Romantik Yalanlar, Ütopik Beklentiler
"Bugün, Müslüman ülkeler-halklar, Filistin direnişine, Filistin-Gazze direniş şehitlerine, ancak onların gıyabi cenaze namazlarına katılmak suretiyle yardımcı olabiliyor. Müslüman halklar, toplumlar, kültürler, sorgulayan düşünce, sorgulayan bilince yabancı oldukları için, kendilerine dayatılan, düşünsel/kültürel/siyasal gerçeklikler dışında, bağımsız İslami bir gerçekliğin nasıl bir şey olduğunu, olabileceğini bilmiyor."
Modern-seküler dünya; Müslüman halkları, normal, yasal süreçlerden, ahlaki/insani/kültürel/siyasal süreçlerden dışlanması gereken; varlıkları, sadece biyolojik varlıklar, sayısal/istatistiki varlıklar olarak tanınan, her tür cezalandırılmayı hak eden halklar olarak görüyor. Bu zihniyet, insanlara, insani niteliklerine uygun olarak değil, cansız nesneler/araçlar muamelesi yapabiliyor. İnsanlık bugün, varoluşsal anlamlılığın, niteliksel anlamlılığın hiç bir şekilde yaşatılamadığı, temsil ve tecrübe edilemediği bir dünyada yaşıyor. Bugünün dünyasında evrensel insani aidiyetin yerini, ırkçı/ideolojik aidiyetler almış bulunuyor. Irkçı-ideolojik aidiyetler bilinçdışı önyargılarla, ırksal hiyerarşiler oluşturuyor, her tür bilgi ve bilme biçimini açıkça çarptırıyor, çarptırabiliyor, doğru’yu-gerçeği bilme biçimlerini bağnazca reddediyor. Her ırkçı önyargı, farklı’yı, öteki’yi yeterince bilmekten, tanımaktan alıkoyuyor.
Modern-seküler zamanlarda ırkçı-sömürgeci zihniyet ve iradeden, hiç bir şekilde insani-vicdani bir tavır çıkmadı. Nagazaki’de 200 bin kişinin toplu katliama tabi tutulmasından sonra ABD başkanı Truman, “bir insan, bir hayvanla uğraşmak zorunda kalınca, ona hayvan gibi davranmalıdır” demişti. Kanlı bir intikam peşinde koşan Batı dünyası, büyük bir cinnet hali içerisinde, Siyonist apartheid rejimi tarafından 75 yıldır bir esir kampına kapatılan Filistin halkı hakkında aynı şeyleri düşünüyor. Bu noktada modern-seküler dünyanın ahlaki sefaleti bütün boyutlarıyla birlikte görülebiliyor. Günümüzde, her toplumda, İslam toplumlarında da, siyasal temsil yapılarında yaşanan yozlaşma ve çürüme, siyasette kişiselleşmenin öne çıkışı, benmerkezci, megaloman, otoriter politik liderlikler toplumsal histeriyi derinleştiriyor. İslam toplumları, Türkiye örneğinde görülebileceği üzere, ne yazık ki, romantik nostaljiden ibaret bir varoluş durumunu iftiharla içselleştirebiliyor. Soykırım devleti İsrail karşısında yaşanan çok derin ve çok utanç verici teslimiyetçilikle, ütopik “Türkiye Yüzyılı” söylemi arasındaki dipsiz uçurumu hiç kimse görmüyor, anlamıyor. Filistin’de, 75 yıldır Siyonist devlet terörü tarafından sistematik bir biçimde sürdürülegelen, keyfi sömürgecilik keyfi soykırım, keyfi apartheid, keyfi mülksüzleştirme vb. karşısında, İslam ülkelerinin, terör devleti İsrail’le normalleşme yolunu seçmeleri, bu ülkelerin, varolmanın en onurlu biçiminden feragat ederek, varolmanın en onursuz biçimi olan politik teslimiyetçiliği/edilgenliği/iradesizliği seçmeleri, terör devleti İsrail’in işlediği bütün insanlık suçlarında, onlarla, çok açık bir suç ortaklığı içerisinde bulunduklarını, Siyonist sömürgeciliğin bütün kötülüklerini meşrulaştırdıklarını gösterir.
İslam dünyasına ve İslam dünyasının bütün kutsallarına açıkça meydan okuyan, bütün bu ülkeleri ve onların bütün kutsallarını açıkça istiskal eden İsrail karşısında, bu terör ülkesiyle normalleşme yolunu seçen İslam ülkeleri, Nizar Kabbani’nin deyişiyle “Biz ruhsuz hesap insanları, toplama, çıkarma insanlarıyız” tavrını alçalarak temsil ediyor. Bugün, Müslüman ülkeler-halklar, Filistin direnişine, Filistin-Gazze direniş şehitlerine, ancak onların gıyabi cenaze namazlarına katılmak suretiyle yardımcı olabiliyor. Müslüman halklar, toplumlar, kültürler, sorgulayan düşünce, sorgulayan bilince yabancı oldukları için, kendilerine dayatılan, düşünsel/kültürel/siyasal gerçeklikler dışında, bağımsız İslami bir gerçekliğin nasıl bir şey olduğunu, olabileceğini bilmiyor. Epistemolojik bir emperyalizme maruz kalan İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, içselleştirdiği bu emperyalizmi fark etmediği için, İslami anlamda epistemik bir özgürleşme mücadelesine ihtiyaç duymuyor. Epistemolojik emperyalizme maruz kalan bir toplumun, İslami anlamda bağımsız bir kültür-medeniyet ve siyaset tasavvur edemeyeceği, her nasılsa entelektüel bir gündem konusu olmuyor, Allah’ın (c.c.) ve İslam’ın gerçek anlamda farkında ve bilincinde olmak, Allah’ın (c.c.) ve İslam’ın bütüncül iradesini bir dünya görüşü ve hayat tarzı şeklinde yeryüzünde somutlaştırmakla mümkün olabilir. Konformist kültür ve konformist din algısı, üretken ve etkin İslami aklı kötürümleştirdiği, bayağılaştırdığı için, geçmişle, tarihle, geleneklerle, yerlilik ve milliliklerle özdeşleştirilen ruhsuz/bilinçsiz/maneviyatsız bir dindarlığın, muhafazakârlığın İslam olduğu sanılıyor. Parçalanmış bir dünya görüşü algısı, parçalanmış bir paradigma sistemi algısı, yerli-milli bir değer sistemi ile, evrensel anlamda İslami bilgi/paradigma ve dünya görüşü üretilemez. Bunun içindir ki, bugün, İslam ülkeleri, kendi inançları, dünya görüşleri doğrultusunda kendi gerçekliklerini tanımlayamıyor, İslami bir bütünlük inşa edemiyor, sorumsuz ve bencil parçalanmalarla hesaplaşmıyor, kendi gerçeklikleri etrafında bir dayanışma ve irade oluşturamıyor. Müslüman halklar olarak, İslami varoluşun özünü/ruhunu kaybettiğimiz için, İslami dünya görüşünün, din/bilim ve siyasetin, bilgi ve değer sisteminin, fizik ve metafiziğin bütünlüğünü temsil ettiğinin bilincinde değiliz. Günümüz İslam toplumlarında bugün hâkim olan hamaset kültürü, yerli-milli söylemi, ezan bayrak söylemi ve şanlı tarih söylemi, evrensel İslami bilinci/düşünceyi/kültürü/dayanışmayı çok ciddi bir biçimde aşındırıyor, marjinalleştiriyor.
İslam dünyası ülkeleri, halkları, kültürleri Siyonist ırkçı tiranlık-barbarlık karşısında sergilenen büyük ve derin hiçliğin nereden kaynaklandığını konuşamıyor, konuşmak, tartışmak istemiyor. Zihinsel-akli kötürümleşme sebebiyle, “şanlı tarih” söylemiyle, utanç verici siyasal hiçlik arasındaki uçurum teşhis edilemiyor. Emperyalist Batılı-Haçlı-Siyonist liderler, Siyonist-ırkçı vahşetin/barbarlığın Gazze’ye yönelik topyekûn kuşatma ve kitlesel cezalandırma-imha savaşı sırasında, modern tarih boyunca kullanageldikleri sömürgeci-propoganda maskeleri olan “insan hakları”, “demokrasi”, “özgürlük”, “uluslararası insani hukuk vb. gibi bütün maskeleri çıkararak, gerçek yüzlerini, ırkçı yüzlerini gösterdiler. İslam ülkeleri liderleri ise, İslami bir dayanışma/tavır/duruş/irade/yaptırım ortaya koymak yerine, her gün, kendi çıkarlarına uygun yeni maskeler, pragmatik maskeler kullanmak suretiyle gerçek yüzlerini göstermekten ısrarla imtina ediyor. İslam dünyası ülkelerinde iktidar/saltanat sahipleri akılsız ve düşüncesiz umutlarla Müslüman halkların umutlarını yirminci yüzyıl boyunca istismar etmişler, bütün bir yüzyılı israf etmişlerdi, şimdi de, yirmibirinci yüzyılı israf ediyorlar.
İslam dünyası ülkelerinde, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, bu ülkelerde Müslüman halklara söylenegelen romantik yalanlara ve ütopik beklentilere inanageldikleri için, acımasız bir konformizm eleştirisi yapmıyor, böyle bir eleştiriye ihtiyaç duymuyor, her biri, büyük bir utançla sonuçlanan romantik yalanları teşhis ve teşhir edemiyor. Konformist kültür ve konformist din algısını “şanlı tarih” retoriğiyle içselleştiren toplumlar, kültürler, edebiyatlar, varoluşsal meseleler, yoksunluklar, teslimiyetçilikler, edilgenlikler, ızdıraplar, acılar, yenilgiler hakkında ancak madun bilincinin, mağlup bilincinin sınırları içerisinde kalarak konuşabiliyor. Yıkıcı teknolojilerin, kitlelerin, özellikle de genç kitlelerin zihin dünyalarını ve tercihlerini nasıl biçimlendirdiklerini, eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutabilecek nitelikli kadrolara ne yazık ki sahip bulunmuyoruz. Sözünü ettiğimiz yıkıcı teknolojiler bugün, otoriter rejimleri daha güçlü kılıyor, kılabiliyor. İslami dikkatimizi olanlar üzerinde yoğunlaştırdığımız için, olması gerekene yönelik bir çerçeve/öneri/içerik üzerinde çalışmıyoruz. İslami bütünü ve bütünlüğü, gereği gibi temsil/tecrübe edemeyişimiz; insani/ahlaki yanımızın, düşünsel/entelektüel yanımızın parçalanması ve işlevsiz hale gelmesiyle ilgilidir. Bu konuda yeni anlam ve yorum çerçeveleri oluşturabilmek için, aziz İslam’ı zaman ve mekân’la sınırlandırmaktan vazgeçmeliyiz. İlahi bilgelik, dünyaya ve ahirete ilişkin sorumluluklarımızı bir bütünlük içerisinde temsil ettiğimizde gerçeğe dönüşür.
İslam dünyası toplumlarında, konformist kültür ve konformist din algısı, sömürgeleştirilen bilincin özgürleşme yollarını ve yöntemlerini birer birer kapatıyor. Siyasal iktidarlar, konformist tarih yaklaşımına dokunulmazlık kazandırdıkları için, İslami düşünce/kültür/edebiyat hayatı eleştirel bir tarih yaklaşımı oluşturamıyor, özgün/bağımsız bir içeriği olan İslami bir epistemoloji kurmak için hiç bir şey yapamıyor. Akılsız ve düşüncesiz bağlılıkların-sadakatlerin tebcil edildiği toplumlarda, yerli-milli referanslardan, putperestliklerden, kapsamlı bir dünya görüşü vizyonu çıkmıyor. Ulus-devlet iktidarları İslam’ı acımasız bir biçimde araçsallaştırdıkları için, buradan İslami dayanışma çıkmıyor. Akılsız ve düşüncesiz sadakatlerin belirleyici olduğu ulus-devletlerde özgürlük fikri gelişmiyor. İslam toplumlarında yaşanan epistemik bağımlılık sebebiyle, İslami akıl ve irade arasında, vahiy ve akıl arasında da çatışma ve gerilimler yaşanıyor. Bu nedenle de Müslüman aydınlar entelektüel haçlı seferleri karşısında, zihinsel şeyleşmeyi aşamıyor.
Bugünün barbar gerçekliği, şeytani gerçeklik ve kötülük karşısında; yerli-milli bencillikler, mezhep bencillikleri karşısında; İslami bütünü ve bütünlüğü temsil ahlakını, bilincini, iradesini kaybeden Müslüman politik kadrolar, iktidar kadroları, “ruhsuz hesap insanları, toplama çıkarma insanları” olarak iktidarlarını ve saltanatlarını sürdürme mücadelesi veriyor. Bu mücadele, bütün anlamları, bütün ilkeleri ve idealleri kirletiyor, İslam’ın kalbini ve ufkunu karartıyor. Sistematik düşünce ve tefekkür alanı, propoganda sloganları/etiketleri, romantik yalanlar, duygusal manipülasyonlar tarafından boşaltılınca, bu boş alan sömürgeci düşünce tarafından kolaylıkla işgal edilebiliyor. Sistematik düşünce/tefekkür alanı, duygusal manipülasyonlar ve romantik yalanlar aracılığıyla boşaltılınca, her toplumda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, derin bir kültürsüzlük, derin bir görgüsüzlük, derin bir lumpenlik toplumsallaşıyor, fırsatçılık, muhafazakâr bir hayat tarzına dönüşüyor. Bu tür toplumlarda suç kartelleri kol geziyor, siyasal ve ekonomik yolsuzluklar normalleşiyor, ebeveyn otoritesi, hukukun otoritesi sarsılıyor. İdeolojik ve ırkçı mutlakçılıklar, yeni kabilecilikler oluşturuyor. Romantik klişelerle sürdürülen politik hareketler, ilgili toplumlarda derin düşünme, çok boyutlu düşünme yeteneğini bütünüyle yok ediyor. Derin düşünme, çok boyutlu düşünme yeteneğini kaybeden toplumlarda bir kesim seküler otoriter tek adamı putlaştırırken, bir diğer kesim de, muhafazakâr otoriter tek adamı putlaştırıyor. Derin ve çok boyutlu düşünme yeteneğini kaybeden toplumları, seküler ve muhafazakâr putperestlikler arasındaki rekabet/çatışma belirliyor.
Eleştirel analiz ve yüzleşmelerin yapılmadığı toplumlarda, hiç kimse, hiç bir şekilde bilinç alanına, muhalefet alanına çıkamıyor. Bilinç ve bilgelik yoksulluğu, bütün popülizmleri maalesef çok güçlü kılabiliyor. Popülizmler ve hamaset büyük ve derin bir yanılsamanın peşinde sürüklenmekten ibarettir. Popülizm ve hamaset, kitleleri varoluşsal endişelere/ilgilere yabancılaştırdığı gibi, ahlaki/ilkesel varoluşu da imkânsız kılıyor, ahlaki/ilkesel değer taşımayan hayatları ve ilişkileri sıradanlaştırıyor. İslam toplumlarında, ölümcül bir biçimde vulgarize edilen bir dindarlık, fırsatçı bir muhafazakârlık icat edilmemiş olsaydı, bugün taşralı-lumpen-popülist-oportünist otoriter politik kadrolar hiç bir şekilde iktidar/saltanat sahibi olamayacaklardı. Vulgarize edilen dindarlık sebebiyle Müslüman halklar, korkunç/olağanüstü yanılsamaları, gerçekmiş gibi algılıyor, yaşıyor. Popülizmler ve romantik yalanlar, kitlesel aidiyet biçimleri oluşturdukları için, bireyleri kişiliksizleştiriyor. Popülizmler, şeyleştirici, indirgeyici, ötekileştirici etiketler üretiyor. Popülizmler ve hamaset, toplumların sağlıklı/ölçülü/dengeli ve tutarlı düşünme/akletme yeteneklerini dumura uğratıyor. Popülizm ve hamaset kültürüne maruz kalan toplumlar/halklar, varoluşsal-tarihsel-yapısal-yoğun ve zor meseleler etrafında hiç bir şekilde konuşmuyor. Bu nedenledir ki, bu toplumlarda, dönüştürücü düşünce hayatiyet kazanamıyor, dönüştürücü etkinlikler ve eserler üretilemiyor. Bu tür toplumlarda, aydınlar resmi ilgi ve himayeye mazhar olabilmek için, ahlaki ve entelektüel tükenişi, savrulmayı göze alabiliyor. Bu yüzden, bu toplumlarda, bağımsız/özgün/derinlikli, kuşatıcı/eleştirel, düşünce fırtınaları estiren entelektüel kadrolar yetişmiyor. Toplumlarımızda, kitlelerin duygularını manipüle eden, romantik propoganda sloganları fırtınaları estiriliyor. Varoluşsal-temel-tarihsel bir özeleştiri yapamayan İslam toplumları, Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere, eski hurda klişeleri, eski sorun ve yaklaşımları tekrar etmeye devam ediyor, gerçek sorunlar gündeme getiremiyor. Çıkarcı-partizan muhafazakârlık, romantik yalanlar ve ütopik beklentilerle büyülendiği için, adaletin para ile alınıp satılabildiği bir ülkede, hiç bir şeyin iyi-meşru yönde ilerleyemeyeceğini görmüyor. Çıkarcı-partizan muhafazakârlık, içerisinde yaşadığımız kültürel yoksulluğu görmüyor, kültür açlığı çekmiyor. Sınırsız İslami ufkun, bilincin, dayanışmanın; taşralı/köylü/milliyetçi/mezhepçi bir ufuksuzluğa/bağnazlığa hapsedilmesi, aziz İslam’ı yerel bir gerçekliğe/etkisizliğe sürüklüyor.
İçerisinde yaşadığımız dönemin emperyalist dünyası, İslam, İslami hareketler, direniş hareketleri karşısında çok açık bir cinnet hali sergiliyor. Modernleşmenin, laikleşmenin, bilim, teknoloji ve siyasetin; ahlaktan bağımsız bir zeminde hayata geçirilmesi, ahlaksız ve çok karanlık bir dünya tablosu oluşturuyor. Bilim-teknoloji ve ahlak arasında, siyaset ve ahlak arasında gerçek bir uyum sağlanmadıkça, dünyada hiç bir zaman iyi bir şey olmayacağını söylemek kehanet sayılmamalıdır. Bugün, insanlık, her alanda yabanileşen/barbarlaşan bir dünyada yaşıyor. Modern-bilimsel-teknolojik dünya, sadece tabiatı yağmalamakla kalmadı, bütün temel/varoluşsal insanlık değerlerini de yağmaladı. Modern-bilimsel-teknolojik dünya görüşü maddi çıkarlara ve ihtiraslara tapınan bir dünya görüşü olduğu için, bu dünya görüşü, ahlaki yorum ve ahlaki bilincin yerine, ideolojik ve ırkçı yorum ve bilinci koydu. İdeolojik ve ırkçı yorum, ideolojik ve ırkçı bilinç, varoluşu anlamlı kılan her şeyi değersizleştirerek, yıkama uğrattı. İdeolojik yorum ve ideolojik bilincin küresel etkisi, İslam’ı, İslami dünya görüşünü ve hayat tarzını, ontolojik ve epistemolojik anlamda büyük ölçüde itibarsızlaştırdı. Entelektüel-bilimsel emperyalizm bugün, maalesef, bu itibarsızlaştırmayı derinleştiriyor. Bu emperyalizmler sebebiyle, İslam toplumları, Türkiye de, kendilerine özgü, kendi dünya görüşleri doğrultusunda, hangi alanda olursa olsun, özgün ve bağımsız yapılar/çerçeveler/inşalar gerçekleştiremediler. Toplumlarımızda, sosyal hayatın, kültürel hayatın, seküler yönde değişimi de, muhafazakâr-dindar yönde değişimi de, hiç bir zaman ve hiç bir şekilde, yüzeysel-niceliksel değişimin sınırlarını aşamamıştır. Bugünün karanlık dünyasında, modern-seküler toplumlarda da, İslam toplumlarında da, insani bir uygarlığı hatırlatabilecek şeyler yaşanmıyor. Modern dünya görüşü, özellikle siyasal anlamda, ahlaki-vicdani varoluşu imkânsız kılıyor. Ahlaki-vicdani varoluşu imkânsız kılan politik zihniyet ve yaklaşım, sadece modern-seküler dünyada değil, bugün, İslam toplumlarında da, Filistin halkını ve direnişini siyasal yalnızlığa mahkûm etmek suretiyle uygulama alanı bulabiliyor.
Modern tiranlık, Filistin-Gazze direnişi ile ilgili olarak nihai bir keyfilik, barbarlık ve küstahlık sergilerken, bütün İslam toplumlarına da meydan okumaya devam edebiliyor. Sorumsuz ütopyacılıklarla malûl olan İslam toplumları-ülkeleri de karşı karşıya bulundukları küresel tiranlıkla ilgili olarak, kapsamlı/yapısal eleştirel bir yüzleşme gerçekleştirmek yerine, yerli-milli çıkar dayanışmalarına yöneliyor, İslami dayanışma iradesini ne yazık ki gerçekleştiremiyor.
İçerisinde yaşadığımız dönemde, kibirli kültürsüzlüğün ve lumpenliğin belirleyici olduğu İslam dünyası ülkelerinde, kirli saygınlıkları putlaştırılan politik kadroların ve iktidarların, özellikle Filistin halkına yönelik Siyonist devlet terörü ve soykırım karşısında, oportünizmden başka ilkesel hiç bir seçenekleri olmadığını büyük bir utançla belirtmek gerekiyor. İslam dünyası toplumlarında, siyasal iktidarlar, İslami cemaatler, düşünce ve kültür hareketleri bugün ne yazık ki, varoluşsal açmazlar içerisinde bulunuyor, ancak, bu varoluşsal açmazlarla yüzleşmiyor. Modern masallarla, Batılı toplumların, Batılı olmayan toplumlara, İslam toplumlarına yönelik olarak 500 yıldan bu yana sürdürdüğü sömürgeci güç politikaları karşısında, özellikle, İslami düşünce hayatının, entelektüel hayatının, bütün yerel sınırları, yerleşik sınırları, yerleşik algıları aşarak küresel bir karşı kültür, anti-emperyalist bir direniş kültürü oluşturması gerekiyor. Yerli-milli bir retorikle-söylemle bu tür bir kültür oluşturulamayacağını bilmek gerekir. Küresel bir karşı kültür, anti-emperyalist bir kültür, radikal bir değişim bilincini zorunlu kılar. Radikal değişim bilinci, kabileci-etnik-mezhepçi farkındalıkları aşarak, genel bir farkındalığa ulaşmamızı gerektirir.
Yirminci Yüzyılda bütün Ortadoğu ülkeleri ve Filistin, modernliğin ırkçı narsisizmine ve ırkçı dehşetine maruz kaldı. Bu narsisizm ve dehşet bugün de bütün sınırsızlığıyla sürdürülüyor, sürdürülebiliyor. Modernliğin narsisizmi, ahlaki ve vicdani varoluşları sevmiyor, merhametin nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. İdeolojik ve ırkçı dil, modernliğin dehşetini haklı çıkaran bir propoganda söylemi oluşturabiliyor. Modern-seküler-teknolojik kültür, insanlığın insanlığını azaltıyor, eksiltiyor. İslam ülkeleri, insanlığın insanlığını azaltan ve dehşet üreten modern-seküler-teknolojik irade karşısında, sadece, faydacı-teslimiyetçi-çıkarcı uzlaşımlar gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu utanç verici uzlaşımlar sebebiyle modern masallar yoluyla, zamanı sömürgeleştirerek, bilgi/içerik/anlam/yorum üretimini/dağıtımını biçimlendiren, kontrol eden, tahakküm üreten, barbar küresel düzen karşısında, İslami bütünlük, İslami ilke, İslami bilgi-değerler ve dünya görüşü onurlu bir biçimde savunulamıyor. (iktibasdergisi, 30 Aralık 2023)