Büyük güçler, bölgesel güçler ve çok kutupluluk
Geçtiğimiz günlerde toplanan Birleşmiş Milletler zirvesinin de bir kez daha ortaya koyduğu üzere, dünyada çok kutupluluğa yöneliş, ülkelerin bölgesel ittifaklara gitme konusunda artan cesareti, sadece siyasette, diplomaside değil, akademide, medyada, iş dünyasında, düşünce kuruluşlarında da yoğun biçimde tartışılıyor. Öyle ki ABD’deki, Avrupa’daki bankaların araştırma ve strateji birimleri, düşünce kuruluşlarının kıdemli uzmanları, çok kutupluluğa ilişkin raporlar yazıyorlar birbiri ardına.
Bunun birkaç nedeni var elbette. Hemen birkaçını sıralayalım.
Birincisi, ABD hegemonyasının aşınması.
İkincisi Çin’in yükselişi.
Üçüncüsü Ukrayna’daki savaşın da bir kez daha ortaya koyduğu üzere, Rusya’nın kapasitesi.
Dördüncüsü ABD’yle yakın ilişkisi olan pek çok ülkenin, ABD’ye rağmen, Rusya ve Çin’le yakınlaşması.
Beşincisi ABD’yle ilişkilerde göreli bağımsızlığı savunan Berlin ve Paris merkezli arayışlar.
Bu liste daha da uzatılabilir elbette. Şunu da unutmamak gerek, orta ölçekli pek çok devlet de, hem bölgesel ölçekte hem de kısmen bölge üstü ölçekte, dünya siyasetinde etkilerinin artmasına koşut olarak, daha bağımsız hareket etmeye çalışıyorlar.
Biliyoruz, büyük güç olmak, tek başına bir kutup, bir merkez, bir odak olmak kolay değil. Bunun için iddia yetmiyor, tüm güç unsurlarına (siyasi güç, iktisadi güç, askeri güç, yumuşak güç) sahip olmak ve bunları ahenk içinde yönetmek de gerekiyor. Bunu da sürekli, düzenli, istikrarlı biçimde yapmak, kuvvetli bir bünyeye sahip olmak, dış etkilere karşı dirençli olmak zorunlu üstelik. İttifaklara öncülük etmek için de bu şart. Çünkü sadece yüksek nüfus, sadece coğrafi konum yetmiyor.
Tüm bu unsurları içeren bir tahlil yapıldığında, İngiltere’nin, Fransa’nın, Almanya’nın, Japonya’nın, Hindistan’ın ekonomik büyüklüklerine, teknolojik gelişmişliklerine, hatta Hindistan örneğinde olduğu gibi son yıllarda askeri harcama konusunda artan bütçelerine karşın (Hindistan, 76.6 milyar dolarlık askeri harcamayla, 2022’de üçüncüydü) niçin küresel güç, odak, merkez olamadıkları daha iyi anlaşılıyor.
Bu güçler, küresel ölçekte etkili bir ittifakın lideri değiller. Bir ittifakın üyesi olarak adım atıyorlar. Üstelik bu adımları da konuya, soruna, sorunun taraflarına, coğrafyaya, taraf olan ülkelerle aralarındaki ilişkilere, kullanılacak araçlara, başvurulacak yöntemlere göre değişiyor. Ortadoğu’da, Afrika’da, Akdeniz’de görüyoruz buna ilişkin örnekleri.
İttifakların tam bir uyum sağlayamamasının başka sebepleri de var elbet. En başta da savunma, güvenlik, dış politika gibi çok temel alanlarda, kalabalık, çok üyeli ittifakların ahenkli davranamaması geliyor. Dünyada ulus üstü örgütlerin ilk ve tek örneği olan Avrupa Birliği’nin durumu, bunu kanıtlıyor zaten. Zira üye ülkelerin hacimleri, ölçekleri, kapasiteleri farklı olduğu gibi, öncelikleri, hedefleri, çıkarları, beklentileri, tehdit tanımları, tehdit algıları da farklı. Bu da kaçınılmaz olarak ortak politika oluşturmayı ve uygulamayı olanaksız kılıyor.
Kısacası, bugünden yarına, akşamdan sabaha büyük güç, merkez, kutup olmak olanaksız. Orta büyüklükteki güçlerin, bölgesel güçlerin bu gerçeği iyi anlaması gerekiyor. (CRI)