Hizbullah’ın tarihi I: Suriye Selefi karanlıktan nasıl kurtarıldı?
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın 27 Eylül’de İsrail-ABD ortak operasyonuyla Beyrut’ta katledilmesinin ardından, İsrail ve ABD’nin yenilmezliği miti yeniden hortlatıldı.
“Güçlü olanın haklılığı” üzerine kurulu bir söylem, Türkiye’de tek başına etkili olamayacağından, söyleme ek olarak İsrail’in zaten İran destekli, Şii mezhepçiliği yapan ve Lübnan’ın diğer dini veya mezhebi kesimlerini baskı altına alan bir örgüte yani Hizbullah’a karşı mücadele verdiği yalanı da yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.
İlginç bir şekilde, “laik ve güçlü İsrail” söyleminin yayıcıları, Lübnan Hizbullah’ının “mezhepçiliğine” dair cephaneliği ise AKP’den temin ediyor. Oysa ki, yakın tarihimize dönüp baktığımızda, bu söylemin tümüyle yalanlanabileceği bir örnek var: Suriye Savaşı…
Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta, Zeytuna İskelesi’ndeki akşam yemeği sonrası Hamra’da kaldığım otele doğru yürüyorum, 2013 yazı… Yanımda savaş yüzünden Halep’teki evini terk edip, Beyrut’un Ermeni mahallesi Burç Hamud’daki akrabalarının yanına sığınmış bir arkadaşım var…
Birlikte Türkiye’yi kasıp kavuran Gezi Eylemleri’ni konuşuyoruz. Protestolarla ilgili uzun yorumlarımı ara ara kesip, neredeyse aksansız Türkçesiyle “Şimdi tamam da sence AKP gidecek mi gitmeyecek mi” diye soruyordu. Onun için AKP iktidarının yıkılması, Suriye’ye yönelik vekalet savaşının iflası anlamına geliyordu ve bu da özlediği Halep’ine dönüş demekti. Suriye Ermenilerinde ekseriyetle görebileceğiniz derin bir Hizbullah sempatisini gizlemeye gerek duymuyordu.
O dönem kişisel olarak sohbet ettiğim hemen hemen tüm Suriye Ermenileri, konu Suriye Savaşı’na geldiğinde aralarında daha önce sözleşmişler gibi üç aşağı beş yukarı benzer şeyleri dile getirirlerdi. Onlara göre, “Suriye’nin yegane dostu Hizbullah”tı. Israr ettikleri bir diğer husus ise, Hasan Nasrallah’ın çocukluğunu Burç Hamud’da geçirmiş olmasından hareketle onun esasında “Burç Hamud’un has evladı olduğu”ydu. İşte böyle bir sohbet esnasında, Beyrut’ta Hizbullah taraftarlarının oluşturduğu uzun bir konvoya denk geldik. Ellerinde Lübnan ve Hizbullah bayrakları ile kalabalık bir grup kadın, çocuk ve erkek, kornalara basarak ve araçlarından sarkmış bir halde sloganlar atarak şehirde zafer turu atıyordu. Hizbullah taraftarları, Suriye’nin Kuseyr kentinde kazanılan askeri zaferi kutluyordu.
'Suriye bok etti'
Kuseyr Muharebesi, 2013 baharında patlak verdiğinde tüm dünyanın dikkatini üzerine çekmişti. Zira Kuseyr Muharrebesi’ne kadar cihatçı gruplar kayda değer bir ilerleme kaydetmişlerdi ve cihatçı grupları destekleyen ülkelerin başkentlerinde Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın kaç günü kaldığına dair bir tahmin yarışı vardı. Bu günlerde Rusya henüz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki Suriye karşıtı karar tasarılarının önünü kesen bir “veto”dan ibaretti… Kuseyr bu açıdan, ibrenin yeniden Suriye’nin lehine dönmesini sağlayan bir dönüm noktası oldu.
Kuseyr’in diğer bir önemi ise Hizbullah’ın Suriye Savaşı’na ilk doğrudan müdahalesi olmasıdır. 25 Mayıs’ta, muharebe devam ederken Hizbullah lideri Hasan Nasrallah kameraların karşısına geçerek “2006’da olduğu gibi size zafer vadediyorum” sözleriyle savaşa müdahil olduklarını resmi olarak ilan etti. Hasan Nasrallah’ın bu konuşmasında İsrail’i yenilgiye uğrattıkları 2006 Savaşı’na atıf yapması sadece taraftarları için bir motivasyon aracı değildi. Zira Hizbullah, Suriye Savaşı'nda, 2006’da duvara toslayan İsrail planlarının bu kez cihatçıların eliyle denendiğini düşünüyordu.
Hasan Nasrallah’ın Suriye Savaşı boyunca yaptığı konuşmalarda birçok kez 2006 Savaşı’nda İsrail’in yenilgiye uğratılmasında Şam’ın kendilerine sağladığı silahların önemine vurgu yaptı. Gerçekten de Suriye özellikle tanksavar yardımıyla Litani Nehri’ni aşmaya çalışan İsrail zırhlılarının imha edilmesinde büyük bir paya sahipti.
2006 yılında, yani İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırıları devam ederken, St Petersburg’ta düzenlenen G8 Zirvesi’nde açık mikrofonun azizliğine uğrayan dönemin ABD Başkanı George Bush, Irak Savaşı’ndaki suç ortağı İngiltere Başbakanı Tony Blair’e “Suriye’nin işleri bok ettiğinden” yakınıyordu. Suriye’nin Hizbullah’a desteğini kesmesi bu yüzden ilerleyen 2006 Savaşı sonrası ABD’nin ana gündemlerinden biri oldu.
2009-11 yılları arasında ABD yönetimi bu konuda ilerleme sağlayabilmek için Frederic Hoff’u görevlendirdi. Hoff, Şam’a şu talebi götürmüştü: “Hizbullah’a verilen desteği keserseniz, İsrail’in elindeki Golan’ı geri alabilirsiniz”. Bu mesaiye daha sonra Türkiye de ortak oldu ve Ankara-Şam yakınlaşmasının ana gündemlerinden biri de, Suriye’nin İsrail karşıtı “Direniş Ekseni”nden koparılmasıydı.
Öyle ki, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Şam’a son ziyaretinden hemen önce ABD’li mevkidaşı Hillary Clinton tarafından aranacak ve kendisinden “uluslararası kamuoyunun mesajını Beşar Esad’a iletmesi” istenecekti. O sırada İsrail-Suriye müzakerelerinin arabulucusu Hoff da Davutoğlu’nun yardımcısı Feridun Sinirlioğlu ile görüşmek için Ankara’daydı. Hoff daha sonra bir röportajında, ABD’nin 2011’de Suriye Savaşı başlayana kadar Esad’ın bu konuda adım atacağına dair umudu olduğunu söyleyecekti. İsrail gazetesi Haaretz de ikili görüşmelerle ilgili İsrail kaynaklarına dayanarak yaptığı haberde, Tel Aviv’in 2011 Mart’ında Suriye Savaşı patlak verince, Esad’ın sonunun yakın olduğuna kanaat getirerek Şam ile müzakereleri rafa kaldırdığını yazdı.
Hizbullah için alarm zilleri çalıyor
2012’ye kadar aslında Suriye Savaşı “Birkaç kasabadaki isyan” görüntüsündeydi. Ancak 2012 başından itibaren bu görüntü yok oldu, savaş hızla tüm Suriye şehirlerine yayıldı. Savaş, koordinasyon bakımından 4 cepheye ayrılabilir.
Birinci cephe, başta Katar, ABD ve Türkiye’nin koordine ettiği kuzey cephesiydi. Burası tüm Türkiye-Suriye sınırı boyunca, Humus’un kuzeyine kadar ulaşan bölgeyi kapsıyordu ve ana hedefi Suriye’nin kalbi olan Halep’in alınmasıydı. Cihatçılar bu cephede oldukça hızlı ilerledi. 2013 baharına kadar, Suriye ordusu Halep merkezinin batısında, ellerinde kalan son 5 mahallede kuşatmaya alındı. Ayrıca İdlib kırsalı tümüyle cihatçı grupların eline geçti.
İkinci cephe ise Suudi Arabistan ve ABD koordinasyonuna sahip Şam’ın hemen doğusundan başlayan, Irak sınırına dek uzanan doğu cephesiydi. Doğu Suriye’deki aşiretler üzerinde nüfuza sahip Suudi Arabistan’ın da yoğun çabasıyla, cihatçı gruplar Suriye ordusu Palmira’dan çıkardı ve Deyr Ezzor kenti ablukaya alındı. Buradaki cihatçı gruplar ve destekçisi aşiretler daha sonra IŞİD’e biat edecek ve böylece IŞİD karanlığı Irak’tan Şam ve Halep’e uzanan bölgeye çökecekti.
Üçüncü cephe ise başkent Şam’daydı. Burası koordinasyon bakımından cihatçı grupların hamisi ülkelerin de zaman zaman birbirlerine girdikleri, zira kimsenin bir diğerinin etkisindeki gruba kaptırmak istemediği en mühim bölgeydi. Bir yanda Suudi destekli İslam Ordusu, diğer yanda Katar’ın desteklediği Nusra Cephesi ve Feylek-i Rahman… Bu gruplar Şam’ı üç yönden kuşatmaya almış ve çatışmalar merkezdeki Abbasiyin Meydanı’na kadar ulaşmıştı. Cihatçı gruplar bu bölgede bulunan Suriye ordusunun kritik hava savunma tesislerini de yok edecekti. Bugün İsrail uçaklarının Suriye hava sahasına sokularak bombardıman yapmasında cihatçı grupların bu çabalarının önemli bir rolü olduğu muhakkak.
Dördüncü mıntıka ise Şam’ın çeperinde bulunan Dera-Süveyda kırsalı ve Kalemun Bölgesi’ni içeriyordu. Ürdün’deki operasyon odasından koordine edilen bu bölgede İsrail oldukça aktif bir rol oynadı. Örneğin Golan Tepeleri’ndeki cihatçı gruplara İsrail’in silah sağladığı bölgedeki BM Barış Gücü raporlarına dahi girdi. Hatırlatmak gerekir ki, bu bölgedeki cihatçı grupların en önemlisi Yermük Şehitleri Tugayı’ydı. Bu tugay 2013 yılı sonrasında IŞİD’e biat etti. Ancak Suriye Ordusu ve Hizbullah bölgeyi geri alana kadar Yermük Şehitleri Tugayı İsrail’e tek bir saldırı dahi düzenlemedi. Dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Yalon’un “IŞİD’i İran’a yeğlerim” sözünün arka planında bu işbirliği dönemi yatıyor. Şimdi aynı İsrail, varlığına kasteden bir cihatçı terörle mücadele ettiği iddiasında…
Hizbullah için alarm zillerini çaldıran ise Humus güneyinden başlayarak, başkent Şam’ın doğusuna doğru, Lübnan sınırı boyunca yay çizen Kalemun Cephesi’ydi. Cihatçılar 2012 kışında Kalemun Dağları’ndaki kasabaları ve geçitleri ele geçirdiler. 2013 baharında da Humus güneyi, Kuseyr’in de alınmasıyla tümüyle cihatçı grupların kontrolüne girdi. Yani 2013 baharının başında, cihatçı gruplar Lübnan-Suriye sınırını tümüyle ele geçirmeye ve Hizbullah’ın Şam ile bağlantısını kesmeye çok yaklaştılar. Bağlantı namına geride sadece Şam-Beyrut karayolu kalmıştı ki bu yol da düzenli olarak cihatçı grupların baskınlarına maruz kaldığından güvenli olmaktan çıkmıştı. Kuseyr ise İsrail sınırına uzanan stratejik Beka Vadisi’nin kuzey kapısı niteliğindeydi ve şimdi bu kapı da Hizbullah için kapanmıştı.
İkincisi ise, Kalemun Savaşları’na Lübnan’daki selefi gruplar aktif destek veriyordu. Hatta bir çok cephede, başlarını Lübnanlı Selefi şeyh Ahmed el-Esir’in çektiği Lübnanlı silahlı gruplar peyda oldu. Selefi gruplar Lübnan’ın kuzeyindeki Baalbek ve Arsal’de de otorite boşluğundan faydalanarak iktidarı fiilen ele geçirmek üzereydi. Cihatçı grupların Lübnan’da güçlenen varlığı sadece Hizbullah’a yönelik bir tehdit değildi, bu gruplar Suriye’de ele geçirdikleri yerlerde Hristiyan ve Alevileri yok etmek gibi kötü bir şöhrete sahipti ve 2000’li yıllara kadar dini, mezhebi veya etnik kimlikler üzerinden bir iç savaş yaşayan Lübnan’da kullandıkları söylem, eski fay hatlarını yeniden harekete geçirmişti. Örneğin Trablusşam’da Alevi mahallesi Bab’ül Tebbane cihatçı gruplar tarafından kuşatıldı ve iki yıl boyunca mahalle halkı Hizbullah tarafından kurtarılana kadar ölüm kalım savaşı verdi.
Suriye’deki toplumsal yıkım durduruldu
ABD liderliğindeki “Suriye’nin Dostları” adlı grubun, Suriye’yi Libya gibi iflas etmiş bir devlete dönüştürme ve Lübnan’ı İsrail işgaline dirençsiz hale getirme çabaları Suriye’nin toplumsal dokusunun da büyük ölçüde tahrip olmasına yol açtı.
Örneğin Kalemun bölgesi, esasında Suriye Hristiyanlığının kalbiydi. Aralarında İsa’nın konuştuğu dil olduğuna inanılan Aramice’nin konuşulduğu son kentlerden biri olan Malula’nın da bulunduğu bu bölgedeki kasabalar savaş öncesinde hatırı sayılır bir Arap-Ortadoks nüfusa ev sahipliği yapılıyordu. Ancak bölgeye giren cihatçılar yüzünden Suriye Hristiyanlığının kalbi yara aldı. On binlerce Suriyeli Hristiyan Beyrut’a veya Şam’a kaçarken, kiliseler yağmalandı bazıları tahrip edildi. Din adamları ya öldürüldü ya da fidye için kaçırıldı. Hizbullah ve Suriye ordusunun bu bölgeden cihatçıları çıkarmasıyla, bu tarihi toplumsal doku tümüyle yok olmaktan kurtuldu.
Hizbullah’ın müdahalesi Kalemun cephesi ile sınırlı kalmadı, Şam’ın güney banliyösü Deraya’nın alınması, Doğu Guta’nın cihatçı gruplardan arındırılması, Palmira antik kentinin IŞİD’den geri alınması gibi Suriye savaşının pek çok dönüm noktasında Hizbullah savaşçılarının yadsınamaz bir rolü oldu…
Hizbullah bu cephede, güneybatı Halep kırsalının alınmasında ve Halep’in kuzeydoğu kırsalında 3 yıl boyunca cihatçı grupların kuşatmasındaki Şii nüfusa sahip Nubbul ve Zehra’nın kurtarılmasında mühim bir rol oynadı. Halep’in tümüyle cihatçı gruplardan arındırıldığı Aralık 2016’da Hristiyan mahallesi Aziziye’de yapılan ilk kitlesel Noel ayininde bu nedenle Hizbullah bayrakları da yerini aldı.
Hizbullah ve İranlı güçlerin esas zaferi ise Rus hava gücünün desteğiyle 3 yıl boyunca önce Nusra Cephesi ve ÖSO’nun ardından IŞİD’in kuşatmasına direnen Deyr Ezzor kentindeki Suriye garnizonunun ve sivil halkın kurtarılmasıydı. Müttefik güçler Deyr Ezzor sonrası rotalarını güneye çevirdiler. IŞİD’in Suriye’deki son kaleleri Deyr Ezzor-Irak Sınırı arasında Fırat Nehri boyunca uzanıyordu.
Son olarak Aralık 2017’de Irak Sınırı’ndaki Elbukemal yine Hizbullah’ın desteğiyle Suriye ordusu tarafından geri alındı. Elbukemal zaferinin ardından bir kez daha ekrana çıkan Hasan Nasrallah, IŞİD’in “İslam Devleti Kalacak” sloganına nazire yaparak “Suriye’nin sağında solunda IŞİD’liler kalmış olabilir ama artık IŞİD’in devleti bitti” diyecekti. Elbukemal zaferi ayrıca, ABD’nin Cezire’deki YPG bölgesi ile Dera’daki cihatçı kontrol bölgesini birleştirme, Suriye’yi Irak’tan izole etme ve “Sahil” adı verilen Akdeniz sınırındaki bölgeye doğru daraltma planının da yenilgisiydi.(SoL)