NATO’nun gizli üyesi: İsrail
Türkiye vetoyu çekti, İsrail'in ilk kalıcı NATO büyükelçisi atandı
Siyonist İsrail’in on yıllardır sürdürdüğü ama özellikle son bir yılda daha da üst bir aşamaya geçmiş olan saldırganlığın dayandığı en temel noktalardan biri, bu ülkenin emperyalist sistemin başat ülkeleriyle çok derin ilişkilere sahip olması. Özellikle ABD ile İsrail arasındaki son derece derin ve çok boyutlu ilişkiler bu saldırganlığın vazgeçilmez unsuru. Emperyalizmin desteği olmaksızın İsrail’in bu siyasi çizgiyi izlemesi mümkün değil.
soL’da da sıkça vurgulandığı gibi, İsrail’in emperyalizmin savaş örgütü NATO ile ilişkileri de bu ülke için vazgeçilmez düzeyde. NATO üyesi olmayan İsrail bu örgütün stratejik ortağı konumunda. Peki, İsrail neden NATO üyesi değil?
Bu soruya yanıt vermek için öncelikle İsrail’le NATO arasındaki ilişkilerin tarihini kısaca ele almakta yarar var.
İsrail devletinin ilan edilmesi ile NATO’nun kurulması arasında yalnızca birkaç yıl var. İsrail devletinin 1948’deki ilanı, Batı emperyalizminin Sovyetler Birliği’ne karşı başlattığı soğuk savaşın başlangıcını izledi. NATO ise bundan hemen sonra, 1949’da kuruldu.
İsrail’in “kurucu babası” olarak anılan ve ilk başbakanı olan David Ben-Gurion, 1950’li yıllarda ülkesinin NATO üyesi olmasına sıcak bakıyordu. Bu dönemde NATO üyeliğinin ülkeyi yalnızlıktan kurtaracağı, bölgedeki “tehlikelere” karşı koruyacağı ve Batı’nın bir parçası haline gelmesini sağlayacağı umut ediliyordu. Ancak bu yaklaşım pek de uzun ömürlü olmadı. ABD, o dönemde Arap ülkelerinin Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmasından ve İsrail’in NATO üyeliğinin bu açıdan sorun yaratmasından çekiniyordu. Ayrıca NATO’nun Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerini içermesi gerektiği, İsrail’in Asya kıtasında yer alması nedeniyle üyeliğe uygun olmadığı da değerlendiriliyordu.
İsrail NATO üyeliği sevdasını devam ettirmedi. Bunun yerine, ABD’nin dışında Fransa, Federal Almanya gibi önde gelen NATO ülkeleriyle ikili ilişkilerin hızla geliştirilmesi için girişimlerde bulundu. Britanya ile zaten ülkenin kuruluşundan çok öncesine dayanan tarihi ilişkiler vardı. Bütün bu ilişkilerin Batı ülkelerinin birbirine karşı kullanılması açısından da yararı olacağı düşünüldü. Örneğin İsrail 1962’de Federal Almanya’nın nükleer silaha sahip olma isteğini desteklediğini açıkladı. Ülkenin, ABD’nin tam anlamıyla koruması altına girmesi 1967’deki Arap-İsrail savaşından sonra gerçekleşti.
İsrail-NATO ilişkisinde 1987 yılı kritik bir eşik oluşturdu. Dönemin ABD başkanı Reagan, İsrail’i ABD’nin başlıca NATO üyesi olmayan müttefiki ilan etti. Bundan sonra İsrail, başta teknoloji olmak üzere pek çok alanda NATO ile işbirliği yapmaya başladı.
İbrahim anlaşmalarının zemini: Akdeniz Diyaloğu
Bir başka önemli tarih 1994. 1993’te İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında yapılan Oslo 1 anlaşmasından bir yılı biraz aşkın bir süre sonra NATO bünyesinde Akdeniz Diyaloğu isimli bir oluşum ortaya çıktı. Bu oluşum, NATO’nun Akdeniz üzerinden Afrika ve Asya’ya doğru uzanmasını sağlıyordu. İlk üyeleri arasında İsrail, Mısır, Moritanya, Fas ve Tunus vardı. Daha sonra Ürdün ve Cezayir de üye oldu. Akdeniz Diyaloğu aynı zamanda İsrail’in bölge ülkeleriyle görüşme platformu olarak da işlev gördü. Bu, günümüzden birkaç yıl önce İsrail’le bir dizi Arap ülkesi arasında imzalanan İbrahim anlaşmaları gibi bir uzlaşmanın zemini olarak görüldü.
2001’de İsrail, NATO’yla bir güvenlik anlaşması imzalayan ve gizli bilgilerin korunması için bir çerçeve oluşturan ilk ülke oldu. 2006’da Akdeniz Diyaloğu çerçevesinde ilk Tekil İşbirliği Programı, İsrail’le oluşturuldu. İki yıl öncesinde ilk kez NATO-İsrail ortak tatbikatı düzenlemişken, bu programla birlikte İsrail NATO tatbikatlarına, adeta bir üye gibi katılmaya başladı.
İlerleyen yıllarda İsrail çok sayıda NATO tatbikatına katıldı. Bunların arasında 2018 yılında, Rusya sınırlarındaki Polonya ve Baltık Cumhuriyetlerinde yapılan tatbikat da vardı.
2000’li yılların başlarına Batı ülkelerinde, İsrail’in NATO’ya katılmasına yönelik bir lobi faaliyeti yürütüldü. Bu faaliyetin gerekçesi, üyeliğin Filistin’de iki devletli çözümü kolaylaştıracağı ve İran’ın nükleer programını engelleyeceğinin düşünülmesiydi.
Türkiye vetoyu çekti, İsrail'in ilk kalıcı NATO büyükelçisi atandı
Önemli bir başka eşiğe 2016 yılında gelindi ve İsrail’in ilk kalıcı NATO büyükelçisi atandı. Bunu sağlayan şey, Türkiye’nin bu konudaki vetosunu geri çekmesiydi. “One minute” döneminin sonu bu tarihte gelmişti. Böylece İsrail, üye olmadan mümkün olan en üst ilişki düzeyine ulaşmış oldu. Bundan iki yıl sonra da İsrailli şirketlerin NATO ihalelerine katılmasına izin verildi.
Bu koşullar altında İsrail’in NATO üyesi olması neredeyse gereksiz hale geliyor. İsrail zaten başta ABD olmak üzere bütün NATO üyesi ülkelerde yakın ilişkiler geliştirmiş durumda. En gelgitli ilişki Türkiye ile olmakla birlikte, bu gelgitlerin sınırları da herkesin malumu. Türkiye de İsrail’le işbirliğinden vazgeçemiyor.
Ayrıca İsrail NATO’ya üye olup bazı konularda diğer üyelerin onayını aramak zorunda kalmıyor. Benzer bir nedenle başka herhangi bir uluslararası askeri örgüte de bugüne kadar dahil olmadı.
Bütün bu koşullar İsrail’in dış politikasında NATO üyeliğinin ve NATO ile kurumsal ilişkilerin hiçbir zaman odak noktası oluşturmamasını açıklıyor.
İsrail ve NATO: İki terör odağı arasındaki ilişki hız kesmeden sürüyor
Peki bu durum İsrail’in NATO ile ilişkilere ve NATO’nun desteğine muhtaç olmadığı anlamına mı geliyor? Bu soruya son derece net bir hayır yanıtı verilebilir. NATO üyelerinin desteği olmadan İsrail’in savaş makinesini işletmesi, saldırganlığını sürdürmesi mümkün değil. Nihayetinde İsrail küçük ve kaynakları sınırlı bir ülke. Evet, Yahudi sermayesi bütün dünyada, nüfus içinde sahip olduğu konuma göre yaygın ve güçlü. Bu, İsrail’in gücünün altyapısını da oluşturuyor. Ancak Batı emperyalizminin desteği olmadan bu olgu tek başına yeterli değil.
Kısacası, İsrail’in NATO üyesi olmasına, en azından şimdilik gerek yok. Ama İsrail’in NATO’ya şiddetle ihtiyacı var. O yüzden bu iki terör odağı arasındaki ilişki hız kesmeksizin devam ediyor.
2020’de imzalanan İbrahim anlaşmaları, NATO’nun yeni stratejik konsept tanımlaması ile aynı döneme denk geldi. Her ikisi de İsrail-NATO ilişkilerinde yeni bir dönemin açılmasını sağladı. Ukrayna’daki savaş ile birlikte NATO’nun yeni bir konsolidasyon sürecine girmesi de bunu destekledi.
Bir parantez açarak Doğu Akdeniz’deki doğal gaz yataklarının emperyalizmin iştahını kabarttığını, bölgedeki gerilimlerde ve Batı ile İsrail arasındaki ilişkilerde bu olgunun da etkili olacağını hatırlamakta yar var.
İsrail’in NATO üyeliği gelecekte gündeme gelebilir mi? Koşulların bu doğrultuda gelişmesi mümkün. Ama en azından şimdilik böylesi bir üyelik ufukta görünmüyor.(SoL)