İbrahim el-Emin: Devam ediyoruz!
"Tüm bu zorlukların ötesinde hem Lübnan'da hem bölgede hem de büyük ustanın, dünyada tek bir sloganı haykıran yoldaşları var: Devam ediyoruz!"
Düşmanın gelişmiş operasyonel kabiliyetlerine rağmen, Nasrullah'ın liderliğindeki direniş hareketi, savaşı sürdürme ve fedakarlıklar pahasına dahi olsa düşmanı caydırma kararlılığını sürdürüyor. Nasrullah'ın, geçen yılki Aksa Tufanı sırasında aldığı kararlar ve bölgeyle ilgili izlediği stratejik adımlar, onun liderliğinin ne kadar dikkatli ve hesaplı olduğunu gözler önüne seriyor. El-Ahbar gazetesi yazarı İbrahim el-Emin, Nasrullah'ın şehadetinin ardından bir köşe yazısı kaleme aldı.
Çoğu zaman insan, savaşın zamanını, yerini veya biçimini kendisi seçemez. Ancak hiç kimse sebebini bilmediği bir savaşa maruz kalmaz. Büyük savaşların yaratıcıları için durum böyle değildir.
Eğer Seyyid Hasan Nasrullah, başından beri yaptığı işin niteliğini, bedelini ve ne kadar büyük bir fedakârlık gerektirdiğini biliyorsa, kendisi için endişelenmemiş ve herhangi bir zamanda öldürüleceği tehdidiyle sarsılmamıştır.
Böyle bir liderin asıl sorumluluğu, kendisine omuz veren ve güvenen yoldaşlarının fedakârlıklarından, zekâsından, içgüdülerinden, insanlığından ve attığı adımların doğruluğundan emin olmaktı.
Bu noktada, Hasan Nasrullah, 1990'larda günlerin ve olayların ağırlığını omuzlarında hissettiğinde, İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney'e giderek baskıya nasıl dayanabileceği konusunda yardım istediği bir olayı hatırlardı.
Nasrullah, bu anekdotu tekrar tekrar anlatmaktan hoşlanır, zira gerçekten Allah’a, peygamberlere ve veliye inananların, doğrudan Allah’a yönelerek teselli bulacaklarını vurgulardı.
1982’de İmam Humeyni’nin İran’daki devrim zaferinin ardından cihat hareketine katılmaya karar verdiğinde, yolculuğunun en önemli dönüm noktasını (İslam Cumhuriyeti İran’da kurulduğuna, liderinin itaat edilmesi gereken bir veli olduğuna ve böyle bir yolu seçenlerin itaatin, bağlılığın ve sadakatin ne anlama geldiğini bilmesi gerektiğine dair inancı) da belirlemişti.
Nasrullah, dinî devlete ve özellikle de onun gizemine odaklanan, bu yüzden ister başarı ister musibet olsun her olayda Allah’ın rolünü sürekli hatırlatan bir liderdi. Dinî eğitimden gelen böyle bir liderin en büyük özelliklerinden biri, zihninin durmasına asla izin vermemesiydi.
Görünenle görünmeyen arasında muazzam bir denge kurmayı başaran nadir insanlardan biriydi ve dünyadaki olayları tarihsel ve maddi bir perspektifle değerlendirerek en doğru yolu nasıl çizeceğini iyi bilirdi.
Bu nedenle, zalimlerle savaşan herkesin ihtiyaç duyduğu güç unsurlarını sağlamada ısrarcıydı. Böylesine derin bir anlayışa sahip olduğu için hem kendi sinirlerini hem de etrafındaki insanların sinirlerini kontrol etmekte kararlıydı; alınan kararların duygusallığa kapılmasını önlerdi.
İnsanların hayatlarını etkileyen kararlar alırken “insanların ihtiyaçlarına ve geçim kaynaklarına” saygı gösterilmesi gerektiğini defalarca dile getirmişti.
Hasan Nasrullah hayatı boyunca pek çok olay yaşandı; onun rolü, varlığı ve etkisi üzerine pek çok şey yazıldı.
Bir gün, işgale ve tahakküme karşı mücadele eden ülkelere, halklara ve devletlere sağladığı yardımlar ve Lübnan dışında bile basit ve yoksul insanların yaşamlarını iyileştirmeye yönelik gizli katkıları üzerine de hikayeler yazılacaktır. Fakat Nasrullah’ın Filistin konusundaki kendi hikayesi oldukça özeldir.
Geçen yıl 7 Ekim'de, yardımcıları onu uyandırıp Hamas’ın Gazze Şeridi dışında büyük bir harekât başlattığını ve “dünyanın alt üst olduğunu” söylediklerinde Nasrullah önemli bir güne uyandı.
O an itibarıyla neler olup bittiğini öğrenmek için pek çok tarafla temasa geçmesine gerek yoktu; zaten eline birçok haber ulaşıyor ve ekranlardaki gelişmeleri doğrudan takip ediyordu. Bu büyük bir savaştı, Gazze’nin yalnız bırakılmaması gerektiği kararına o gün varıldı ve olayların ne olduğuna dair ayrıntılı inceleme daha sonraya bırakıldı.
Direnişin askeri liderliğinin destek cephesini harekete geçirmek için hızlı planlar sunmasına karar verildi.
Şebaa Çiftlikleri’nden Filistinli savaşçıların sınırdan Filistin’e sızma girişimlerine ve ilk çatışmalara kadar cephe hızla bir savaş alanına dönüştü.
Nasrullah, Gazze’ye destek için ne yapılması gerektiği ve Lübnan’ın mevcut koşulları göz önünde bulundurulduğunda ne yapılabileceği konusunda titizlikle cephe için angajman kuralları oluşturdu. Arada uzun bir takip süreci ve bölgedeki durumu değerlendirmenin döngüsü devam ediyordu.
Zamanla direnişin saflarındaki askerler, büyük savaş günü için hazırlanan silahları ve tesisleri kullanmalarına izin verilip verilmeyeceğini sorgulamaya başladılar.
Seyyid Hasan Nasrullah ise onlara destek savaşının ve belirlediğimiz kuralların, hangi tür askeri eylemlerin yapılacağını, hangi silahların ve tesislerin kullanılabileceğini önceden belirlediğini hatırlatıyordu. Ancak bu kararın büyük bir bedeli olacağını da biliyordu.
Düşman, gelişmiş istihbarat kapasitesi ve inanılmaz bir teknoloji kullanımıyla operasyonel kabiliyetlerini sergilemeye başladığında, Nasrullah direnişçilere, kayıpları önlemek ve en karmaşık görev olan düşmanın saldırı alanını genişletmesini engellemek için çareler aramalarını istedi.
Özellikle işbirlikçilerin direnişçilere sızma girişimlerine karşı tedbirler alınması gerektiğini vurguladı.
Seyyid Hasan, birkaç ay öncesine kadar kapalı oturumlarda ve konuşmalarında, düşmanın Amerika, Avrupa ve diğer güçleri arkasına alarak destek cephesini durdurmaya çalıştığını belirtiyordu.
Lübnan’a gelen tehditler arttıkça, düşmanın oyunun kurallarını değiştirmeye niyetli olduğunu görmüş ve denklemi yeniden formüle etmek zorunda kalmıştı. Bu yeni formülasyon iki hedefe odaklanıyordu:
Birincisi, düşmanı caydırmak amacıyla bazı yetenekleri göstermek ve operasyonlar gerçekleştirmek; ikincisi ise, direnişe devam edileceği mesajını sahada güçlü bir pozisyon oluşturarak vermekti. Ancak, fedakârlıkların artacağını hissetti ve bu durum, saha komutanlarının şehit düşmesi, bazı yardımcıları ve yoldaşlarının suikasta kurban gitmesiyle daha da belirgin hale geldi.
Geçtiğimiz iki hafta boyunca Nasrullah, direnişin yeni bir durumla karşı karşıya olduğunu hissettirdi. Düşmanın nitelikli güvenlik operasyonları, tüm direniş liderliğinin yaklaşımında bir fark yarattı.
Herkes, güvenlik konusuyla acilen yüzleşmek gerektiği bilinciyle hareket etti. Bu ister teknik ister insani boşlukları tespit etme ister düşmanın direnişin içyapısı hakkındaki bilgisinin derinliğini anlama çabalarıyla olsun, büyük bir mesele haline geldi.
Tüm bunlar, düşmanın savaşta izlediği yeni yolu değerlendirmek ve bu yeni duruma karşı koyacak mekanizmaları belirlemekle ilgili yapılan kapsamlı tartışmaların bir parçasıydı.
Toplantının gündemi, düşmanın orada bulunan herkesi tonlarca patlayıcı ile öldürmeden önce, direniş liderliğinin aldığı kararlar üzerine yoğunlaşıyordu. Ancak bu saldırı, tartışmaların merkezindeki temel fikirleri ortadan kaldıramadı.
Direnişin, işgalci varlığın kuruluşundan bu yana en önemli yapı taşı olan bu hareketin şu anda karşı karşıya olduğu zorluklar benzeri görülmemiş nitelikte. Bu zorluklar, kimi zaman örgütsel, kimi zaman operasyonel, kimi zaman askeri, kimi zaman ise stratejik boyutta ortaya çıkıyor.
Seyyid Hasan’ın yanında olanlar, ona güvenenler ve onun tercihlerini destekleyenler şunu iyi bilmelidir: Düşmanın başlattığı savaş kolay kolay sona ermeyecek.
Düşman, aktif direniş olmadan daha fazla katliam yapmaktan caydırılamayacak. Bu yüzden halk, sabırlı olmalı ve direnişi yalnızca fırsatçılarla, direniş adına zorbalık yapan korkaklarla ya da intikam peşindeki travmatize bireylerle değerlendirmemelidir.
Tüm bu zorlukların ötesinde hem Lübnan'da hem bölgede hem de büyük ustanın, dünyada tek bir sloganı haykıran yoldaşları var: Devam ediyoruz!(Çeviri: YDH)