Filistin destekçisi halklar: Batı’da saflar keskinleşiyor
Gayet “şeffaf ve demokratik teamüller içerisinde” görünen “satın alma-rüşvet düzeni” ilişkisiyle yürüyen seçim neticesinde ABD Kongresi’ne giren üyelerin önceliği de haliyle ABD halkının çıkarlarından önce İsrail’in çıkarları oluyor.
İsrail’in 7 Ekim’den bu yana yalnızca Gazze’de 35 binden fazla Filistinliyi katletmesini dehşetle izleyen uluslararası kamuoyu, nasıl olup da Batı dünyasındaki liderlerin bu soykırıma sessiz kaldığını anlamlandıramıyor. Sessiz kalmak bir yana Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) olduğu gibi İsrail’deki hükümeti bu katliamın hukuki sonuçlarından korumak için her türlü savunmayı da üstleniyor olmaları, sıradan insanları şoka uğratıyor. Konunun uluslararası toplum açısından izahı zor olan bir diğer boyutu ise, katliama kör ve sağır olan bu liderlerle, onlara oy veren seçmen kitleleri arasında, Gazze merkezli olarak giderek açılan makas.
Özellikle İsrail’e katliam için yeşil ışık yakan ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya gibi ülkelerin yönetimleri ile yine bu ülkelerde Filistin halkını savunmak için sokaklara inenler arasında derinleşen uçurumu nasıl izah etmek gerekiyor? ABD örneğinden yola çıkacak olursak, siyaset ile sokaklar arasındaki fay hattını izah etmek için çok derin siyasi ya da sosyolojik analizler yapmaya gerek olmadığı kanaatindeyim. ABD’de Siyonist lobiler tarafından güdülen siyaset ile başta üniversite kampüsleri olmak üzere Filistin yanlısı eylemler arasındaki farkı belirleyen şey tamamen “ekonomik” gerekçeler.
ABD’nin çarpık siyaset düzeni, Orta Doğu halklarını öldürüyor
Şimdi, Siyonist lobilerin ABD’deki siyasetçilerin seçim kampanyalarına verdikleri maddi desteğin boyutlarına dair birkaç örneğe bakalım: “ABD Başkanı Biden bugüne kadar 11 milyon dolar, eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 4 milyon dolar, halen Temsilciler Meclisi Başkanlığı görevini yürüten Mike Johnson 636 bin dolar, Teksas Senatörü Ted Crus 1 milyon 432 bin dolar, eski Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi 618 bin dolar…” ABD Kongresi’nin her iki kanadındaki üyelerin yüzde 90’ını belirlemekle övünen Siyonist lobi kuruluşu AIPAC’ın (Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi) açık kaynaklara da yansıyan verileri incelendiğinde, bu isim ve para miktarlarının çok daha yüksek olduğunu merak eden herkes görebilir.
Bu astronomik ödemeler, İsrail’in katliamlarının Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde ABD tarafından kayıtsız şartsız savunulmasını da Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Binyamin Netanyahu hakkındaki yakalama talebine karşı ABD Temsilciler Meclisi’nin başlattığı cadı avını da izah etmeye yeter. Netanyahu hakkındaki yakalama kararına, “İsrail’e bu yapılıyorsa sıra bize gelecektir” sözleriyle tepki gösteren ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson’a yalnızca İsrail’e 14 milyar dolarlık askeri yardımı kabul etmesinin ardından Siyonist lobi şirketleri tarafından yapılan ödemenin miktarı 95 bin dolar. Peki, İsrail’in ABD siyasetinde inşa ettiği bu “satın alma-rüşvet düzeni” trafiği nasıl hiç bir engelle karşılaşmadan işliyor?
İsrail’in “ABD siyasetini satın alması” uluslararası düzeni tehdit ediyor
ABD siyasetinde Kongre’ye girebilmek ve hatta yönetim basamaklarında yükselebilmek, adayların yürütecekleri seçim kampanyalarının ekonomik gücüne dayanıyor. Bir yandan kampanya gezilerini bir yandan medya kampanyalarını finanse edip seçmen nezdinde görünür olmak, seçmenlerden gelen bağışların miktarıyla doğru orantılı. 1953 yılında İsrail’in Batı Şeria’da başlattığı katliamlarla paralel olarak kurulan AIPAC, İsrail’in yayılmacı politikalarına destek verecek mekanizmanın ilk dişlisi oldu.
1969 yılında ABD Başkanlığına seçilen Richard Nixon’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger, bu mekanizmanın ABD Kongresi’nde hiçbir engelle karşılaşmadan işlemesini sağlayacak yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi hususundaki son pürüzleri de halletti. Bu yasal düzenlemeler sayesinde geçen yarım yüzyılda yeri geldiğinde Kongre, Beyaz Saray’dan kaynaklanan engelleri aşarak, yeri geldiğinde ABD Başkanı Kongre’nin yarattığı engelleri atlayarak İsrail’e ekonomik ve askeri yardımları kesintisiz sürdürdü.
AIPAC ve diğer Siyonist lobilerin, ABD’de 2024 yılının kasım ayında yapılacak seçimlerde, İsrail’i destekleyecek siyasetçilerin kampanyalarını finanse etmek için topladıkları paranın şimdiden 90 milyon doları aştığı medyaya yansıdı. Siyonist lobilerin önemli bir özelliği ise yumurtaları tek bir sepete doldurmamaları.
Yani hem Cumhuriyetçi Parti’nin hem de Demokrat Parti’nin adaylarını destekleme konusunda hassas bir terazi uyguluyor, İsrail’in çıkarlarını destekleyecek kilit pozisyonlara gelecek Temsilciler Meclisi üyeleri ve Senatörleri belirlemede detaylı bir çalışma yapıyorlar. Gayet “şeffaf ve demokratik teamüller içerisinde” görünen “satın alma-rüşvet düzeni” ilişkisiyle yürüyen seçim neticesinde ABD Kongresi’ne giren üyelerin önceliği de haliyle ABD halkının çıkarlarından önce İsrail’in çıkarları oluyor. Kısacası, ABD’de Temsilciler Meclisi, Senato ya da Beyaz Saray nezdinde var olmanız, siyaset mekanizmasını finanse etme kapasitenizle doğru orantılı bir ilişki halini alıyor. Peki ABD’de hal böyleyken, mesela İngiltere’de ve Fransa’da siyaset ile sokaklar arasındaki bölünmeyi nasıl izah etmek lazım?
Avrupa’daki seçimlerde Filistin etkisi görülecek
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, Fransız siyasetine Rothschild & Co yatırım şirketinden ithal edildiği, İngiltere Başbakanı Rishi Sunak’ın ve eşinin küresel finans çevrelerinin önde gelen ailelerine mensup oldukları dikkate alınacak olursa, onların da oturdukları koltuklarda, öncelikli olarak halklarını temsil ettiklerini söylemek mümkün değil.
Nitekim İngiltere’de temmuz ayında yapılacak erken seçimlerden çıkan sonuç, Sunak hükümetinin Filistin meselesi başta olmak üzere halktan kopuşunun ulaştığı boyutu da ortaya koyacak. Anketler şimdiden İşçi Partisi’nin ezici bir çoğunlukla iktidara geleceğine işaret ediyor. Fransa’da yaklaşan Avrupa Parlamentosu seçimlerinden çıkacak sonuç bu anlamda önemli bir gösterge olacak. Keza her iki ülke yönetimlerinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ve Genel Kurulu’nda Gazze’de süren katliamların durdurulması için gündeme getirilen tasarılarla ilgili yaptıkları oy tercihleri, uluslararası kurumların aşınması ve değersizleşmesinde önemli rol oynuyor. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü katliamda Filistin halkının on binlerle ifade edilen şehitleri yalnızca Filistin devletinin tanınmasının ne kadar elzem olduğunu kanıtlamakla kalmıyor, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan, Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesine endeksli uluslararası düzenin köhnemişliğinin Batı ülkelerindeki seçmen kitleleri nezdinde kavranmasına da hizmet ediyor. (Mehmet A. Kancı/AA)