Varoluşsal Bunalımlar, Varoluşsal Hesaplaşmalar
“Yanlış bilinç temelinde şekillenen toplumlar, yerli-milli-resmi-partizan-konformist kültür, bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda da takip edilebileceği üzere, İslam’ın evrensel uyanışını, evrensel İslami bilinç ve dayanışma hassasiyetini felce uğratıyor.”
Bütün bir insanlık alemi, modern Aydınlanma çağı ile birlikte, bütün dünyayı, hayatı, tabiatı nesneleştiren istismarcı bir uygarlığın, teknoloji canavarlığının yıkıcı etkilerine maruz kalmaya devam ediyor. Modern-seküler tahakküm ve egemenlik ihtiraslarının doğal bir sonucu olarak, sömürgecilik ve soykırım üretiminin ortaya çıktığını bilmemiz gerekiyor. Tahakküm ve egemenlik ihtirasları tarafından üretilen ideolojik bilgi ve kavramsal çerçeve aracılığıyla, bütün dünyada etkili ve dönüştürücü olabilecek epistemik bir belirleyicilik, epistemik bir iktidar ve tiranlık oluşturuldu. Epistemik iktidar ve tahakküm sisteminin evrenselleştirilmesinden sonra, Batı dışı toplumlarda, İslam toplumlarında, hiç bir bağımsızlığın, kültürel ve siyasal bağımsızlığın bir kıymeti harbiyesi kalmadı.
İslam dünyası toplumları, evrensel anlamda bilimsel bilgi, felsefi bilgi ürettikleri dönemde, küresel etki oluşturarak tarihi İslami anlamda biçimlendirdiler, dönüştürdüler. İslam toplumlarında akli ilimlerin ve felsefenin yasaklanmasıyla birlikte, bu toplumlar, menkıbe-keramet-hamaset-kehanet üretmeye başladılar. Bu nedenle de, bu toplumlar, bu dönemle birlikte tarihin nesneleri, mağdurları, mağlupları, madunları haline geldiler. Yine bu dönemle birlikte, Müslüman halklar/kültürler büyük bir hafıza/kimlik ve bilinç kaybı yaşamaya başladılar. Tarihin nesnesi, mağduru, mağlubu haline gelen Müslüman halklara, içerisine girdikleri bu edilgenlik/tıkanma/taşlaşma/ufuksuzluk döneminde, seküler epistemik dünya görüşü kolaylıkla dayatılabildi. İslam toplumları-kültürleri kendilerine dayatılan seküler-epistemik dünya görüşüne maruz kaldıkları günden, içerisinde bulunduğumuz döneme kadar, çok yoğun bir biçimde, yanlış bilinç zemininde, konformist kültür zemininde şekillenen, bir din’i hayat içerisinde savruluyor, sürükleniyor, epistemik tahakküm aşılmadan, epistemik bir özgürlüğün kazanılamayacağını akledemiyor, fehmedemiyor. Yanlış bilinç zemininde kendilerini konumlandıran İslam toplumları-kültürleri hiç bir şekilde, zorlu/nihai bağımsız tercihlerde bulunma iradesi ortaya koyamadığı için, bütün tiranlıklarla uzlaşma yolunu seçiyor. Konformist kültür, geleneksel/göreneksel kültür yanlış bilinci meşrulaştırabiliyor.
İslam dünyası toplumlarında, epistemik bağımlılığı içselleştiren seküler kesimler, sol kesimler, sekülerin savunusuyla, protestanlığa özgü, protestanlıkla ilgili, kapitalizmle ilgili bir misyonu savunduklarını/üstlendiklerini farkedemiyor. Kapitalist dünya görüşü, anlam-değer-ahlak içermediği için, bütün insanları kullanışlı araçlara dönüştürüyor. Günümüzde dijital devrim, robotik devrim insan-makine melezleşmesi üzerinde çalışıyor. Bütün bu gelişmelerin varoluşsal bunalımlara neden olduğu gereği gibi idrak edilemiyor, bu konular etrafında varoluşsal hesaplaşmalar gerçekleştirilemiyor. Yanlış bilinç zemininde, hamaset söylemiyle büyülenen toplumlarda, varoluşsal entelektüel hesaplaşmalar yapabilecek nitelikli/adanmış kadrolar yetiştirilemiyor. Modern-seküler dünyada olduğu gibi, İslam dünyası toplumlarında da niteliksel değişim yaşanmadığı için, toplumlar/kitleler otoriter rejimlere, faşizan rejimlere açık hale gelebiliyor, teslimiyetçi hayat tarzı kurumsallaşabiliyor. Niteliksel değişimin yaşanmadığı toplumlarda, kendilerini İslam’a nisbet eden cemaatler/partiler/oluşumlar sadece niceliksel değişim için, partizan sayıları çoğaltmak için mücadele ediyor. Kendilerini hamasetin coşkusuna kaptıran topluluklar, tarihi gerçekleri ve dünyayı doğru anlayamıyor, bütüncül bir tarih bilincini temsil edemiyor. Sınırsız bir biçimde vulgarize edilmiş bir İslam algısıyla, lümpenleşen bir toplum ve kültürle, bütüncül bir tarih bilinci oluşturmak mümkün olmuyor. Bütüncül bir tarih bilincine sahip olmayan İslam ülkelerinin, ortak bir stratejik vizyonları olmadığı için, stratejik çerçeve de paramparça olmuş oluyor.
İslam dünyası toplumları yanlış bilinç-konformist kültür sürecine girerek, bu süreçleri dokunulmaz kılarak tarihten çekildiler. Yanlış bilinç ve konformist kültür Müslüman halkların zihin ve ruh dünyalarını, hamaset yoluyla, popülist propoganda yoluyla yönlendirilebilir, kontrol edilebilir, araçsallaştırılabilir hale getirdi. Avrupa-merkezcilik, yerel/ırkçı/sömürgeci kavram ve kurumları evrenselleştirir, bütün toplumlara dayatırken, yanlış bilince maruz bırakılan İslam toplumları, evrensel ve asla ırkçı olmayan İslami değerleri, kavram ve kurumları maalesef yerelleştirdiler, taşralılaştırdılar. Bu yerelleşme/taşralılaşma sebebiyle, İslam toplumları bugün, emperyalistlerin koyduğu sınırların/kuralların/değerlerin dışına çıkma, bunları reddetme iradesi gösteremiyor.
Günümüz dünyasında, 7 Ekim Gazze-İsrail savaşı sırasında da, somut olarak görülebileceği üzere, İslami özgürlüğün, bütün risklerini Filistin direnişi üstleniyor, ödenebilecek bütün bedelleri Filistin direnişi ödüyor. İşgalci/soykırımcı, apartheid rejimi İsrail, Avrupa Aydınlanmasının karanlık değerlerine dayanarak, sömürgeci bir kuşatmayı/seferberliği hayata geçirmek suretiyle Filistin’i, Filistinsizleştirmek istiyor. Modern faşizmin, “insan hakları” gibi, “demokrasi” gibi bütün maskelerinin ideolojik/ırkçı/sömürgeci kartondan maskeler olduğu, bugün somut olarak bir kez daha ortaya çıkmış bulunuyor. Türkiye’de, İslam’a sadakatin, İslami önceliklerin yerini, devlet’e/iktidara/partiye sadakat ve bunların önceliklerinin alması sebebiyle, kendilerini İslam’a nisbet eden cemaatler/vakıflar/dernekler/sivil toplum örgütleri, bürokrasiler, düşünce-kültür-edebiyat-ilahiyat çevreleri, soykırım/etnik temizlik/katliam/tehcir devleti Siyonist İsrail rejimiyle normalleşmenin, ne kadar derin ve korkunç bir anormallik olduğunu hiç bir şekilde kamusal zeminlerde sorgulama konusu yapmadılar, yapamadılar. İslami sadakat ve önceliği değil, yerli-milli sadakat ve önceliği seçen, yerli-milli kalıplar dışında düşünmeyi/görmeyi/algılamayı başaramayan, ehlileştirilerek makbul vatandaşlığı seçen muhafazakâr kesimler, hiç bir şekilde toplumsal/siyasal bir farkındalığa sahip değiller. Bugün, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan kesimler, toplumsal/siyasal farkındalığa sahip olmadıkları için, toplumun ahlaki kültürel/entelektüel iflasını görmezden gelebiliyor. İslam’a sadakat ve İslami önceliklerin yerini, devlet/iktidar/parti çıkarlarına/ihtiraslarına sadakatin aldığı bir toplum, İslam’a yabancılaştığı için, muhafazakâr kesimler, yerli normlarla, liberal normlarla uzlaşan bireysel-özel Müslümanlık, dindarlık biçimlerini seçiyor.
Bilimsel teknolojik materyalizm, dünyaya hükmetme ihtirasları içerisinde, her tür insanlık dışı yola başvurarak egemenliğini tahkim etmek istiyor. Kapitalist akıl ve emperyalist siyaset, bütün dünyada anlam yıkımını derinleştiriyor. Yanlış bilince maruz bırakılan İslam toplumları, kendilerini yöneten iktidarlar tarafından sömürülerek, istismar edilerek hayatlarını sürdürdüklerini fark etmiyor. İslam’ın kapsayıcı-kuşatıcı misyonunu-vizyonunu umursamayan, dışlayıcı bir muhafazakârlık-dindarlık yoluyla bugün toplumlarımız ne yazık ki tektipleştiriliyor. Popülist propoganda sloganlarıyla tektipleştirilen toplumlarımızda, kamusal alanda eleştirel bilince hayat hakkı tanınmadığı için, toplumun çöküşü/çürüyüşü ifşa edilemiyor. Günümüz İslam toplumlarında, bir yanda dijital sömürgecilik, insanlara ne düşünmeleri, neyle ilgilenmeleri gerektiğini dayatarak, kitleleri aptallaştırırken, bir diğer yanda da, Müslüman toplum adına düşündüklerine inanılan cemaat liderleri, politik liderler toplumu düşüncesizleştiriyor, aklını ve iradesini kullanma yeteneğine/cesaretine sahip olmayan kalabalıklar oluşturuyor. Bu kalabalıklar kendi istekleriyle, kendi tercihleriyle yanlış bilinci ve konformist kültürü seçerek, kendi kendilerini köleleştiriyor. Siyonist devlet vahşetinin Gazze’de, Filistin’de uyguladığı sınırsız soykırım-katliam karşısında, çok açık bir siyasal irade felci ve siyasal hiçlikle sınanan, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu İslam dünyası ülkeleri, bu aşağılık konumla yüzleşmek yerine, Filistin-Kudüs-Gazze sorununu politik propoganda/kazanç/çıkar konusu haline getirebiliyor.
Günümüz dünyasında hegemonya mücadeleleri kaotik/ karanlık bir dünya tablosu oluşturuyor. İnsanlığa, insani bir dünyaya meydan okuyan teknolojik gelişmeler, uygulamalar, projeler, toplumları ahlaki/vicdani dünyaya yabancılaştırıyor. Bu teknolojiler ırkçı amaçlar için, ideolojik ve sömürgeci amaçlar için, fiziksel ve psikolojik mühendislik faaliyetleri için kullanılabiliyor. Sözünü ettiğimiz teknolojiler insanı güçsüz ve etkisiz kılabiliyor. Tekno-iyimserliğin romantizmi ile büyülenen kesimler, teknolojik ilerlemenin insanlığın yararını değil, güçlü ve ayrıcalıklı azınlıkların yararını gözettiklerini farketmiyor. Niteliksel değişimin yaşanmadığı toplumlarda dogmatik önyargılar, ideolojik gündem, bağnazlığın tiranlığı, patolojik bencillikler ne yazık ki aşılamıyor. Niteliksel değişimin yaşanmadığı toplumlarda, Türkiye’de de görülebileceği üzere, aziz ve mükerrem İslam çok derin ve bayağı bir popülizme kurban edilebiliyor. Niteliksel değişimi yaşamayan toplumlar, küresel meydan okumalara, yerel-duygusal tepkiler dışında anlamlı olabilecek bir karşılık veremiyor. Bu nedenle de, çocuklar ve genç kuşaklar dijital sömürgeciliğe açık hale geliyor. Yanlış bilincin ve konformist kültürün belirleyici olduğu toplumlarda, hiç bir şekilde varoluşsal bir hesaplaşma, tarihsel bir hesaplaşma, ahlaki ve entelektüel yüzleşme gerçekleştirilemiyor, ütopik hayaller aşılamıyor. Niteliksel değişimin yaşanmadığı toplumlarda, Türkiye örneğinde de takip edilebileceği üzere, bir dönem seküler kesimler ayrıcalıklı iken, içerisinde bulunduğumuz dönemde de, muhafazakâr kesimler ayrıcalıklı muamelesi görüyor. Bu durum, toplumun yapısal bir eşitsizlik ve adaletsizlikle malûl olduğunu gösteriyor. Niteliksel değişimin yaşanmadığı, popülizmlerin, seküler ya da muhafazakâr otoriter popülizmlerin hâkim olduğu toplumlarda, basit karşıtlıklar, dışlayıcı bakış açıları icat etmek suretiyle her iki kesim de, birbirlerini yabancılaştırmaya çalışıyor. Niteliksel değişimin yaşanmadığı, kültürsüzlüğün normalleştiği/sıradanlaştığı, kültürsüzlüğün bir sorun olmaktan çıkarıldığı toplumlarda, din’i ya da politik popülist liderlerin istisnai bir meşruiyete sahip olduklarına inanılabiliyor. Bu tür toplumlarda yukarıdan dayatılan, bu nedenle de ortak bir hassasiyetin ifadesi olmayan sağcı-muhafazakâr-milliyetçi keyfi bir hegemonya, halk dindarlığı, popülist dindarlık, mistik dindarlık siyasal bir araç olarak kullanabiliyor. Araçsal olarak konumlandırılan halk dindarlıkları ve otoriter popülizmler, her geçen gün çok daha derinleşen ve yayılan ahlaki sorunları görmezden gelebiliyor. Milliyetçi-faşizan otoriter eğilimlerin/oluşumların yükselişinin, kapsayıcı-kuşatıcı İslami bilincin ve hassasiyetin büyük bir güç ve etki kaybına uğradığını görmek/anlamak gerekiyor. Bu koşullarda, İslam’ın geleceğinin sağcı-milliyetçi-yerli-milli sınırları, ufuksuzlukları, bağnazlıkları aşarak, evrensel bir dayanışma bilincinin imkânları üzerinde yoğunlaşarak konuşmak gerekiyor.
Modern-seküler zamanlar, hakikatin ihmal ve inkârı pahasına, otoriter-ideolojik dil-söylem ve retoriğin yükselişine zemin hazırladı. Bu nedenledir ki, günümüz dünyasında Müslümanlar, ırksallaştırılmış kavramlar aracılığıyla kültürel yabancılar olarak damgalanıyor. Bugün, İslam, dünya genelinde bir güvenlik tehdidi olarak algılanabiliyor. Siyonist-soykırımcı sömürgecilik sistematik bir biçimde sürdürülürken, bu barbarlık tartışma/sorgulama konusu yapılmıyor, bu sömürgeciliğe cevap vermeye çalışan direniş hareketleri terörizm’le suçlanıyor. Modern/seküler tiranlık, sömürgeciliğin terörizm olmadığına inanıyor. Yanlış bilinci içselleştiren bir toplum ve kültür, tarihsel edilgenliklerin nedenlerini çözümleyemiyor, bunların nasıl aşılabileceğine ilişkin yanıtlar bulamıyor. Yanlış bilinci içselleştiren toplumlar ve kültürler, politik yalanları, ikiyüzlülükleri istismarları ve ihanetleri göremiyor. Gerçek bilince ulaşmak için, evrensel anlamda politik bir bilinç gerekiyor. Gerçek bilince ulaşmak için, yerleşik-resmi-geleneksel bakış açılarını sorgulamaya cesaret etmek gerekiyor.
İslami varoluş, özgürlüğü soyut bir hedef olmaktan çıkararak, özgürlüğü somutlaştırma mücadelesi ile başlar. Özgürlüğü somutlaştırmaksızın, umut’u somutlaştıramayız. İnsanlık tarihinin bir benzerini görmediği bir hapishaneye 75 yıl boyunca kapatılan, 75 yıl boyunca, hep işgal, sürgün, aşağılama, tecrit, mülksüzleştirme, soykırım, katliam, etnik temizlik uygulamalarına maruz bırakılan, yalnızlaştırılan Filistin halkına ve direniş mücadelesine yönelik olarak, bugünün Neo-nazileri, aşırı sağ revizyonist Siyonistlerin, Filistin’i Filistinlilerden arındırmak üzere 7 Ekim savaşı ile başlatılan, sivil halka ve çocuklara yönelik kitlesel katliamları, dünya çapında bir vicdan ve merhamet krizi yaşandığını gösterir. Kudüs’ün Yahudileştirilmesi gibi olağanüstü gelişmeler karşısında, utanç biriktirmekten başka hiç bir şey yapamayan, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu İslam dünyası ülkelerinin, kurumsallaşmış edilgenlik, teslimiyetçilik, bağımlılık sebebiyle, İslami siyasal iradeyi, sorumluluğu, dayanışmayı gerçekleştirme yetenek ve cesaretine sahip olmaması, bu ülkelerin tarihsel bir felç durumu ile karşı karşıya bulunduklarını gösterir. Aşırı sağ, revizyonist Siyonizmin işgali altında bulunan Filistin halkı bütünüyle, savunmasızken, işgalci canavarlık hem Avrupa’nın hem de Amerika’nın çok yönlü, çok boyutlu himayesine mazhar olabiliyor. Modern dünyada, Avrupamerkezci, Aydınlanmacı Batılı değerlerin bütünüyle kâğıttan bir süs olduğu, bugün, bütün boyutlarıyla ortaya çıkmış bulunuyor. İslam dünyası ülkelerinde din’i ve politik liderlerin otoritelerinin sorgulanamaması, yerleşik otoritenin yorum ve uygulamalarının kutsanması sebebiyle, Müslüman kitlelerin romantik yalanlarla, kitlesel manipülasyonu mümkün olabiliyor. Bu toplumlarda, devlet güdümlü propoganda aygıtlarının, partizan çıkarlara göre belirlenen hakikatlerin, otoriter popülizm doğrultusunda tektipleştirilen ve kültürsüzleştirilen toplumun gidişatı, İslam toplumlarında da, İslami değerlerin ne yazık ki, kâğıttan bir süs’e dönüştürüldüğünü gösteriyor.
Bugünün toplumlarında, birbirinden farklı kesimlerin, seküler, ırkçı, milliyetçi, muhafazakâr, din’dar kesimlerin, kendilerine özgü hakikatleri var. Bir toplumda ortak bir hakikat bilinci oluşturulamadığı takdirde, ortak bir gelecek kaygısı ve bilinci de oluşturulamaz. 7 Ekim Filistin direnişi-İsrail savaşı, İslam ülkelerinin-toplumlarının-kültürlerinin hiç bir şekilde yüzleşmeye cesaret edemedikleri-edemeyecekleri tarihsel-yapısal sorunları olduğunu gösterdi. Bu ülkelerin, güçlülerin-egemenlerin gündemlerinden bağımsız hareket etme yetenekleri olmadığını görmek gerekir. İslam dünyası ülkelerinin, İslam’ı temsil etmedikleri halde kendilerini İslam’a nisbet etmekten, İslam’ı, Filistin ve Kudüs’ü politik istismar konusu yapmaktan vazgeçerek, bağımsızlıklarını tamamlama mücadelesi vermeleri gerekir. İslam dünyası ülkeleri, Siyonist sömürgeci barbarlığın neden olduğu, tarihin en derin trajedisi olan, kendi kaderine terkedilen bir halkın, Filistin halkının trajedisi karşısında, varoluşsal çelişkiler, tuhaf tutarsızlıklar, sahtelikler sergilemeye devam ediyor. Toprağından, köklerinden, kültüründen koparılan, ölümle iç içe yaşayan bir halkın, tarihsel haksızlıklara ve adaletsizliklere maruz bırakılan bir halkın, ötedenberi olduğu gibi, bu dönemde de, kolektif hafızasını yok etmek üzere, Filistin’li sanat / edebiyat / kültür insanlarının ürettiği eserleri yasaklanabiliyor. Filistin halkının kültür mirası olan değerli kitaplar, kütüphaneler, kültür yapıları eşsiz ve benzersiz bir vahşetle yok ediliyor.
Müslümanlar olarak, bireysel çıkarın, cemaat/parti/iktidar çıkarının, bütün özgürlüklerden, anlam/değer ve ilkelerden, insanlık onurundan feragati kolaylaştırdığı marazi bir dönemden geçiyoruz. İktidar çıkarlarını sürdürebilmek için Siyonist apartheid, soykırım, katliam rejimiyle normalleşmeyi seçerek, bu normalleşmeyi soykırım ve katliam günlerinde/dönemlerinde de sürdüren, soykırım ve katliamları bir şekilde cesaretlendiren ülkelerin bu tercihlerinin Filistin davasına zarar vermediğini açıklamaları, anormal ve patolojik bir zihin ve ruh durumuna işaret eder. Yanlış bilinç temelinde şekillendirilen konformist kültürün, yerli-milli-resmi kültürün, partizanlık kültürünün, hizip kültürünün meşrulaştırdığı siyasal çerçeveyi sorgusuz sualsiz kabul eden toplumlar, hiç bir zaman öncelikli sorunların, varoluşsal sorunların, öncelikli ve varoluşsal tercihlerin farkına ve bilincine varamazlar. Yanlış bilinç temelinde şekillenen toplumlar, yerli-milli-resmi-partizan-konformist kültür, bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda da takip edilebileceği üzere, İslam’ın evrensel uyanışını, evrensel İslami bilinç ve dayanışma hassasiyetini felce uğratıyor. Çıkar ilişkilerinin belirleyici olduğu toplumda fikirlere hayat hakkı tanınmıyor. Fikirlere hayat hakkı tanınmayan bir toplumda da, bağımsız İslami vizyonu oluşturabilecek kamusal entelektüel kadrolar yetişmiyor. İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, bugün, taşralı/konformist kültürle malûl ve mefluç hale getirildiği için, tarihsel analizler, çözümlemeler, hesaplaşmalar gerçekleştiremiyor. Bu durum, Müslüman toplulukları İslam’ın evrensel ufkuna ve imkânlarına yabancılaştırıyor. Bu yabancılaşma sebebiyle Müslüman halklar, dijitalleşmenin neden olduğu, büyük çaplı küresel değişimin oluşturduğu gerçekliğe, kapitalizmin dijital anlamda yenilenmesiyle ortaya çıkabilecek küresel tahribata nüfuz edemiyor. Günümüzde İslam yerli-milli-resmi hamaset politikaları tarafından araçsallaştırıldığı için, İslami kesimler, yüksek yetenekleri olan zeki makinelerin, dönüştürücü teknolojilerin, kontrolsüz yapay zekâ’nın, teknoloji devlerinin, teknoloji tiranlıklarının kendi dünya görüşleri ve çıkarları doğrultusunda oluşturdukları oligarşiler tarafından, ayrımcı-ırkçı-ideolojik bakış açıları doğrultusunda kullanılabildiğini görmüyor. Teknoloji tiranlıkları tarafından oluşturulan sözünü ettiğimiz oligarşi bugün, küresel propoganda ve manipülasyon iktidarını/egemenliğini elinde tutuyor. Bütün dünyada, İslam dünyasında da, otoriter rejimler, dijital araçlar, dijital iktidarlar aracılığıyla hem bilgi’yi hem de eleştirel muhalif unsurları kontrol edebiliyor, etkisiz kılabiliyor. (iktibas)