nedeni de bu hesap korkusudur. Bundan kurtulmak için İran’a saldırıyorlar. Olmadık hezeyanlar ve iftiralara başvuruyorlar. İran ve İsrail’i müttefik olmakla suçlama cüretinde dahi bulunuyorlar. Çünkü şimdilik nasıl bir çelişkiye düştüklerinin muhakemesini yapacak durumda değildirler. YPG’ye silah, hava savunma sistemi ve her türlü desteği verenin ABD olduğu, ABD’nin de İran’ın değil Türkiye’nin müttefiki olduğu bilinmesine rağmen İran’ın kürt grupları kışkırttığını söylemek nasıl bir akıl tutulmasıdır, düşünün!
İran’ın orada bölücülük yaptığını iddia edenlerin önce, neden Suriye’yi devraldıkları sınırları dahi korumadıklarının hesabını vermeleri gerekir. Çünkü Suriye’de önceki döneme göre zaten bir bölünme yaşandı. Dolayısıyla üniter yapının bozulmasında İran’ın isminin anılması en büyük hatadır. Öncelikle bu yanlışın düzeltilmesi gerekir. İsrail’in Suriye’yi işgali, Esed rejiminin çökmesinden sonra başladığı için Suriye’nin üniter yapısını bozmaktan sorumlu olanlar eş-Şara yönetimi ve onu destekleyenlerdir.
İran’ın neredeyse yarım asırlık Suriye politikası hiç değişmedi. Her zaman halkın tercihi ve halkın menfaatinin yanında oldu ve olacaktır. İmam Hamaney’in siyaseti aynen İmam Ali’nin siyasetidir. Halk isteyince ve kendi elleriyle alıp onu tahta oturtunca idareyi eline aldı. Ortaya çıkan bilgiler de İmam’ın bütün imkânlara sahip olmasına rağmen Suriye’ye bir dayatmada bulunmadığını gösteriyor. Şimdi Suriye halkı, kurtarıcı vasfıyla başlarına getirilenlerin birer canavar olduklarını fark edip tepki gösteriyorsa, dağların ve taşların tahammül edemeyeceği zulümlerine karşı çıkıyorlarsa, bunun sorumlusu İran mıdır, yoksa bunları halkın başına bela edenler midir? (Veysel Çelik - Hürseda Haber)