Romantik Aptallıklar Ve Sefil Umutlar
Günümüz İslam toplumlarında, genel toplumsal zihniyet, varoluşsal meselelerle ilgili, tarihsel meselelerle ilgili derin bir kayıtsızlık ve dikkatsizlik içerisinde bulunuyor. Bu kayıtsızlık ve dikkatsizlik sebebiyle, kendi çıkarlarını kendi hak'ları olarak gören, yerel ve küresel tiranlıkların sınırsız keyfiliklerini sorgulama, bu keyfiliklerle hesaplaşma ihtiyacı duymuyor. İslam toplumları, otoriter/popülist söylemlerle-eylemlerle kontrol altında tutulageldikleri için, derinlikli/eleştirel varoluşlara/düşüncelere kapalıdır. Otoriter-popülist söylem, içeriği kaybolan sözcüklerden ve kavramlardan oluşur. Bu söylem, bütün anlamların, iktidarların çıkarları doğrultusunda değişen, eğilip bükülebilen bir söylemdir.
İçerisinde yaşadığımız toplumlarda, sağcı-muhafazakar kültür, popülist dil ve söylemin sınırlarını aşabilecek bir etki üretemiyor, bir yankı uyandıramıyor. Sağcı-muhafazakar kültür/gelenek, aziz İslam’ın başarısını değil, hangi mezhep olursa olsun, mezheplerinin başarısını, hangi milliyet olursa olsun milliyetlerinin başarısıyla ilgilenen, bu başarılara kutsallık kazandıran çok kirli bir bağnazlığın, çok kirli bir dar görüşlülüğün adıdır. Sağcı, muhafazakar kültür ve dindarlık, günümüzde, aziz İslam’ın Haçlı-Siyonist emperyalizm karşısında, yerlerde sürünen onurunu savunmak üzere, İslami bir irade oluşturmak yerine, cüppe/sarık/sakal vb. gibi kimi sembolleri savunma mücadelesi veriyor. Bugün, aziz ve mükerrem İslam, İslam toplumlarında, yerli-milli tiranların iktidar ihtiraslarının oyuncağı haline gelmiş bulunuyor.
Modern tarih, siyasal/ekonomik/kültürel zulümler/adaletsizlikler tarihi iken, modern dünya düzeni de insani/ahlaki/vicdani değerlere hayat hakkı tanımayan patolojik faşist bir dünya düzenidir. Bu dünya düzeni, yetmiş beş yıldır, hiçbir insanlık anlayışının, hiçbir kültür ve medeniyetin, hiçbir siyasal düzenin düşman kabul etmediği, masum çocuklarla, masum kadınlarla savaşarak, eşi ve benzeri görülmeyen bir vahşet/faşizm sergiliyor. Emperyalizmleri, sömürgecilikleri, ırkçılıkları himayesi altına aldığı halde, her durumda putlaştırılabilen 'demokrasiler' Müslüman halklara yönelik soykırımlar karşısında ahlaki sorgulamalar yapma ihtiyacı duymuyor.
Aziz İslam, varoluşsal farkındalık, evrensel farkındalık, tarihsel/kamusal farkındalık ve entelektüel farkındalıkla başlar. Varoluşsal/tarihsel farkındalığa sahip olan Müslümanlar, tarihe girdiklerinde, bu farkındalıklarla, dünya çapında etki/yankı/misyon/vizyon oluşturan evrensel bir medeniyet kurdular. Günümüzde, evrensel İslami farkındalığı ve sorumluluğu kaybettiğimiz için, ırkçı/ideolojik/sömürgeci bilgi savaşlarında, sömürgeci teknoloji tiranlıklarının belirlediği, propaganda sisteminin olumsuz etkilerine maruz kalıyor, etnik aidiyetler, mezhep aidiyetleri temelinde oluşturulan çok bayağı, çok ilkel karşıtlıkların kurbanı olabiliyoruz. Etnik-mezhepçi önyargılar/karşıtlıklar/düşmanlıklar ve nefretleri, çok yoğun, çok samimi, çok sorumlu bir eleştiri bombardımanına tabi tutması gereken Müslümanların, milliyetçi/mezhepçi kirli propagandanın silahşörleri haline gelmeleri, İslami idrakin ve terbiyenin bütünüyle unutulduğu, yok sayıldığı zamanlarda yaşadığımızı gösterir.
Teknolojik putperestlik ve dijital diktatörlük çağında, evrensel İslami farkındalığa sahip olmayan herkes, sosyal medya tiranlıkları tarafından etkileşim nesnesi haline getirilebiliyor. Yeni bilgi teknolojilerinin, özellikle, genç kuşakları hangi amaçlar doğrultusunda, hangi yönde değiştireceğine/dönüştüreceğine ilişkin, İslami bağlamda eleştirel çözümlemeler yapmamız bugün hayati/tarihi önemi olan bir konu haline gelmiştir. Etkin İslami farkındalık ve mevcudiyet, bağımsız bilgi-içerik-iletişim sistemleri inşa etmek suretiyle sağlanabilir. İslam toplumlarında yaşanan, yoğun bilinç/ahlak kirlenmesi, entelektüel kirlenme, İslam’ın, yerli-milli parçalara, mezhepçi parçalara bölünmesi suretiyle, tükenişine neden oluyor. Günümüzde İslam, otoriter-popülist rejimler tarafından rehin alınmış durumdadır.
Büyük kültürler, gerçek kişilikler üretirken, popülist kültürler sahte-taklit kişilikler üretiyor. Otoriter popülizmlerin hakim olduğu toplumlarda, iktidarlar, hiçbir zaman, kişilik/karakter/ehliyet/liyakat aramıyor, sadece iktidarlara sadakat arıyor. Popülist kültürlerde, romantik aptallıklar/ahmaklıklar toplumsal hayatı etkileyebiliyor, yönlendirebiliyor. Popülist kültürlerde, insanlar, düşünmeden, büyük sürüye katılarak, var olma yolunu seçiyor ve hiçliği içselleştiriyor.
İslam toplumlarının, Haçlı-Siyonist emperyalizme karşı, İslami bilinç ve adanmışlıkla dolup taşan evrensel kadrolar aracılığıyla, kökten meydan okumalar gerçekleştirmeleri gereken bir dönemden geçiyoruz. Küresel iktidar rejiminin çıkarlarına hizmet eden yerel tiranlıklar, Haçlı-Siyonist soykırım rejimlerine karşı içi boş dayanışma bildirileri yayınlamaktan, utanç verici tutarsızlıklar, ikiyüzlülükler sergilemekten başka kayda değer hiçbir şey yapmıyor. Batılı dünya sistemi tarafından Batı dışı halklara dayatılan içi boş evrensellik sebebiyle bu halklar, kendi dünya görüşlerinden, kültürlerinden uzaklaştılar. Batılı modern dünya sistemine mecbur/mahkum edilen halklar, toplumlar, bu mahkumiyet nedeniyle, İslami bütünlüğe özgü özgürlükleri ve bağımsızlıkları tecrübe edemiyor. İran'da gerçekleşen (1979) İslam Devrimi sebebiyle, İran, modern tarihsel/siyasal hareketin akışına müdahale ettiği için, dünya sistemi tarafından sistematik bir biçimde kuşatma altında tutuluyor.
Günümüzde insanlığın dünyası, İslam dünyası insanlığı da küresel sistemin, kapitalist diktatörlüğün çıkarlarına hizmet eden internet tarafından yönlendiriliyor, kültürsüzleştiriliyor, eleştirel sorumluluğa yabancılaştırılıyor. Bugünün dünyasında, hepimiz, küresel teknoloji devlerinin, otoriter iktidarlarının ürettiği araçlar tarafından araçsallaştırılıyoruz. Bu araçsallaştırma, insanı güçsüz-etkisiz kılarken, İslam toplumlarında da Müslüman kitleler, akla/bilgi'ye, bilgeliğe/bilince/tefekküre/terbiyeye ihtiyaç duymayan, muhafazakar/dindar popülizmler tarafından üretilen propaganda/manipülasyon hezeyanları tarafından araçsallaştırılıyor. Bugün, İslam toplumlarında, toplumlarımızda, yerel gerçeklikler, bütünüyle narsist çıkarlar ve ihtiraslar doğrultusunda şekilleniyor. Bu çok ağır, çok dayanılmaz, çok boğucu koşullar içerisinde bile, muhafazakar popülizmler çok sefil umutlar üretebiliyor.
Çıkar hesaplarına, kaygılarına mahkum olan bir toplumun, içeriği boşaltılmış bir toplumun, evrensel bir farkındalığı üstlenerek, İslam’ı temsil-tecrübe etmesi beklenemez. İçerisinde yaşadığımız dönemde, özellikle de, soykırımcı Haçlı-Siyonist emperyalizmin Filistin/Lübnan ve Suriye'yi, büyük bir kan gölüne dönüştürdüğü bir dönemde, İslam ülkelerinin sergiledikleri siyasal hiçlikle, ahlaki anlamda bir enkaz tablosu içerisinde bulunduklarını dikkate alarak yüzleşmeleri gerekirken, bu tür bir yüzleşmeyi gerçekleştirmek yerine, bu enkaz tablosundan ucuz kahramanlık menkıbeleri üretmeye çalışmaları, toplumsal yıkımı-çözülmeyi görmezden gelmeleri, iktidarların, narsisist bir duyarsızlıkla malul olduklarını gösterir. Teknolojik-dijital sömürgecilik, İslami dikkatimizi ve algılarımızı tahrip ettiği için, bugün, içerisinde yaşadığımız toplumun yaşadığı varoluşsal aşınmayı görmüyoruz. Kamusal hayatımız da mahremiyet hayatımız da bu derin aşınmadan nasibini alıyor. Emsalsiz kötülükleri, soykırımları, sürgünleri, mülksüzleştirmeleri, toplama kamplarını, işkence kamplarını meşrulaştıran tek boyutlu, tek yanlı, tek yönlü rasyonalizmler, bugün, özellikle İslam’ı ve Müslümanları hedef almış bulunuyor. Bu tek yanlı rasyonalizm, Haçlı-Siyonist emperyalizmi şeklinde İslam toplumlarına sistematik bir biçimde bir kâbus yaşatmaya devam edebiliyor. Bütün bunlar yaşanırken, İslam ülkesi olarak anılan ülkeler arasında, radikal bir imkan olan, İslami dayanışma hayata geçirilemiyor.
İslam toplumlarında, düşünsel/kültürel hayat, edebiyat ve ilahiyat hayatı, soyut/nostaljik İslami düşünceler etrafında spekülasyonlar yaparken, somut alanda, yerli-milli hayatlar yaşıyor. İslam toplumları, kendilerini yapısal bir edilgenliğe mahkum eden, on altıncı yüzyıldan bu yana, ekonomik çıkar temelinde yapılandırılan, çok acımasız, vicdan ve merhameti yok eden, ırkçı/ sömürgeci/kapitalist modern tahakküm/soykırım projesinin bir parçası olmaya çalışıyor, bu projeye öykünüyor, bu projeyi taklit ediyor. Bu projeye öykündüğü için, mistik/sufi uyuşturucular dışında, bağımsız/özgün/özgür İslami projeler üretemiyor. Sömürgeci projeye dahil olduğu için de acımasız mahrumiyetlere katlanıyor. Yapısal bir edilgenliğe mahkum edilerek, şeyleştirilen İslam toplumları, maalesef, halen, tarihsel bir farkındalığa sahip değiller. Bu nedenle de bugün, İslam toplumlarında, tarihsel bir hesaplaşmayı gündeme alan entelektüel/akademik çalışmalar yok. Bu nedenle de bu toplumlar, dar sınırlar, yerel sınırlar içerisine hapsedilmiş, felç edici umutlar içerisinde yaşamaya devam edebiliyor.
Günümüzde tekno kapitalizm hayatımızın bütün boyutlarını insafsızca sömürgeleştirebiliyor. Bilimsel-teknik gelişmelerin, insani amaç/anlam ve beklentilerle hiç ilgisi yok. Teknoloji putperestlikleriyle büyülenen genç kuşaklar, bugün, ölümcül olumsuz etkilere açık bulunuyor. Genç kuşakların teknolojik devrimler aracılığıyla yeni seküler kimliklere/tercihlere/tarzlara yöneldiğini görmek gerekir. Tükenmeyeceğini düşündüğümüz varoluşsal ilkeselliklerin/ adanmışlıkların yerini, bugün, tükenmeyen yabancılaşmalar, tükenmeyen çürümeler alıyor. Teknik değerlerin tahakkümüne ve dijital tekdüzeliğe maruz kalan genç kuşaklar, günümüzde sosyal medya bataklıklarında kayboluyor. Bugün, nerede durduğumuzu, nereye doğru savrulduğumuzu bilmiyoruz. Önyargılarının kölesi olan toplumlar, kendi bencilliklerinin kölesi olan bireyler, İslami hakikatlere, İslami hakikatlerin evrenselliğine nüfuz edemezler. Biz Müslümanlar için en büyük servet, en büyük zenginlik, en büyük bilgelik, ilkesel ve kapsayıcı varoluşumuz, İslami bilincin/kalbin diliyle yazan/konuşan entelektüel hayatımızdır. Popülist propaganda gösterileriyle güdümlenen ve zehirlenen hayatlarla ancak hamaset sömürgeciliği yapılabilir, başka bir şey yapılamaz.
Günümüz dünyasında, toplumlarında, İslam toplumlarında da hiçbir değer sisteminin, ilkesel duruşun geçerli olmadığı, nihai anlamda, olağanüstü, akıl dışı, ahlak dışı oportünizmlerin günü kurtarmak için meşrulaştırılabildiği tuhaf bir dönemden geçiyoruz. İslam toplumlarında, yerel tiranlar, İslam’ı, devlet/parti ideolojisi doğrultusunda kullanışlı bir araç olarak sistematik bir biçimde istismar ederken, kapsayıcı siyaset imkanlarını, ortak sorumluluk/dayanışma imkanlarını yok sayarak, iktidar/saltanat ihtiraslarını sürdürebilmek için yeni nefret alanları, yeni barbarlık alanları açmakta bir sakınca görmüyor. İslam toplumlarında öteden beri kullanılagelen politik popülizm uyuşturucuları, dini popülizm uyuşturucuları, ilgili toplumları bir köleler sürüsüne dönüştürüyor, bu toplumlarda zihinsel/ ruhsal kötürümleşmeyi tahkim ediyor. Yalnızca iktidar ve saltanat meseleleriyle ilgilenen yerel tiranlar, toplumsal varoluşun bütün boyutlarının kirlendiğini, toplumsal gerçekliğin patolojik gerçekliğe, toplumun bir suç toplumuna dönüştüğünü asla görmüyor, görmek istemiyor.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde, yeryüzü kaynaklarını barbarca tüketen emperyalizmler, yeni bir paylaşım savaşı için harekete geçmiş bulunuyor. Emperyalizmler arasında, bu konuda, acımasız, gözü dönmüş bir rekabet, üçüncü dünya savaşına yol açabilecek boyutta, her geçen gün yoğunlaşıyor. Modern ilerleme ideolojisi, modern uygarlığın bütün bir insanlığı mutlak olarak imha edebilecek imkanlara sahip, insanlıkdışı bir uygarlık olduğunu, bütün insanlığa hatırlatıyor. Yüzyıllardır epistemik şiddete maruz kalan, entelektüel kifayetsizlik sebebiyle bu şiddetle hesaplaşmayan, epistemik şiddetin, İslami bütünlük bilincini paramparça ettiğini fark edemeyen İslam dünyası ülkeleri, küstah çıkarcılıklar adına yürütülen emperyalist kötülükler karşısında, toplu katliam nesnesi haline getirilen Filistin halkı ile ilgili, teslimiyetçilik dışında onurlu bir mevcudiyet sergileyemiyor. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Osmanlı yönetimi dini farklılıkları hürmetle tanıyordu. Osmanlı sonrası dönemde, sömürgeciler etnik farklılıkları, mezhep farklılıklarını tahkim ettiler. Bugün, Ortadoğu'da yeniden harekete geçirilen etnik ve mezhepçi karşıtlıkların, dar görüşlü düşüncelerden ve ufuksuz önyargılardan kaynaklandığına, bütün bu karşıtlıkların İslami ilkeleri/işlevleri etkisiz hale getirdiğini görmek gerekir.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde, emperyalizmler, Ortadoğu'da, elini kolunu sallayarak dolaşıyor, parya olarak konumlandırdığı ulus-devletleri satın alabiliyor. Ortadoğu'da elini kolunu sallayarak dolaşan emperyalizmler, uluslararası hukuk sistemini geçersiz kılan hukuksuz bir dünya oluşturuyor. Bu hukuksuz dünya, yerel hukuksuzluklara da cesaret veriyor. İslam dünyası ulus-devletleri gerçek anlamda bağımsızlığa sahip olmadıkları için, hayatlarını emperyalizmlere utanç verici tavizler vererek sürdürebiliyor. Bu utanç verici tavizler sebebiyle, bu yeni soykırım çağında, evrensel İslam ailesinin geleceği için sorumluluk alarak, bağımsız-ortak bir İslami ortak irade oluşturmak yerine, bugün, ilkel kabilecilikler, mezhepçilikler, milliyetçilikler hayata geçiriliyor.
Günümüz İslam toplumları propaganda-manipülasyon malul’ü/mağduru toplumlara dönüşüyor. Güdümlü aklın baskısı altında bulunan propaganda malulu kitlelerin neye inanacaklarına, neye inanmayacaklarına iktidarlar karar veriyor. Türkiye’de bir dönem, güdümlü akıl, ideolojik/seküler önyargılar temelinde belirleyici olurken, içerisinde bulunduğumuz dönemde de duygusal-hamasi söylemler temelinde etkili oluyor. Muhafazakar-milliyetçi propagandanın, faşist ırkçılığın fetih halisünasyonları gördüğü bir dönemde, İslami hakikatler, ilkeler değersizleştiriliyor. Muhafazakâr-milliyetçi putperestlikler, seküler putperestliklere rahmet okutacak şekilde yükseliyor. Ahlaki sefalet derinleştiği için, ihanetler/yalanlar/çarpıtmalar/yabancılaşmalar/yolsuzluklar bir hayat tarzına dönüşüyor. Propaganda tarafından üretilen sahte gerçekler, objektif gerçeklerin yerine geçiyor.
Eleştirel düşünme yeteneğine sahip olmayan toplumlarda, kitleler, dijital devrimin tahakkümünü aşma iradesi gösteremiyor, iletişim-etkileşim bombardımanı karşısında teslimiyetçiliği seçiyor. Günümüz toplumlarında, İslam toplumlarında da, hiçbir zaman ahlaki-ilkesel iktidara sahip olmayan politik demagoglar, yanıltıcı bilgiler temelinde psikolojik manipülasyon aracılığıyla, dini söylemler aracılığıyla iktidarlarını ne pahasına olursa olsun, tahkim etme yolları arıyor. Günümüzde teknolojik araçlara bağımlılık toplumları düşüncesizleştiriyor, niteliklere yabancılaştırıyor. Kendi kendilerine hayranlık duyan popülist demagoglar, yerli-milli demagoglar, bir kişilik bozukluğu içerisinde bulunduklarını fark etmiyor. Kendileri gibi düşünmeyenleri, yerli-milli klişelerle acımasızca terörize edebiliyor.
İslam medeniyetinin oluşturduğu kapsayıcılık kültürüne yabancılaşan İslam toplumları, bugün, dışlayıcı milliyetçilikleri, mezhepçilikleri tahkim ederek, ilkelliğe doğru, dolu dizgin ilerliyor. Türkiye’de içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere, politik çıkar/iktidar mücadelesi, toplumun ahlaki mevcudiyetini altüst ediyor, bağnazlık ve bayağılık toplumsallaşıyor. Partizanlık toplumsal ilişkileri zehirliyor. Türkiye’de ideolojik-seküler bağnazlığın kurumsallaştığı dönemlerde, İslami kesimler sosyal/kültürel/ekonomik/siyasal mağduriyetler biriktirmişlerdi, içerisinde bulunduğumuz dönemde de seküler kesimler aynı mağduriyetleri biriktiriyor. Kapsayıcı medeniyet kültürüne/bilgeliğine yabancılaşan toplumda bütün kesimler iktidar olduklarında kendileri gibi düşünmeyenleri, yaşamayanları ötekileştirerek, adaletsizliğe mahkum edebiliyor.
İslam dünyası olarak anılan dünyada, günümüzde her ulus-devlet, kendi çıkarlarını ve kendi gününü kurtarma mücadelesi veriyor. Utanma ve haya duygusundan yoksun bulunan yerel tiranlar, kendi çıkarlarını ve kendi gününü kurtarma yolunda "post-truth" çağında, yalanlara dayalı hamaset söylemlerine tutunuyor. İslam’a ihanet pahasına, birlikte yaşama kültürüne yabancılaşan İslam dünyası ulus-devletleri, medeniyetler arasında yaşanan bir çatışmaya muhatap olmaktan çok, bugün, yalnızca bir nostalji olarak yaşatılabilen, somut olarak mevcut olmayan bir medeniyet dünyasının, kendi içerisinde yaşanan çatışmalarda can ve kan kaybetmeye devam ediyor. Birlikte yaşama bilincini/kültürünü/bilgeliğini/iradesini kaybeden ulus-devletler, bu telafi edilmesi mümkün olmayan büyük kayıplar sebebiyle, Filistin'de, Ortadoğu’da, siyasal gerçekliğin Siyonist proje ve ihtiraslar doğrultusunda, yeniden şekillendirilişini siyasal bir çaresizlik içerisinde seyrediyor. Gerçek bağımsızlığa sahip olmayan Ortadoğu ülkeleri, bundan böyle, Amerika- İsrail dayatmaları sebebiyle İran'a karşı, İsrail'in yanında hizalanacaklar.
Tarihten ders almadıkları için, tarihte neler olup bittiğine ilişkin eleştirel değerlendirmeler yapmadıkları için, hep yenilgi biriktiren İslam toplumları, 7 Ekim 2023 soykırım sürecinden de bir ders çıkarmadıkları için, bu süreç boyunca, eski alışkanlıklarını, tarzlarını, tavırlarını, duruşlarını, aşırılıklarını, yabancılaşmalarını vb. sürdürmeye devam ettiler. Medeni yaşama biçiminin adı olan farklılıklarla birlikte yaşama ahlakını, etnik/mezhepçi/politik/hizipçi bencillikler/bağnazlıklar sebebiyle kaybettiğimiz günden bu yana, karşıtlıklar, "biz-onlar” kültürü içerisinde, yeni barbarlık kültürü içerisinde yaşıyoruz. En çok ötekileştirenler, en büyük barbarlık “nişanına” sahip olabiliyor. Sözünü ettiğimiz bencillikler, bağnazlıklar, karşıtlıklar sebebiyle, Müslüman bireyler/topluluklar/cemaatler çok derin bir sahicilik kaybı içerisindeler. Sahicilik kaybı yaşayan bireyler/topluluklar/cemaatler, yenilgilerden ders almak yerine, bugün ahlaki ve entelektüel körlüğü seçmiş bulunuyor. Sahicilik kaybı, duyarlılık kaybı, bencilliğe dayalı, hizipçiliğe dayalı bütün kötülükleri, adaletsizlikleri çoğaltıyor. Akıntıyla birlikte hareket etmeyi meşru bir geleneğe dönüştüren muhafazakar/dindar çevreler, adaletsizlikleri de sessizlikle karşılayarak, sessizliği de bir geleneğe dönüştürüyor. (islamianaliz)