Çıkar Bencillikleri ve Romantik Rüyalar
İçerisinde yaşadığımız dönemde, bütün dünyada, bütün toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda da somut olarak görülebileceği üzere, ne yazık ki bütün İslam toplumlarında ahlaki meşruiyetin yerini pragmatik meşruiyet almış bulunuyor. Bu durum, İslam’ın içinin tamamen boşaltılmış olduğunu gösterir. Bu durum, toplumlarımızda; yaşanmayan, tatbik edilmeyen dindarlıkların, soyut dindarlıkların belirleyici olduğuna işaret eder. Bugün, pragmatik meşruiyet yoluyla bütün kirli işler, kirli-karanlık ilişkiler, konumlar, tercihler, ittifaklar, haksız ve adaletsiz çıkarlar, uzlaşılar normalleştirilebiliyor, sıradanlaştırabiliyor. Pragmatik meşruiyetin sıradanlaşması, normalleşmesi, bütün toplumsal anlamların, işlevlerin, ilişkilerin, altüst olmasına, kökten bozulmasına neden oluyor. Pragmatik meşruiyet normalleşmesi; iyiliklere, adalet ve hakkaniyete geçit vermiyor. Pragmatik meşruiyet normalleşmesi, maskeli varoluşları, maskeli hayatları, maskeli aidiyetleri, maskeli kimlik ve kişilikleri de normalleştiriyor. Pragmatik meşruiyet, ahlaki ve kültürel çöküş pahasına sürdürülüyor. Pragmatik meşruiyet hakim olduğu toplumlarda riyakârlığın, yalanın, iki yüzlülüğün saltanatı-tiranlığı; asaletin/onurun, hakikatin bütünüyle değer kaybına uğratıldığını gösteriyor. Pragmatik muhafazakarlık, bizim için her şey mübah dindarlığıyla, otoriter/popülist/hamaset siyasetini de bir geleneğe dönüştürüyor, kurumsallaştırıyor. Otoriter/popülist/hamaset siyasetleri, toplumun-kitlelerin romantik rüyalar aleminde yaşamasına neden olduğu için Müslüman kitleler, İslam’ın yüzyıllardır neden/nasıl/niçin somut alandan, kamusal alandan, Siyasal alandan çekilerek, soyut alana kapandığını, kapatıldığını hiçbir şekilde merak etmiyor.
Bugün, toplumlarımızda, kendilerini İslam’a nispet eden cemaatler, partiler, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, popülist bir kültürden, hamaset kültüründen, konformist kültürden, hiçbir zaman, hiçbir zeminde radikal-eleştirel-etkili dönüştürücü siyasal özneler çıkmadığını, çıkmayacağını bir tartışma konusu yapamıyor, bu konuda kökten bir farkındalık oluşturamıyor, bu konu etrafında tarihsel bir tanıklık bilinci geliştiremiyor. Müslüman halklar, hamasetle, duygusal yoğunluklarla yönlendirildikleri ve romantik rüyalar ikliminde yaşadıkları için, 7 Ekim Filistin- İsrail Savaşı, bu savaşta Gazze halkının maruz kaldığı eşi ve benzeri görülmemiş soykırım, sürgün, yıkım vb. karşısında, öteden beri Filistin-Kudüs sorununu politik çıkar ve seçim malzemesi haline getiren politik kadroların, bugün İsrail karşısında sergiledikleri utanç verici siyasal felç ve siyasal hiçliğin nedenlerini hiçbir şekilde sorgulamıyor, sorgulayamıyor. Aynı şekilde, bütün iç ve dış politika tercihlerini pragmatik meşruiyet temelinde şekillendirerek ilkesizliği seçen Türkiye de, 7 Ekim Hamas-İsrail Savaşı sırasında İsrail’le sürdürdüğü ekonomik ilişkilerle ilgili herhangi bir şekilde bir mahcubiyet duymuyor. Bugün, yalnızca, Hamas Hizbullah ve Ensarullah, batı dünyasının ırkçı-sömürgeci-ideolojik bütün maskelerini birer birer yırtıp atma cesaret ve dirayetini gösteriyor. Hamas-Hizbullah ve Ensarullah direniş hareketleri, yeni bir direniş çağının mümkün olduğunu kanıtlayan bir mücadeleyi sürdürüyor.
Toplumlarımız, halklarımız, ahlaki meşruiyetee yabancılaşan bir zihniyetin, siyasetin, İslami bütün anlam sistemine yabancılaştığını görmüyor, hissetmiyor. Romantik rüya aleminde yaşayan kitlelerin, fiziksel varlıklarının, propaganda nesnesi olmak dışında hiçbir değer taşımadığını görmek gerekiyor. Aziz İslam evrensel bir din ve siyasal bir güç olarak tarihe girdi, insanlığın kalbini ve aklını ikna ederek/kazanarak tarihi dönüştürdü, yüzyıllarca tarihe hakim oldu. İslam’ın; Hristiyan/Yahudi/Budist/Hint mistisizmi ile bütünleşen, tasavvufi akımlar/tecrübeler yoluyla, somut alandan, kamusal alandan çekilerek soyut alana kapanmasıyla birlikte, İslam dünyası, Yahudi/Hristiyan/Yunan merkezli dünya görüşüne, bilgi ve değer sistemine, bu dünya görüşünün batı ideolojisi temelinde şekillendirilen evrenselliğine mahkum oldu. Batı ideolojisi temelinde şekillenen evrensellik sebebiyle, bütün bir yeryüzünden ve insanlıktan sorumlu olan İslami bilgi-bilgelik-bilinç, yerli-milli alanlara, resmi dindarlık biçimlerine kapatılarak işlev/vizyon/misyon kaybına uğratıldı. Yerli milli alanlara ve resmi dindarlık biçimlerine kapatılan Müslüman kitleler, yüzyıllardır, etnik üstünlükçülük, mezhepçi üstünlükçülük, batıni-mistik üstünlükçülük rekabetleri-çatışmaları, karşıtlıkları yoluyla, insanların Allah katında eşit oldukları ilkesini açıkça ayaklar altına alarak, İslam ümmeti davasına ihanet etmeye devam ediyor.
İslam dünyası halkları arasında yaşanan utanç verici etnik üstünlükçülük, mezhepçi üstünlükçülük, mistik üstünlükçülük çatışmaları/rekabetleri/karşıtlıkları ile ırkçı amaçlar uğruna, ideolojik ve ekonomik amaçlar uğruna meşrulaştırılan sömürgeci barbarlıklar arasında bir yakınlık olduğunu görmek gerekir. Sömürgeci barbarlıklar, bugünün dünyasında açıkça takip edilebileceği üzere, paramparça olan İslami bünyeyi, kolaylıkla etkisiz hale getirebiliyor. Çıkar bencillikleri, çıkar mücadeleleri, insani/İslami/ahlaki duyarlılıkları, hassasiyetleri ezip geçiyor. Ulus-devlet çıkarları, İslami dayanışmayı, bütünleşmeyi imkansız kıldığı için, bugün, kendilerini İslam’a nispet eden ulus-devletler, küresel yaklaşımlar, küresel otorite ve meşruiyet biçimleri, küresel ilişkiler ve kararlar üzerinde hiçbir bağlamda söz hakkına sahip değiller. Sadece bu yüz kızartıcı gerçeği fark etmek bile, Müslüman halkların, romantik rüyalardan gerçeğe uyanmalarına yardım edebilir. Etnikçilikle, mezhepçilikle, muhafazakar sağcılıkla malul bir İslam anlayışı/yaklaşımı/tecrübesiyle ne insanlığa, ne geleceğe, ne tarihe, İslami anlamda hiçbir katkıda bulunulamaz.
İslam’a ve İslam dünyasına ait her ne varsa bütün bunları araştırma nesnesi haline getiren seküler epistemolojik hükümranlık sebebiyle, günümüz İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, geleceğin, İslami anlamda nasıl tasavvur edilebileceğini bilmiyor. Bu nedenledir ki bugün, İslami ilgi, sorumluluk akademikleştiriliyor. Bu nedenledir ki taşralılık, gelenekçilik, görenekçilik ve örfün ölçüsüz yükselişi, İslam, İslamcılık ya da şeriatçılık olarak yorumlanabiliyor. Bugün, İslami ilgi bir yanda akademikleştirilirken, bir diğer yanda İslami ilgi propaganda etkinliklerine, propaganda gösterilerine indirgenebiliyor. İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, halen karşı karşıya bulunduğu, epistemolojik maduniyetle, mağlubiyetle, maluliyetle hesaplaşarak, bu maduniyetten özgürleşmedikçe, bağımsız bir bilgi sistemi kuramadıkça, İslami bir geleceği tasavvur ve tahayyül edemez. Seküler mantık temelinde, İslami tasarımlar gerçekleştirilemeyeceği bilmek-öğrenmek gerekir. İçerisinde bulunduğumuz dönemde popülizmlerin, hamaset dilinin, otoriter-sağ muhafazakârlığın, faşizan eğilimlerin-pratiklerin yükselişi, İslami entelektüel iklimi bütünüyle ve amansız bir biçimde çölleştiriyor. Toplumlarımız, yerli-milli etnisite siyasetlerinin dışına çıkamıyor. İslam toplumlarında, etnikçilikler, mezhepçilikler, ulus-devlet sınırları ve sınırlılıkları, medeniyet siyasetini imkansız kılıyor. Kürt sorunu gibi, Alevi sorunu gibi, göçmen sorunu gibi sorunlar ancak medeniyet siyaseti yoluyla kalıcı çözüme ulaştırılabilir. İslami bir gelecek tasavvuru üzerinde ancak bütün çıkar bencilliklerini aşan, yeni/farklı/başka bir dil-bilgi-kültür ve değer sistemi ile konuşulabilir. Yeni bir bilgi ve değer sistemi ancak ahlaki bir meşruiyet temeli üzerinde yükselebilir. Pragmatik meşruiyet temelinde, hiçbir İslami inşa gerçekleştirilemez, hiçbir İslami mücadele verilemez. Pragmatik meşruiyetin İslami anlamda reddedilebilmesi için radikal eleştirel bilince sahip entelektüel kadroların yetiştirilmesi, hayati önemi olan bir konudur. Bağımsız, entelektüel evrensel zihinlere-kadrolara sahip olmadığımız taktirde, küresel entelektüel-kültürel-siyasal gündeme dahil olamayız. Bağımsız entelektüel evrensel zihinlere-kadrolara sahip olamadığımız takdirde, hegemonik diller ve kültürler karşısında halen içerisinde bulunduğumuz edilgenlikleri aşmamız mümkün olamaz. Karşı karşıya bulunduğu ontolojik epistemolojik emperyalizmi ve bu emperyalizmin neden olduğu yapısal edilgenlikleri/yenilgileri/tahribatı fark edemeyen bir toplum ya da ülke, bağımsızlık iddiasında bulunamaz.
Popülist propaganda diline ve kültürüne hapsedilen İslam ülkeleri, dilde ve kültürde yaşanan yozlaşma ve yoksullaşma sebebiyle, akademik içeriğin ve kültürün evrensel dili İngilizce karşısında büyük bir çaresizlik sergiliyor. İslam toplumları-kültürleri, halen içselleştirdikleri İslami ve ahlaki olmayan çıkar bencilliklerini bağnazca sürdürdükleri takdirde, baskın hegemonik sömürgeci varoluş-düşünüş biçimini aşamazlar, bu varoluş biçimiyle hesaplaşamazlar. Popülist politik propaganda dili ve kültürü İslam toplumlarında bugün maalesef kolektif ortak bir bilinçsizlik oluşturuyor. Ortak bilinçsizlik bütün niteliklere ve bilgeliklere meydan okuyor. Ortak bilinçsizlik durumu, toplumlarımızın normal durumlarını kaybetmelerine neden oluyor. Normal durumlarını kaybeden toplumlarımızın çok derin sosyo-psikolojik analizlere-çözümlemelere ihtiyacı olduğunu kaydetmek gerekir. Normal durumlarını kaybeden toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda da açıkça müşahede edilebileceği üzere, narsist ve nevrotik figürler çoğalıyor. Normal durumunu kaybederek, her alanda derin bir çürüme ve yozlaşma yaşayan toplumlarda yeni bir başlangıç, yeni bir değer, anlam, bilgelik sistemi, yeni bir sorgulama süreci oluşturmak hayati önem arz eden bir konudur. Normal durumunu kaybeden toplumun, çöküşün hayatın her alanına sirayet ettiği toplumun, sağlığını yeniden kazanabilmesi, radikal değişim ve dönüşüm için risk alabilme yeteneği ve iradesiyle yakından ilgilidir. Bağımsız İslami ontoloji ve epistemolojiye sahip olmadıkça, hiçbir alanda, siyasal alanda da aktif-etkili-dönüştürücü bir varoluşa sahip olamayacağımızı fark etmemiz gerekir. İslami bilinç ve sorumluluk, küresel bir farkındalığı sahip olmayı zorunlu kılar. İslami bilinci evrensellik seviyesine yükseltmediğimiz takdirde, İslam, her durumda taşralılıklara, kabileciliklere, faşizmlere maruz kalır. Pragmatik meşruiyet yaklaşımının sıradanlaşması, İslami ilke ve ideallerimizle bütünleşmemizi ve bu ilkeler doğrultusunda eylemde bulunma irademizi yok eder.
Romantik rüyalarından uyanamadıkları için Müslüman halklar, bir değişim arzu ve iradesini, yeni bir başlangıç arzusunu ortaya koyamıyor. Hangi toplumda olursa olsun ortak ilkelerin ideallerin ve iyiliklerin gerçekleşebilmesi için rekabet/çatışma/karşıtlık içerisinde olan toplumun/halkın/çatışan unsurların kendi çıkarcı bencilliklerinden, ideolojik bencilliklerinden feragat etmeleri gerekir. İdeolojik bencilliklerin ve hegemonik politik ihtirasların, insani yıkımı derinleştirdiğini, hepimizi bir araya getiren, getirme gücüne sahip olan bilgeliklerin çöküşünü hızlandırdığını görmek gerekir. Otoriter politik popülist dilin, kültürsüzlüğün, taşralılıkla malul zihin dünyası, bugün İslami bilgeliğin son kalıntılarını da etkisiz hale getiriyor. Toplumlarımızda yaşanan ahlaki ve entelektüel çöküş nedeniyle, bu hazin tablo karşısında, toplumsal dokunun dağılması karşısında, düşünce ve kültür hayatımız ne yazık ki kamusal müdahalede bulunma gücüne/birikimine ve cesaretine sahip değil. Ahlaki ve entelektüel çöküş karşısında sessizliğe gömülmenin hiçbir geçerli mazereti olamaz. Kimlik gerilimleri, rekabetleri, çatışmaları ancak bir medeniyet siyasetini hayata geçirmek suretiyle engellenebilir. Tarihin uyanışı, romantik rüyalardan uyanarak gerçeğe nüfuz etmekle mümkün olabilir. Ahlaki yıkım, kültürel entelektüel yıkım pahasına sürdürülen popülist propaganda diliyle kazanılan politik başarıların pragmatik bir meşruiyeti olabilir ancak ahlaki meşruiyeti olamaz.
Pragmatik meşruiyeti normalleştirmeye, resmileştirmeye, kurumsallaştırmaya çalışmak, yapısal iki yüzlülüğü, ilkesizliği normalleştirmeye çalışmak demektir. Ahlaki, düşünsel, kültürel, entelektüel bir iflasla karşı karşıya bulunan toplumlarda, İslam politik bir çıkar ve istismar aracı haline getirilebiliyor. Ahlaki, kültürel, entelektüel nitelikleriyle, evrensel İslami ufka sahip kadroların temayüz ettiği, eleştirel içerik üretebilen bir toplumda hiçbir popülizm, hiçbir taşralılık ve sağcılık İslam’ı araçsallaştırmaya cesaret edemez. Araçsallaştırılabilen, istismar edilebilen bir “din” ruhunu, gerçek işlevini, ruhunun asalet ve haysiyetini kaybetmiş demektir.
Günümüzde araçsallaştırılan bir din algısı yoluyla, toplumlarımızda, maalesef hayati gerçekleri, varoluşsal nitelikleri, derinlikli fikirleri gölgede bırakan yanlış bir gerçeklik oluşturuluyor, oluşturulabiliyor. Bu yanlış gerçeklik, politik-dini popülizmler, gerçek olmayan, sansasyonel kurgu-kirli bilgilerle tahkim ediliyor. Bu yanlış gerçeklik gerçek-hayati-varoluşsal sorunları, zor soruları, duygusal cevaplarla geçiştiriyor, kitleleri popülist önceliklere dahil ediyor. Sol-seküler popülizmler de sağ-muhafazakar popülizmler de hiçbir zaman yapısal sorunlarla yüzleşmeye cesaret edemiyor. Zihinsel-entelektüel-siyasal bağımsızlıklarını tamamlayamayan İslam dünyası ülkelerinde, halkın seküler kesimi, modern-seküler-sömürgeci dünya sisteminin mantığıyla-ilkeleriyle düşünüyor ve yaşıyor ve bu yolda köleleştiriliyor. Halkın muhafazakar-dindar kesimi ise, din’i veya politik popülizm ve hamaset kültürü tarafından taşralılaştırılarak köleleştiriliyor. Burada sözünü ettiğimiz muhafazakar dindarlığın, İslam’ın kendisi ile duygusal bir ilişki dışında hiçbir ilişkisi olmadığını belirtmek gerekiyor. Modern-seküler-sömürgeci sistemin mantığıyla düşünen, yaşayan kesimler de, dini veya politik popülizmler ve hamaset söylemiyle düşünen, yaşayan kesimler de hiçbir zaman, bağımsız bir zeminde kendilerini gerçekleştiremiyor. Bugün, otoriter-muhafazakar-dindar popülizmlerle yönetilen İslam toplumlarında, tahakküm üreten iktidarların/tiranlıkların keyfi iradeleri, patolojik bir köle bilinci oluşturuyor. İslam’ın kendisine yabancılaşan toplumlarda, toplum, köle bilinci aracılığıyla propaganda nesnesi haline getiriliyor, getirilebiliyor. Hiçbir zaman bağımsız bir zeminde kendilerini gerçekleştiremeyen seküler kesimler de, muhafazakar dindar kesimler de bugün Türkiye’de görüldüğü üzere, köle bilinci ile malul bulunduklarını fark etmeksizin birbirlerini ötekileştirme, etkisiz hale getirme mücadelesi veriyor. Bu mücadele sebebiyle, taraflar birbirleriyle toplumun ortak-temel sorunları etrafında asla bir araya gelmiyor, hiçbir sorunu müzakere-müşavere ihtiyacı duymuyor, bu nedenle de karşıtlıkları derinleştiriyor. Bir kesim dini araçsallaştırarak değersizleştirirken, bir diğer kesim de dini alana tamamen kayıtsız kalarak, dini alana yabancılaşarak, dinin propaganda nesnesi haline getirilen tezahürleriyle mücadele yolunu seçiyor.
Günümüz İslam toplumlarında, bütün boyutlarıyla, bütün imkanlarıyla, bütün birikimiyle İslami olarak tanımlanan mevcudiyet, Filistin sorunu gibi, Kudüs sorunu gibi gerçek/hayati sorunlar karşısında hiçbir çözüm iradesi oluşturamazken, bu mevcudiyet, ilgili toplumlarda, Türkiye’de görülebileceği üzere, daha çok, muhalif-eleştirel kesimleri-unsurları düşmanlaştırmaya çalışıyor. Varoluşsal-gerçek sorunlarla ilgili hiçbir çözüm iradesi oluşturamayan İslam toplumları-ülkeleri, bugün Siyonist sömürgeciliğin eşi ve benzeri tarihte görülmemiş vahşeti-canavarlığı karşısında yaşadıkları onursuzluğu hissetmiyor, maruz kaldıkları sistematik aşağılamalardan utanmıyor. Bu toplumlar, onursuzluğu hissetmedikleri, aşağılanmalardan utanmadıkları halde, resmi dindarlık söylemleri, propaganda dindarlığı söylemlerini çok abartılı-ölçüsüz bir biçimde toplumsallaştırmaya çalışıyor. Soykırıma maruz kalan mazlum-masum Filistin halkının vicdanını ve sesini, bugün, Güney Afrika temsil ediyor. Ahlaki ve entelektüel sefalet derinleşirken, resmi ve soyut ahlak, resmi görüş ve yorum otoriter-popülist tahakkümünü sürdürüyor. Resmi görüş ve yorumlar doğrultusunda hizalanan aydınlar-akademisyenler vb. çıkar ve ayrıcalık sahibi olabilmek için ahlaki ve entelektüel özgürlüklerinden feragat ediyor.
Bencilliklerin ve ihtirasların zincirlerini kırmadıkça, İslam toplumlarında ahlaki-entelektüel bir inşa gerçekleştirilemez. Bireysel ve toplumsal anlamda ahlaki bir devrim yaşanmadıkça hiçbir zaman, hiçbir İslami ideale ulaşılamaz.
Günümüz dünyasında popülist otoriter milliyetçilikler, popülist otoriter muhafazakarlıklarla malul propaganda dindarlıkları, propaganda siyasetleri İslami bilincin uyanışını engelliyor. Propagandacı dindarlık biçimleri, hamasetle ifade edilen zaferlerin, büyük yenilgilerden ibaret olduğunu göremiyor, anlayamıyor. İslami bilinci, İslami umutları ve geleceği, bugün, büyük imkansızlıklara, büyük mahrumiyetlere rağmen, iman’ın imkanlarına sarılarak/sığınarak, küresel emperyalizme karşı İslami direniş hareketleri temsil ediyor. Emperyalizme karşı çok güç, çok zor, çok kısıtlı imkanlar içerisinde mücadele eden, savaşan direniş hareketlerini, mezhep aidiyetleri temelinde kategorize ederek aşağılamaya/yargılamaya ya da tebcil etmeye çalışmak, ahlaki ve zihinsel anlamda derin bir sefalet içerisinde bulunmak demektir.
Modern dünya sistemi çok boyutlu, çok kapsamlı bir sömürgecilik sistemi ve projesidir. Modern dünya sistemi Avrupa-merkezci-seküler-aydınlanmacı bütün fikirleri, kavram ve kurumları, sömürgecilik, emperyalizm, soykırım ve savaşlar yoluyla hayata geçiriyor. Bütün zamanların zalimliklerinin, barbarlıklarının, canavarlıklarının, kötülüklerinin toplamı, bugün, Filistin halkına yönelik olarak uygulanıyor. Kendilerini İslam’a nispet eden ulus-devletler, İslami onurlarının paramparça olmasına rağmen, bu kötülükler karşısında İslami sorumluluklarını hiçbir bağlamda yerine getiremiyor. Bütün ulus-devletlerin milliyetçi bencilliklere, çıkar bencilliklerine mahkum olduğunu, dolayısıyla ulus-devletlerin, evrensel bir İslami oluşuma-dayanışmaya anlamlı bir katkıda bulunma iradesine sahip olmadıklarını görmek gerekir. Ulus-devletlerde İslam ancak bu bencil milliyetçiliklere meşruiyet kazandırarak, bu milliyetçiliklerle uzlaşarak varlığını sürdürebiliyor. Bu toplumlarda kurumsal bütün yapılanma yerli-milli kültür temelinde şekilleniyor. Egemen iktidar sistemlerinden bağımsız düşünme, bağımsız tercihte ve yorumda bulunma, bağımsız hareket etme ayrıcalığına/onuruna sahip olmayan düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, popülist milliyetçiliğin ve popülist muhafazakârlığın hegemonyasına meşruiyet kazandırarak, bu hegemonya tarafından ödüllendiriliyor. İslami anlamda, düşünsel/fikri/kültürel emek/çaba ve sorumluluk sahibi, bağımsız eleştirel aydınların, her geçen gün militarist bir kültüre dönüşen ve kitleler tarafından içselleştirilen taşralı politik popülizmlerin/propagandacılığın mitlerini ve yalanlarını ifşa etmeleri, özellikle de bu mitlerin ve yalanların meşrulaştırılmasında İslam’ın araç olarak kullanılıyor olmasını, güçlü/etkili/sistemli bir eleştiri konusu yapmaları gerekiyor. (islamianaliz)