Varoluşsal Sorgulamalar Yapamamak
İslam dünyası toplumları, Müslüman halklar, yüzyıllardır, bilgi ve düşüncenin evrensel ufkunu terkederek, hizipçi,-mezhepçi-etnik karşıtlıklar, menkıbe/keramet/kehanet/hurafe/hamaset/kadercilik/komploculuk üretiyor. İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, yüzyıllardır üretilegelen, Müslüman halkları edilgenliğe/tekdüzeliğe mahkûm eden, konformist çerçevenin oluşturduğu zihinsel ve düşünsel sınırları aşamıyor, aşmak istemiyor, bu yolda bir entelektüel irade ortaya koyamıyor. Bu sınırlar aşılmadığı için, konformist-sığ çerçevenin neden olduğu sorunlarla yüzleşilmediği için, bu sorunlar çözülemiyor ve maalesef biriktiriliyor. Nitelikli çözümlemeler, analiz ve özeleştiri yapılmadığı için de İslam toplumları zihinsel anlamda maruz kaldıkları prangaları fark etmiyor, bu prangaların oluşturduğu fosilleşme, mumyalaşma ve antikacılıkla da hesaplaşılamıyor. İslam toplumları, yüzyıllardır hamaset kültürüyle, hamasete dönüştürülmüş bir dindarlık biçimiyle avutuluyor, avunuyor.
Hamaset kültürünün etkili olduğu toplumlarda Müslüman halklar, aydınlar, karizmatik din’i ya da politik figürlerin etkinlikleri/söylemleri dışında, kamusal alanda yankısı olabilecek hiçbir düşünsel/kültürel/entelektüel/eleştirel etkinlik üretemiyor, bu tür etkinliklere ihtiyaç duymuyor, değer vermiyor. Hamaset kültürü ve bütün popülist hareketler, bireyleri ve toplumu niteliksizleştiriyor, kişiliksizleştiriyor, ilkesizleştiriyor. Rahatına düşkün toplumlarda eleştirel/ahlaki sorgulamalar yapılamadığı için, toplumda kol gezen onursuzluklar ve münafıklıklar fark edilmiyor. Propagandacıların seslerinin ve nefretlerinin bütün sesleri bastırdığı toplumlarda, düşünürlerin, özellikle de eleştirel düşünürlerin sesleri duyulmuyor. Toplumsal/kamusal gerçeklikten kopmuş bir edebiyat hayatı ya nostaljiye tutunarak ya da romantizme tutunarak varlığını sürdürmeye çalışıyor.
İslam toplumlarında, içeresinde yaşadığımız toplumda da yerli-milli mufazakarlık, sağcılık, lümpenlik eşi ve benzeri görülmemiş, dehşet verici bir vulgarizasyon üreterek, İslami bilinci ve bütünlük idrakini paramparça ediyor. Bu dehşet verici vulgarizasyon ikliminde, derin entelektüel yoksulluk ikliminde, politik popülizm narsist ve romantik klişelere dayalı gelecek tahayyülleriyle kitleleri sistematik bir biçimde manipüle edebiliyor.
İslam dünyası toplumlarında, akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar sebebiyle, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde bireysel farkındalık, bireysel ve eleştirel dikkat oluşturulamadığı için, eleştirel bir politik dil/söylem ve çevre de oluşturulamıyor. Eleştirel bir politik dil/söylem ve çevre oluşturulamadığı için de İslam toplumlarında Türkiye’de de yaşandığı üzere, din/dil/hukuk/tarih/kültür siyasal iktidarların çıkarlarına hizmet edebilecek şekilde yapılandırılıyor. Yerli-milli muhafazakarlıklar, sağcılıklar, lümpenlikler, bireysel farkındalığa ve dikkate sahip olmayan İslami unsurları, düşünsel yurdumuz olan bütün bir yeryüzüne, evrensel varoluşa yabancılaştırıyor. Bu yabancılaşma nedeniyle İslami varoluş, mevcudiyet, süreklilik, tarih, yeniden inşa, değişim ve yenilenmenin, ancak, içtihad yoluyla mümkün olabileceğini akledemiyor, fehmedemiyoruz. Bağnazlık ve barbarlık üreten hizip dindarlıklarının boğucu/baskıcı tezahürleri sebebiyle, bütün ufukları aşan evrensel dindarlığın medeni tezahürlerini somutlaştıramıyoruz.
Müslüman halklar/kültürler, maruz bırakıldıkları, fosilleşme, mumyalaşma ve antikacılık sebebiyle, konformist kültürün prangalarını kıramadıkları için, İslami evrensellik ve bütünlük bilinci büyük ölçüde marjinalleşiyor, değersizleşiyor. İslam dünyası toplumları, bilginin, bilincin, düşüncenin, felsefenin, siyasetin evrensel ufkunu terkederek, tarihten çekildikten sonra; tarih, Batı merkezli olarak üretildi, üretiliyor. Bu dönemle birlikte, Batı’da düşünce, bütünüyle dünyevileşirken; İslam toplumlarında da düşünce her tür eleştirelliğe kapalı hale getirildi. Farklı tarihlere sahip oldukları halde, bu farklılık ve tarihsel bağlam dikkate alınmaksızın, insanın varoluşsal boyutunu inkâr eden seküler düşünce, kültürel sömürgecilik yoluyla İslam toplumlarına dayatıldı. Seküler düşüncenin ideolojik evrenselliği yoluyla, İslamın tarihten dışlandığı günden bu yana, İslam, bugünün dünyasında, belirleyici/tayin edici, sonuç alıcı, somut siyasal iradesi olan dünyevi bir güç değil. İslam bugünün tarihinde yaşayan somut bir güç olmadığı, sadece geçmişin metinlerinde yaşatıldığı için, bugün, aziz Filistin halkına yönelik sürdürülegelen gündelik Siyonist vahşet/barbarlık/soykırım karşısında, utanç verici hale gelen dış işleri bakanlıklarının kınama bildirileri yayınlamaktan başka bir şey yapamıyoruz. Mazlum ve masum aziz Filistin halkına karşı sürdürülegelen gündelik vahşet/barbarlık ve soykırım karşısında hiçbir şey yapamayan İslam ülkeleri, bu utanç ve zilletle yüzleşmeleri gerekirken, bunu asla yapamıyor ve Filistin ve Kudüs sorununu politik bir propaganda/istismar konusu yapmaya utanmazca devam ediyor. Bugünün dünyasında, insan hakları, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet gibi kavramlar Müslüman halklar için geçerli değil.
Teknik üstünlük yoluyla bugün, Batı dünyasına ait olan her şey, ırkçılık da sömürgecilik de bir şekilde meşrulaştırılabiliyor. Teknik uygarlık, totaliter modernlik ve militan uygarlıkçılık, bugün, çözümsüz sorunlar üretmeye devam ediyor. Dijital değişim ve yapay aptallık, varoluşsal tehditler/tehlikeler oluşturarak, bütün dünyayı, insani/ahlaki/vicdani anlamda çölleştiriyor. Bütün dünyada, politik ahlak stratejik ve jeopolitik çıkarlar doğrultusunda araçsallaştırılabiliyor. İslam dünyası toplumlarında da etnik bilinç, iktidar çıkar ve ihtirasları adına sürekli olarak sömürülebiliyor. Narsist ve kibirli Batılı seküler kültürün küresel hâkimiyeti de aziz İslamı değersizleştirmek üzere sistematik bir biçimde kullanılabiliyor.
İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da halen yaşanılagelen entelektüel aşağılık kompleksi sebebiyle, bugün, entelektüel bağımsızlıktan/özgünlükten/farkındalıktan, ne yazık ki söz edemiyoruz. Bu nedenledir ki zihinsel tutsaklıkları aşma iradesi gösteremiyoruz. Yakın geçmişte, Türkiye’de, muhafazakâr kesimler, seküler kesimlerin köleleştirici dogmalarına maruz kalırlarken; bu defa, seküler kesimler, muhafazakâr kesimlerin köleleştirici dogmalarına maruz kalıyor. Köleleştirici dogmaların İslam’la yakından uzaktan hiçbir ilgisi olmadığını, geçmişin hurdalıklarından çıkarılan yorumlara dayalı olduğunu bilmek gerekir. İdeolojik tiranlıklar, geleneksel tiranlıklar toplumları düşüncesizleştirdikleri için, bu toplumlarda toplumun bütün kesimlerini kapsayan, toplumun bütün kesimlerinin sorunlarının içtenlikle tartışılabildiği, düşünsel/entelektüel bir alışveriş iklimi/ortamı oluşturulamıyor.
Hangi eğilime sahip olursa olsun, insana, gerçeği görme yeteneğini, ahlaki ve entelektüel bağımsızlık kazandırır. Akılsız ve düşüncesiz bağlılıkların tiranlığı, dar kafalı bağnazlıklar, sorumsuzluklar ve fanatizmler oluşturur. Hakikatin, anlamın, içeriğin hakkını veremeyen propaganda ve çıkar dindarlıkları, bugün, hiçbir şekilde, kültür içermiyor, manevi-ruhsal derinlik içermiyor, bilinç/erdem/bilgelik içermiyor, kent kültürü ve kentsel ilişki içermiyor; gösterişçilik, görgüsüzlük ve çıkarcılık içeriyor. Hamaset kültürüne, konformist kültüre maruz kalan toplumlar, tarihte ve şimdiki zamanda ahlaki özneler olarak, ahlaki kişilikler olarak nasıl var olunabileceğini bilemez, geleceğin nabzını tutamaz, eleştirel düşüncenin hayati önemini idrak edemez. Tarihte ve şimdiki zamanda İslami anlamda nasıl var olunabileceğini bilmek isteyenlerin, çok derin bir bilinç açlığı içerisinde olmaları gerekir. Taklit eden bir zihnin görme/anlama/yorumlama gücü yoktur. Görmek, akıl ve gönül gözüyle birlikte görmektir.
İslam dünyası, günümüzde, yeni bir kültürel/entelektüel haçlı seferi ile karşı karşıya bulunuyor. Yakın geçmişe kadar, kendisini Yunan-Roma kültürüne nispet eden Batı, bugün kendisini Musevi-Hıristiyan kültürüne nispet etmeye özen gösteriyor. İslam, Museviliğin ve Hıristiyanlığın geçerliliğini, Musevi-Hıristiyan toplulukların din’i özgürlüklerini tanırken; Musevi-Hıristiyan dünya İslam’ı dışlamaya ve terörize etmeye devam ediyor. Musevi-Hıristiyan uzlaşısı-bütünleşmesi İsrail’e dokunulmazlık kazandırırken, Filistin’i de yalnızlaştırmış oluyor. Musevi-Hıristiyan uzlaşısı-bütünleşmesi, İslamın dışlanması, etkisiz kılınması konusunda laikliği ideolojik-ırkçı-sömürgeci bir kültürel savaş aracı olarak kullanıyor. İslam toplumları hamaset kültürüyle, konformist kültürle, yeni kültürel-entelektüel haçlı seferlerine İslami karşılıklar veremez. İslam dünyası toplumlarının ve kültürlerinin yeni kültürel-entelektüel haçlı seferlerine cevap verebilmesi için evrensel anlamda İslami bilinç zamanlarını başlatmaları gerekir. Bilinç zamanlarını, direniş zamanlarını, eylem ve bilgelik zamanlarını, ahlaki ve entelektüel içtenlik, sorumluluk ve bağımsızlık sahibi adanmış entelektüel müçtehidler başlatabilir. Geçmişin zincirlerini kırmak, ancak, yeni bir içtihad/bilinç dönemine, sürecine, iklimine girmekle mümkün olabilir. İçtihad çok yönlü, çok boyutlu bir yenilenmeyi, yeniden evrensel içerik üretimini ve eleştirel düşünceyi mümkün kılar. Bağımlı akıl’lar dünyaya tek ufuktan bakarken, eleştirel akıl hepimize evrensel ufuktan bakmayı öğretir.
İslam dünyası toplumları-kültürleri, konformist kültürle, hamaset kültürüyle büyülendikleri için, varoluşsal İslami farkındalığı ve dikkati büyük ölçüde kaybettiler. Bu kayıplar sebebiyle, bu toplumlar, varoluşsal sorgulamalar yapamıyor, acilen yapılması gereken bu sorgulamaları hep geciktiriyor, erteliyor, bu nedenle de halen karşı karşıya bulundukları sömürgeciliklerin farklı tezahürlerini hiçbir şekilde hissetmiyor, algılayamıyor. Popülizm ve hamaset söyleminin yapısal hakimiyeti, kültürleşme imkanını bütünüyle yok ediyor. Toplumlarımız, yapısal edilgenlik ve tekdüzelik sebebiyle, konformist kültüre ve konformist din algısına eleştirel anlamda müdahale edebilecek, yapısal edilgenlik ve tekdüzeliklerle yüzleşerek bunları aşabilecek, bağımsız-eleştirel-entelektüel kadrolara sahip değiller.
Modern Batı dünyasının her dönemde, emperyal ve narsisist ihtiraslarla malûl olduğunu bütün dünya biliyor. Bu ihtiraslar sebebiyle her tür sömürgecilik bir şekilde sürdürülebiliyor. İslam ülkeleri, içerisinde bulundukları yapısal edilgenlik, bağımlılık ve teslimiyetçilik sebebiyle, halen Filistin’de sistematik bir biçimde, bütün İslam dünyasına meydan okumak suretiyle sürdürülen, Musevi-Siyonist sömürgeciliğin vahşi-barbar işgal/istila/ilhak/mülksüzleştirme/soykırım uygulamaları karşısında, çok zelil ve çok sefil, utanç verici, yüz kızartıcı bir sessizlik ve suskunluk sergiliyor. Musevi-Siyonist sömürgecilik-soykırım karşısında, İslami bir siyasal irade ortaya koymaları gereken, Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu kimi İslam ülkeleri, İsrail’le normalleşme yolunu seçerek Siyonist sömürgeciliğin ve soykırımın suç ortaklığını üstlenebiliyor.
İslam toplumlarında Müslüman aklın yerelleşmesi, taşralılaşarak evrensel ufkunu kaybetmesi sebebiyle, İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, varoluşsal/ilkesel/temel/tevhidi/İslami bütünlüğü temsil edemiyor, bu nedenle de entelektüel bir sefalet sergiliyor. Siyonist sömürgeciliğin suç ortaklarıyla hesaplaşmayı gündemine alamıyor. Evrenselci bir bilinç ve ufuktan, yerli-milli kabileciliklere taşınan Müslüman halklar/topluluklar/cemaatler, bu tercihleriyle dünyanın seküler kavramlar ve kurumlar tarafından fethi’ni kolaylaştırıyor. Bugün, ne yazık ki, aziz İslam’ın Müslümanlar aracılığıyla yoksullaştırıldıkları, kültürsüzleştirildikleri, taşralılaştırıldıkları tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Hamaset edebiyatı bu büyük ve derin yoksulluğu örtbas etmeye yetmiyor.
Günümüzde, içerisinde yaşadığımız toplumda, niteliksizliğin, içerisiksizliğin, samimiyetsizliğin ve sorumsuzluğun saltanatını, hamaset edebiyatı/retoriği temsil ediyor. Müslüman kitleler, resmi yalanlara hamaset diliyle ikna ediliyor. Hangi toplumda olursa olsun, hamasetin saltanatı imkânsız bir geleceğe işaret eder. Hiçbir zaman bir bilinç gerilimi yaşamayan toplumlar, hamaset edebiyatı ile avunur ve avutulurlar. Gelenek fanatizminin, gelenekçi fanatizminin İslam toplumlarında zihinsel küflenmeye, kısırlığa ve bunaklığa yol açtığını görmek/anlamak gerekir. Sözünü ettiğimiz küflenme ve fanatizm bugün, toplumlarımızda yeni olan her şeye karşı bağnazlığın terörünü sergiliyor. Bu küflenme ve bunaklık sebebiyle, gerçek anlamda İslami bir dünyayı, dünya görüşünü ve hayat tarzını tasavvur ve tahayyül edemiyoruz. Zihinsel varoluşun ufkuna, umutlarına, ideallerine, sorumluluklarına, kaygılarına, yükselişine hizmet etmeyen sözcükler, dil ve söylem; bugün, yalnızca politik popülizme hizmet ediyor. Zihinsel küflenme ve bunaklık, toplumlarımızda tekelci ve dışlayıcı uygulamaları sıradanlaştırıyor. Samimiyete yabancılaşan herkes kim olurlarsa olsunlar, kendilerini sahte bir hayata, sahte bir dünyaya hapsediyor. Samimiyetsizlik bütün kişilikleri kirletiyor ve zehirliyor. Tekelci ve dışlayıcı her uygulama, aklı/bilgi’yi ve bilgeliği marjinalleştiriyor, fanatizmi çoğaltıyor, toplumsallaştırıyor.
Aziz İslamın, insanlık-dünya tarihinde belirleyici-tayin edici rol aldığı dönemlerde, İslam medeniyetinin yükselişi-evrenselleşmesi, büyük ölçüde esnekliğe, düşünceye, bilime, felsefeye, eleştirel kültüre, farklı kültür ve medeniyetlerle entelektüel alışverişe açık bir çoğulculuğu temsil etmesiyle mümkün olmuştu. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, dijital köktencilik yoluyla sürdürülen, ideolojik/seküler/politik/kültürel haçlı seferleri karşısında, İslam toplumlarının/kültürlerinin hiçbir şekilde, gelenekçi fanatizmlerle, zihinsel küflenmeyle tutunmaları mümkün olamaz. İslamın yerli-milli bir retorik ve politik ihtiraslarla sınırlı yorumlara mahkûm edilmesi, İslamın evrensel geçerliliği iddialarına/inancına gölge düşürüyor. İslam toplumları-kültürleri, mevcut olanın, statükonun sınırlarını aşmaya cesaret edemedikleri için, mevcut olanın sınırları dışında kalan ufukları/umutları/imkanları göremiyor, görmek istemiyor. (islamianaliz)