Hiçliğin Kıyısında
Atasoy Müftüoğlu: “Günümüz İslam toplumlarında resmi dindarlık, yerli-milli dindarlık, propoganda dindarlığı şeyleştirilmiş/düşüncesizleştirilmiş/fikirsizleştirilmiş kullanışlı aparatçik müfrezeleri üretiyor.”
Günümüz dünyasında, toplumlarında, kendilerini İslam’a nisbet ettikleri halde, İslam’ı temsil ve tecrübe iradesine sahip olmayan İslam toplumlarında da, maalesef, sahtelikler, ikiyüzlülükler, çıkarcılıklar mutlak bir gerçekliğe dönüşüyor, bu toplumlarda kitleler, propoganda ve hamaset yoluyla, mutlaklaştırılan sahte/yalan/kirli gerçekliğe ikna edilebiliyor. Bu toplumlarda, yoğun/sistematik propoganda yalanlarının hakimiyetine rağmen, bağımsız/özgün/eleştirel evrensel zihinler, ruhlar ve karakterler yetişmiyor. Kurumlardan bağımsız aydınlar, düşünürler çıkmıyor. Bu nedenle de, sözünü ettiğimiz toplumlarda hiç bir şekilde entelektüel-kültürel bir güç-irade-ortam-iklim oluşturulamıyor. Sözünü ettiğimiz mutlaklaştırılan kirli gerçeklik, dikkatleri varoluşsal meselelerden, ilgilerden, sorumluluklardan uzaklaştırıyor. Köhne zihinsel yaklaşımların tahakkümü sebebiyle, toplum-toplumlar yüksek niteliklerin nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. Bu tür toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, kapsamlı/derin/etkili/dönüştürücü bir mistifikasyondan ibaret olan politik dil/söylem ve propoganda, varoluşsal meseleler, varoluşsal ilkeler ve sorumluluklarla ilgili kapsamlı bir karartma uygulayabiliyor. Bu karartma sebebiyle, sahtelikler/ikiyüzlülükler/çıkarcılıklar ödüllendirilebiliyor. Sahtelikler, ikiyüzlülükler, çıkarcılıklar, kirlilikler varoluşumuzun kalbine, hakikatin kalbine giden bütün yolları kapatıyor.
Taşralı toplumlarda ve kültürlerde yoğun propoganda, yoğun popülizm büyük ihanetleri, tarihsel yalanları/ikiyüzlülükleri örtbas edebiliyor. Araçsallaştırılabilen, nesneleştirilebilen, şeyleştirilebilen varoluşlar, her tür ihaneti, ikiyüzlülüğü-kirliliği meşrulaştırabiliyor. Tiranlık zamanlarında, kitleler, din’i ya da politik popülizmler yoluyla aptallaştırılabiliyor. Aziz ve mükerrem İslam’a ve İslam ümmetine bütünüyle-kökten yabancılaşma pahasına, çıkar ve iktidar ihtirasları uğruna, bütün İslami-ahlaki ilke/değer ve idealleri feda eden, Filistin’i/Gazze’yi/Kudüs’ü, bayağı bir politik propoganda malzemesine indirgeyerek feda eden, kişilik/karakter ve onurunu feda ederek kendisini ahlaki anlamda yok etmeyi bile göze alabilen, çıkar ve iktidarları muhafaza etmeyi mutlak ilke edinen yerli-milli-resmi muhafazakârlıkların, resmi-maskeli dindarlıkların hikayesinin çok derin bir köleleşme hikayesi, özgürlüksüzlük hikayesi olduğunu bilmek, anlamak, öğrenmek gerekir.
Günümüz İslam toplumlarında resmi dindarlık, yerli-milli dindarlık, propoganda dindarlığı şeyleştirilmiş/düşüncesizleştirilmiş/fikirsizleştirilmiş kullanışlı aparatçik müfrezeleri üretiyor. Din’i motiflerle, folklorik motiflerle, geleneksel motiflerle tahkim edilen resmi propoganda dili/söylemi tarafından şeyleştirilen toplumlar ve kültürler, ahlaki-entelektüel özgürlüklerini kaybettikleri için, bugün, soykırımcı/sömürgeci İsrail karşısında ülkelerinin sergiledikleri derin zilleti-teslimiyeti-utancı ve onursuzluğu sorgulayamıyor. Bugün, İslami düşünce/kültür/ilahiyat/edebiyat hayatının, bağımsızlığın haysiyeti için savaşan İslami direniş hareketlerine, bağımsızlıklarını tamamlayamayan İslam ülkelerinin neden yardım etme özgürlüklerinin olmadığını sorgulamaya/tartışmaya cesaret etmeleri gerekir.
Günümüzde, kendilerini İslam ülkesi olarak tanımlayan ülkeler, çok yönlü, çok boyutlu, çok kapsamlı bir aşağılanma dönemi yaşıyor, Müslüman halklar, travmatik sınavlarla karşı karşıya bulunuyor. Türkiye’nin İsrail karşısında sergilediği soğuk hesapçılığın, teslimiyetçi akılcılığın, siyasal edilgenliği derinleştirdiğini görmek ve bu hayati konuyla yüzleşmek gerekir. İslam toplumlarında soğuk-resmi hesapçılığın tek seçenek haline gelmiş olması, bütün İslami ilke ve ideallerin barbarca hırpalanmasına neden oluyor. Günümüz İslam toplumlarında İslami düşünce/kültür/ilahiyat/edebiyat hayatı, İslam’ın işlevsiz/etkisiz/soyut/duygusal/sanal mevcudiyeti ile, halen sahip olmadığımız somut-gerçek siyasal-kültürel-entelektüel mevcudiyet arasındaki derin uçurumu teorik çerçeve ile, pratik-eylem çerçevesi arasındaki ilişkisizliği görmüyor. Bu çevreler, iktidarlar karşısında, çıkarcı bir köleleşme ilişkisi içerisinde bulunuyor. Bu derin köleleşme sebebiyle de, bu çevreler, emperyalist/Siyonist barbarlıklar karşısında, romantik/duygusal meydan okumalar dışında hiç bir varlık ve hayatiyet ortaya koyamıyor.
Ahlaki-entelektüel özgürlüklerini kaybeden toplumların, her zaman iktidarların yanında hizalanmaktan başka bir seçenekleri yok. Türkiye’de de içerisinde yaşayarak tecrübe ettiğimiz üzere, düşünce ve kültür hayatı, konformist kültür alanını, konformist din alanını terk etmeyi düşünmüyor. Konformist kültür ve din alanı, Budist ve maniheist kültürden etkilenen tasavvufi hayatı içselleştirebiliyor. İkiyüzlü sahte-resmi gerçeklik, düşünen/akleden/sorgulayan/araştıran insanlara değil, düşüncesizleştirilen kalabalıklara hitap ediyor. Tefekküre yabancılaşan, yabancılaştırılan toplumların bir gelecekleri olmadığını, olmayacağını bilmek gerekir. Tekkültürlülüğe, tekdüzeliğe ve tekboyuta hapsedilen toplumlarla bir gelecek tahayyülü oluşturulamaz. Entelektüel anlamda eleştirel içerik üretme yeteneğine sahip olmayan birey ya da toplum, iktidarlar tarafından istenilen doğrultuda yönetilebilir, yönlendirilebilir. Otoriter/karizmatik din’i ya da politik figürlere kayıtsız şartsız bağlılık/sadakat, bağımsız düşünme, karar verme, tercihte bulunma yeteneğini yok eder. Bir dönem, Türkiye’de seküler dünya görüşü adına kitlesel ideolojikleştirme projesi uygulanırken, içerisinde bulunduğumuz dönemde de, kitlesel muhafazakârlaştırma/sağcılaştırma projesi uygulanıyor. Seküler anlamda ideolojikleştirme de, kitlesel muhafazakârlaştırma/sağcılaştırma da eleştirel bir anlayışı/ bilinci, eleştirel bir zihin dünyasını imkânsız kılıyor. Seküler ideolojikleştirme, zihinsel bir köleliğe neden olurken, kitlesel muhafazakârlaştırma/sağcılaşma da ahlaki bir köleliğe neden oluyor.
Müslüman aydınların, yazarların, akademisyenlerin, yaşadıkları ülkelerde, devlet emperyalizmleri doğrultusunda dayatılan etnik homojenlik politikalarını, mezhepçi homojenlik politikalarını paylaşıyor, savunuyor, temsil ve tecrübe ediyor olmaları, İslami anlamda utanç verici, yüz kızartıcı bir hikayedir. Devlet emperyalizmlerinin, ulus-devlet önceliklerini ve çıkarlarını, İslami önceliklerden çok daha önemli saydıklarını unutmamak ya da hatırlamak gerekir. Etnik-ulusal-mezhepçi aidiyetler, popülist milliyetçilikler, popülist mezhepçilikler, farklı aidiyetlere, özellikle de, asimile olmayı reddeden Kürtler’e ve Alevilere hayat hakkı tanımıyor. İslam toplumları, halkları romantik ve nostaljik kurgularla oluşturulan gerçek dışı bir tarih yorumunu “şanlı tarih” retoriği içerisinde içselleştirdikleri, kör bir iyimserlikle bütünleştikleri için, İslami iradenin, İslami siyasal iradenin hiç bir şekilde özgür olmadığı bir dünyada yaşadıklarını ne yazık ki, fark etmiyor. Sistematik bir biçimde hamasete maruz kaldıkları için, zihinsel ve ruhsal yoğunlukları ve dikkati kaybeden İslam toplumları, İslami irade özgür olmadığı için, Siyonist sömürgeciliğin/vahşetin/barbarlığın karşısında hiçliğin ve teslimiyetçiliğin uçurumunda yaşıyor. Hiçliğin, siyasal hiçliğin kıyısında yaşayan İslam dünyası toplumları, ülkeleri fiziksel sınırlar, etnik sınırlar, mezhepçi sınırlar içerisine kapatıldıkları için, evrensel İslami bilinci, ufku, ilke ve sorumlulukları temsil ve tecrübe edemiyor. Etnik patolojiler yoluyla, mezhepçi patolojiler yoluyla bilinci ve ruhu uyuşturulan Müslüman kitleler bugün, radikal bir özgürlük fikrini imkânsız kılan, eleştirel düşünceden korkan, köleleştirici bağlılıklar ve sadakatler içerisinde bulunuyor. Etnik patolojilerin, mezhepçi patolojilerin toplumsallaşması, siyasallaşması, fikriyat alanlarını, bilgelik alanlarını, diğerkamlık alanlarını çölleştiriyor. Etnik önyargılar, mezhepçi önyargılar-karşıtlıklar sağduyuyu, hakkaniyet ve adalet duygularını silip süpürüyor.
Romantik meydan okumalarla/tepkilerle büyülenen taşralı toplumlar ve kültürler, entelektüel/felsefi-estetik, eleştirel bir kültür iklimi oluşturamıyor, dünya entelektüel hayatına anlamlı olabilecek hiç bir katkıda bulunamıyor. Bu iklim oluşturulamadığı için de, toplumlarımız, büyük bir propoganda/hamaset/keramet/kehanet çöplüğüne dönüşmüş bulunuyor. Bu tür toplumlarda, akılla, bilgiyle, bilgelikle tartışmak/konuşmak yerine, duygularla/duygusallıklarla konuşulup tartışılıyor. Propoganda ve hamaset çöplüğü, önyargı üreten, bir önyargıya bir başka önyargıyla cevap veren bir ortam oluşturuyor. Bu tür toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, bireysel/toplumsal/siyasal anlamda, üstünlük önyargısı ve paranoyası, her zaman ahlaki bir körlüğe neden oluyor, rövanşist paranoya da derin bölünme ve parçalanmalar oluşturuyor. Rövanşist bir paranoyanın hâkim olduğu bir toplum, ilgili toplumun erdemli ilkelerden, vakar ve tevazu, diğerkamlık gibi ilkelerden uzaklaştığını gösterir. Pragmatik hesapçılık, ideolojik-politik hesapçılık, bu doğrultuda tercihte bulunan kişilikleri-karakterleri ahlaki bir enkaza dönüştürür. Soğuk hesapçılığı politik bir tercihe dönüştüren kesimler, bu tercihleriyle ahlaki sefaleti seçmiş olurlar. İslam toplumlarında soğuk-pragmatik hesapçılık, İslami alana da müdahale ederek, İslam’ı Türkleştirmeye, Araplaştırmaya, ya da Farslılaştırmaya çalışıyor. Kimi durumlarda aziz İslam’a seküler müdahalelerde bulunulurken, kimi durumlar da da İslam’a, ulus-devletçi, sağcı, milliyetçi müdahalelerde bulunuluyor. Bütün bunlar, bu kaba-çirkin-anlamsız müdahaleler, Müslüman halkların ve kültürlerin, İslam’ın kendisiyle, İslami bütünlükle buluşmasını engelliyor. Hangi gerekçeyle olursa olsun, etnik ilkeler-değerler icat etmek, Müslümanları, evrensel İslami ufuklara/sorumluluklara/ilkelere yabancılaştırıyor. Etnik üstünlük patolojileri, farklı etnik unsurların, etnik azınlıkların tarihsel hafızalarını yok saymak, bu azınlıkları kültürel asimilasyona tabi tutmak şeklinde tezahür ediyor. Bu şartlarda, bütün İslami umutlar, büyük yanılsamalara dönüşüyor. Entelektüel-ahlaki iktidarsızlıkla malûl olan İslam toplumlarında bugün, muhafazakâr-dindar kesimlerin, konformist toplumun/kültürün sınırlarını aşarak, sorgulayarak farklı/başka/özgün bir toplum tahayyül etme güçleri ve iradeleri yok. Katı-soğuk hesapçılıklar sebebiyle günümüzde insan bilincini/ruhunu/vicdanını korumak değil, insan bedeninin fiziksel yanını korumak, yeni bir değer haline gelmiştir. Katı-soğuk-resmi hesapçılıklar, bugün, toplumlarımıza etnik tekdüzelikleri dayatırken, İslam imparatorluklarının ulusal-etnik kimliklerini öne çıkarmaya başladıklarında dağıldıklarını unutuyor, hatırlamak istemiyoruz.
Entelektüel iktidarsızlıkla malûl bulunan, İslami düşünce/kültür hayatının, içerisinde yaşadığımız kötülük çağında, mutlak kötülüğün bütün unsurlarını eksiksiz bir şekilde yerine getiren soykırımcı-terörist İsrail rejiminin, İslam ülkelerinin-toplumlarının haysiyetine yönelik sistematik saldırı ve meydan okumalarına gereği gibi yanıt verememesi, günümüzdeki İslami mevcudiyetin, gerçek-somut bir mevcudiyet olmaktan çıkarak; sanal-soyut-folklorik-mistik bir mevcudiyete dönüşmesiyle yakından ilgilidir. Entelektüel iktidarsızlıkla malûl bulunan İslami düşünce/kültür hayatı, İslami varoluşun bütünlüğün ve mevcudiyetin yüzyıllardır karşı karşıya bulunduğu yapısal edilgenlikle yüzleşmiyor. Edilgen bir gerçekliğin, bir kader haline gelmesiyle ilgilenmeyen muhafazakâr dindar çevrelerin, akımların, hareketlerin bu derin ve sorumsuz kayıtsızlıkları, İslami haysiyete yönelik inançlarını kaybettiklerini gösterir. Günümüzde, muhafazakâr bir otoriterliği tecrübe eden Türkiye’de, İslami ilkesel sorumlulukların yerini, yerli-milli sorumluluklar alıyor. Yerli-milli propoganda ve hamaset yoğunlukları sebebiyle toplumda gerçek anlamda bir iletişimsizlik yaşanıyor. Entelektüel/insani iletişimin yerini, ticari iletişim, çıkarlara dayalı iletişim alıyor.
Propoganda ve hamaset yoğunlukları, varoluşsal sorunların, ilkelerin, sorumlulukların konuşulmasına izin vermiyor. Propoganda ve hamaset yoğunlukları, utanç verici yavanlıklar ve kısırlıklar pahasına sürdürülüyor. Popülizm ve propoganda dili/söylemi, hiç bir varoluşsal ilke ve ideali umursamıyor, bunlara değer vermiyor. Popülizm ve propoganda dili/söylemi kalıcı bir hüsnükuruntu iklimi oluşturuyor, bu dil ve söylem, içerisinde yaşadığımız toplumda da, karşı karşıya bulunduğumuz gibi, toplumu akıl ve düşünce kültürüne bütünüyle yabancılaştırıyor. Özellikle içerisinde yaşadığımız dönemde, aziz İslam ümmetinin, aziz ve masum çocukları/kadınları, ırkçı/sömürgeci/barbar/terörist İsrail devleti tarafından soykırım/katliam/sürgün/açlık ve sistematik işkenceye tabi tutulur, hapishanelerde kafeslere kapatılarak aşağılanırken, İsrail’le büyük bir umursamazlık içerisinde diplomatik ve ekonomik ilişkilerini sürdüren ülkeler, İslam ülkesi olarak tanımlanmayı asla hak etmiyor. Günümüzde İslam, hiç bir şekilde bilinç’te temsil edilmiyor. Propoganda ve hamaset yoğunluklarının, fikirlere, eleştirel yorumlara hayat hakkı tanımadığı toplumlarda yaşıyoruz.
Günümüz dünyasında bayağılık, seviyesizlik, kültürsüzlük, sorumsuzluk, keyfilik, anlamsızlık, başıboşluk ve faşizm evrenselleşiyor. Yalan ve propoganda özgürlüğü, gerçek özgürlüklere geçit vermiyor. Bilimsel-teknolojik sorumsuzluklar, çılgınlıklar, aşırılıklar, insani-ahlaki dünya için varoluşsal riskler-tehditler oluşturuyor. Yapay zekâ aracılığıyla ayrımcılıklar, önyargılar, sahte görüntüler, yalan-kurgu-düzmece olaylar/haberler üretilebiliyor. Bütün bunlar, ahlaki-kültürel-entelektüel yozlaşmayı da evrenselleştiriyor. İslam toplumlarında, konformist kültür ve konformist din algısı, iktidarların sergilediği her tür teslimiyetçilik, ilkesizlik ve onursuzlukla ilgili mazeret/gerekçe ve meşruiyet üretebiliyor. İslam’ın önceliklerini değil, iktidarların önceliklerini-çıkarlarını temsil ve muhafaza etmeye çalışan, çıkarcı muhafazakârlıklar, muhafazakâr aydınlar, vakıflar, cemaatler, tarikatler vb. içerisinde bulundukları akılsız ve düşüncesiz sadakatler sebebiyle, iktidarların yalanlarını, ikiyüzlülüklerini ve ihanetlerini büyük bir heyecanla sahiplenebiliyor, paylaşabiliyor. (iktibas)