Yine Hilal Göründü mü Görünmedi mi? Niyet Üzerinden Bir Değerlendirme

Her yıl hilalin görünüp görünmemesi tartışmalarına tanık oluyoruz. Bu sene de Türkiye’deki Müslümanlar Cumartesi günü başlarken, Ayetullah Hamaney ve Ayetullah Sistani’ye göre Ramazan hilali görünmediği için Pazar günü oruca başlanması gerektiği yönünde fetva verildi. Bu yazımızda Ramazan orucuna niyet ederken orucu tayin etmek şart mı değil mi? Sadece oruca niyet edilirse de Ramazan orucu yerine geçer mi? Hatta başka bir oruca niyet edilirse yine de Ramazan orucu sayılır mı? gibi sorulara verilen cevapları esas alarak, hilalin görünmesi konusundaki farklı fetvaların Müslümanlar arasında bir fitneye sebep olamayacağını açıklamaya çalışacağız. Farklı fetvalarla birlikte pratikte ortak hareket etmenin mümkün olduğuna dikkat çekeceğiz.
Niyet ibadetle adeti ayırır, basit işlerimizi bile ibadete çevirebilir. Günlük yaptığımız faaliyetlerimizden sevap kazanmamıza sebep olur. İbadetlerde farz olanla müstehap olanları ayırır. Ancak İslam’da bütün farzlarda niyet şartı yoktur. Bazı farzları niyetsiz yapsak da sorumluluktan kurtulabiliyoruz.
Farzlar iki çeşittir. Bir kısmının Allah’a yakınlaşmak niyetiyle yapılması gerekirken diğerlerinde niyet şart koşulmamış, emredilenin yerine getirilmesi yeterli görülmüştür. Örneğin elbisenin temizlenmesi bizzat ibadet değildir. Kim tarafından ve nasıl yapıldığına bakılmaksızın temiz olup olmadığına bakılır. Örneğin, necis bir elbise rüzgâr tarafından akan suyun içerisine sürüklenip orada temizlenirse amaç gerçekleşmiştir. Elbette, elbisenin temiz olması namazın farzlarındandır ancak, bu tür farzlarda niyet şart olmadığı gibi kimin yaptığı da önemli değildir. Çünkü bunlar tevessül açısından farzlardır. Önemli olan fiilin yapılmasıdır.
Daha iyi anlaşılması için ölüye karşı görevlerimizi de örnek verebiliriz. Mesela ölünün cenaze namazını kılmak bir görevdir. Ancak ibadet olarak farz kılındığı için Müminler tarafından namaz kılınırsa sorumluluk yerine gelir. Mezarın hazırlanması, ölünün taşınması da birer görevdir. Fakat bu görevler, tevessül türünden farz olduğu için herhangi birisi tarafından yapılabilir. Hatta Gayrimüslim birisi de mezarı hazırlasa veya ölüyü mezara indirse sorumluluk yerine getirilmiş olur. Tabii ki bu tür amellerde sevap kazanılabilmesi iman ehli olup niyet etmeye bağlıdır.
Borç konusu da örnek verilebilir. Borçlunun borcunu kafirin veya müminin vermesi, verirken niyet ederek veya etmeyerek vermesi sonucu değiştirmez. Sonuç olarak borçluyu sorumluluktan kurtarır.
Aynı şekilde nafaka da tevessül kabilinden bir vaciptir. Bu yüzden verirken niyet edilmesi şart değildir. Hatta mahkeme kararıyla nafaka vermek zorunda kalan kişi dahi sorumluluktan kurtulur. Belki kendi rızasıyla samimi bir niyetle vermiş olsaydı, Allah katında sevap alabilirdi. Ancak nafaka verildikten sonra sorumluluktan kurtulmuş olur.
Namaz, oruç, hac gibi ibadetlerde ise durum farklıdır. Böyle sorumluluklardan kurtulmak için niyet şarttır. Bunlar ibadettir ve Allaha yaklaşmak için yapılır. Oruç Allah için yapılan bir ibadet olduğu için Allah’ın rızasını kazanma niyetiyle tutulmalıdır.
Orucu diğer ibadetlerden farklı kılan bir yönü, terk etmekten ibaret olmasıdır. Kelime olarak savm/oruç terk etmektir. Ancak şeriat oruçta her şeyin terk edilmesini istememiştir. Terk edilecek şeyleri; yeme, içme ve cinsel ilişki olmak üzere sınırlandırmıştır. Aksi takdirde konuşmayı terk etmek anlamına geldiği için, susmanın da oruç kapsamına girmesi gerekirken şeriatte konuşmayı terk etme orucu yasaklanmıştır.
Orucun bu terk olması hasebiyle Cenabıhak, “Oruç benim içindir ücretini de ben veririm.” buyurmuştur. Çünkü oruçlunun ortada görünecek bir eylemi olmadığı için riyadan oldukça uzaktır. İnsanın derecesini yücelten, manevi mertebelerini yükselten bir ibadet olduğu için Kur’ân’da namaz ve oruçla Allah’tan yardım istenmesi emredilmiştir. “Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.”[1] Müfessirlerin ekserisi ayetteki sabırla, orucun da kastedildiğini belirtmişlerdir. Dolayısıyla namaz ile oruç, nefsî arınma, saflık ve temizlik için sarılması gereken en önemli iki ibadettir.
Orucun sıhhati için Allah’a yaklaşma niyeti olmalıdır. İbn Rüşd’ün dediği gibi orucun sıhhati için niyet getirmenin şart olduğunda ulema ittifak etmiştir. Farklı düşünen alimler herhalde, “Ramazan'da oruç tutmak bizatihi farzdır. Bunun için Ramazan'da tutulan herhangi bir oruç niyetsiz de olsa şer’ân yine oruç sayılır” diye düşünmüş olacaklar ki, “Niyet Ramazan orucu için gereksizdir, fakat sair günlerde oruç tutmanın sıhhati niyete bağlıdır.” demişlerdir.
Asıl konumuzla bağlantılı bölüme gelecek olursak Ramazan’da orucu tayin etmek gerekir mi? Sadece oruç tutmaya niyet edilirse yeterli midir? Çünkü niyet konusunda İslam dininde farklı uygulamalar vardır. Örneğin abdest alırken; “Namaz kılmak için, Kur’ân okumak için, tavaf için abdest alıyorum” demediğimiz halde farz namaza niyet ederken hangi namaz olduğunu tayin etmek zorundayız. Acaba Ramazan orucuna niyet farz namaza niyet gibi midir? Yoksa sadece oruca niyet etmek yeterli midir? Ramazan dışında tutulacak adak, kaza, müstehap gibi oruçlara niyet konusuna girmek istemiyorum. Çünkü bizim konumuz Ramazan orucuyla alakalıdır.
Bu konudaki açıklamalara vakıf olduğumuzda, her sene tekrarlanan Ramazan hilalinin görülmesi tartışmaları karşısında doğru bir tutum sergileyebiliriz. Önce Ayetullah Sistani’nin resmi sitesindeki fetvasına bakalım. Ramazan ayı olduğunu bilmeden müstehap, kaza, adak gibi başka bir oruca niyet eden kişi hakkında şöyle demektedir.
“Kaza veya keffaret orucu tutmak isteyen kimse, bunu niyetinde belirtmelidir. Meselâ, “Kaza orucu” veya “Keffaret orucu tutuyorum.” şeklinde niyet etmelidir. Fakat Ramazan’da, “Ramazan ayının orucunu tutmaya niyet ettim.” diye niyet etmesi gerekmez. Hatta ramazan ayı olduğunu bilmeyen veya unutan birisi, başka bir oruca niyet etmiş olsa dahi, tutmuş olduğu oruç ramazan orucu yerine geçer.”
Demek ki Ramazan ayı olduğunu bilmeyen kimse başka bir oruca niyet etse de orucu Ramazan yerine geçer. Tıpkı İstanbul uçağına binip de ben Van’a gidiyorum diyen kimsenin sözünün bir karşılığının olmaması gibi. Hanefi mezhebinde de aynı yönde fetva verilmiştir.
Ramazan ayı olduğunu bilen kişinin durumu farklıdır.
“Bir kimse, ramazan ayı olduğunu bildiği hâlde başka bir oruca niyet ederse, tuttuğu oruç sayılmaz. Kurbet kastıyla çelişmesi halinde ramazan orucuna da sayılmaz. Hatta ihtiyat gereği kurbet kastıyla çelişmese dahi ramazan orucuna sayılmaz.” Hanefiler bu noktada farklı düşünmektedirler.
Ramazan orucu için mutlak niyetin yeterli olduğunu savunmada en ileri giden Ebu Hanife’dir. Ona göre Ramazan ayı olduğunu bilse bile başka bir oruca niyet edenin orucu Ramazan orucuna sayılır. Ebû Hanife’ye göre “Ramazan’da mutlak orucu kast etmek yeterlidir. Hatta eğer kişi yolcu değilse, bir başka orucu da kastetse, yine Ramazan orucu yerine geçer. Ancak eğer yolcu ise -kendisine Ramazan’da oruç tutmak vacip olmadığı için- niyet ettiği oruç ne ise o olur.” demiştir.
Niyetle ilgili açıklamaların hilalin görünüp görünmemesi tartışmalarıyla alakası nedir?
Ayetullah Sistani’nin Ramazan’ın birinci gününde tereddüt edenin durumuna dair fetvası şöyledir. “Şaban ayının son günü mü yoksa Ramazan’ın birinci günü mü olduğunda şüphe ve tereddüt hâsıl olursa, o günde oruç tutmak farz değildir. Eğer o günü oruç tutmak isterse, Ramazan orucu olarak niyet edemez. Ancak Ramazan ayı ise ramazan orucu, değil ise kaza ve benzeri oruç olmasını niyet ederse, orucunun sahih olması uzak bir ihtimal değildir.” Sistani’nin asıl önerdiği çözüm şu şekildedir: “Kaza veya benzeri oruç niyeti etmesi daha iyidir. Daha sonra bugünün Ramazan ayından olduğu ortaya çıkarsa, bu oruç, ramazan orucu sayılır. Mutlak olarak oruç niyeti eder, sonra da ramazan ayı olduğu anlaşılırsa yine orucu sahihtir.” Yani şüpheden kurtulmak için Ramazan niyetiyle oruç tutulmamalıdır. Ya müstehap niyetiyle tutulmalı ya da sadece Allah rızası için oruç tutulmalıdır. Varsa kaza, adak gibi oruçlara da niyet ederek tutabilir. Ramazan ayı girmişse yukarıda açıkladığımız gerekçelerden dolayı zaten tuttuğu oruç farz yerine geçecektir. Ramazan değilse hangi niyetle tutmuşsa onun yerine geçecektir.
Kısacası hilal görüldü mü görülmedi mi tartışmalarını çok büyütmeye gerek yoktur. Bu yıl için konuşacak olursak, hilalin Pazar günü göründüğünü kabul edenler şüpheden kurtulmak için bir gün önceden müstehap oruca veya sadece oruç tutmaya niyet ederek Cumartesi’den başlayan Müslümanlarla birlikte hareket edebilirlerdi. Ramazan ayı olduğunu kesin bilmedikleri için hem Hanefilere göre hem de Ayetullah Sistani ve Hamaney’in içtihadına göre hareket etmiş olurlardı. Böylece gereksiz ve kırıcı tartışmalardan da sakınmış olurlardı. Cumartesi’den başlayan Müslümanlar da mutlak oruca niyet edip en azından şek gününde oruç tutma şüphesinden kurtulabilirlerdi.
“Öyleyse neden alimler ortak fetva vermiyorlar?” denilirse, buna şöyle cevap verebiliriz. Alimler kendi kafalarına göre fetva veremezler. Ellerindeki kaynaklar ve takip ettikleri usullere göre fetva vermek zorunda oldukları için haliyle farklı sonuçlara ulaşacaklardır. Alimlerin bu konuyu ciddiye almalarının en önemli sebebi Ramazan’dan olmayan bir günü Ramazan ayına ekleme endişesidir. Bizim görevimiz ise farklı yaklaşımları hayata geçirirken yıkıp dökmemektir. Dikkatli incelendiğinde bir konudaki tartışmaların getireceği muhtemel zararlardan korunmak için yine aynı alimlerin güzel reçeteler sunduklarını görüyoruz. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Bakara, 2/153.