Kur’ân’da Kelimullah ile Habibullah’ın Mücadeleleri (1): Birbirini Takip Eden İki Ümmet

Kur’ân’da kendisinden en çok bahsedilen ümmet elbette İsrailoğullarıdır. Hz. Muhammed’in (saa) hayatının neredeyse her aşamasında İsrailoğullarından ve Hz. Musa’dan (as) örnekler verilmiştir. İsrailoğulları sadece Hz. Musa (as) ile sınırlı değildir. Oldukça uzun geçmişe sahip bir ümmettir. Elimizdeki Kitab-ı Mukaddes 39 kitaptan oluşmakla birlikte bunun sadece Yaratılış, Mısır’dan Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye olmak üzere ilk beş kitabı Hz. Musa’ya inen Tevrat’ı (Kur’ân’ın Müheymin özelliğini incelediğimde bu kitaplara yapılan müdahalelerine değineceğim inşaallah) ifade etmektedir. Dolayısıyla Hz. Musa (as) dönemi, İsrailoğulları tarihinin belirli bir dönemini kapsamaktadır.
Kur’ân’ı Kerimde anlatılanları esas aldığımızda Hz. Musa’nın (as) hayatını dört aşamada değerlendirmek mümkündür. Öncelikle onun Peygamberlik öncesine dair önemli detayların anlatıldığını görüyoruz. İsrailoğullarının içinde bulunduğu oldukça ağır şartlarda ilahî terbiye altında büyütülen, yardımsever, hayatını tehlikeye atma pahasına da olsa insanlara iyilikte bulunan, zalimlere karşı sert, sürekli mazlumların yanında yer alan, güçlü ve emin birisi olarak tanıtılmaktadır. Bu döneme ait bilgilerden yola çıkarak Peygamberimizin (saa) risalet öncesi hayatıyla önemli benzerlikler bulabiliyoruz. Mesela Hz. Musa’nın (as) evliliğini okuyunca adeta Hz. Hatice (as) ile Hz. Muhammed’in evliliğini dinliyormuş gibi oluyoruz.
Peygamberlikle görevlendirildikten sonra Hz. Musa’nın (as) Mısır’a gidip İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtarmaya çalıştığı dönemdeki mücadelesi, Peygamberimizin (saa) Mekke dönemiyle önemli ortak yönlere sahiptir. Efendimiz‘in (saa) mücadelesini Mekke ve Medine dönemi olarak ikiye ayırdığımızda İsrailoğullarının Firavun zulmü altındaki dönemini Mekke dönemi olarak değerlendirebiliriz. Zaten Mekkî ayetlerde ağırlıklı olarak Hz. Musa’nın Mısır’daki mücadelesinden örnekler verilmiştir. Mısır’dan çıktıktan sonra Musa’nın (as) çoğunlukla İsrailoğulları içindeki münafıklarla mücadele ettiğini görüyoruz. Peygamberimizin (saa) Medine döneminde münafıklar aktif olarak sahnededirler. Bu gibi benzerliklerden dolayı Medenî ayetlerde daha çok İsrailoğullarının Firavun’dan kurtulduktan sonraki dönemine ait örnekler üzerinde durulmuştur.
Musa’nın (as) hayatında en fazla ders almayı ihmal ettiğimiz dönem, onun ölümünden sonraki aşamalarda İsrailoğullarının peygamber vasilerine karşı tutumlarıdır. Yuşa’ya (as) karşı tutumları aynen İslam ümmetinin Hz. Ali ve Ehlibeyt’e davrandığı olayları çağrıştırmaktadır. En ilginci de Hz. Musa’nın eşlerinden birinin kalabalık bir grupla Hz. Yuşa’ya (as) karşı ayaklanması ve yenildikten sonra tövbe etmesidir.
Hz. Muhammed Mustafa’nın ismi Kur’ân’da 5 defa geçmesine rağmen Hz. Musa’nın (as) ismi 136 defa geçmiştir. Böylece Kur’ân’da en çok zikredilen peygamber olma özelliğini kazanmıştır. Ehlibeyt Mektebine göre böyle olması gayet doğaldır. Hususî lafızlar umumî anlamda kullanılabildiği için Kur’ân’ın ey İsrailoğulları! dediği yerleri siz pekâlâ ey Ümmet-i Muhammed (saa)! şeklinde anlayabilirsiniz. Zira ayetler daima diridirler. Eğer her ayetin hükmü, hakkında indiği toplumun ölümüyle bitmiş olsaydı, ortada uygulanacak bir ayet kalmazdı. Maalesef Müslümanların, İsrailoğullarına yöneltilen eleştiri, uyarı, tehdit ve müjdeleri kendi üzerlerine almayı başardıklarını söyleyemeyiz. Bunun en bariz örneklerinden birisi İsra Suresinde geçen İsrailoğullarının iki fesadına binaen uğradıkları iki ağır cezayı sadece Yahudi toplumuna indirgemeleridir.
Kur’ân’ın birinci muhatabı iman edenler olduğuna göre şu soruları sormak durumundayız. Önce kendimiz mi yoksa Yahudiler adına mı dinlememiz gerekir? Acaba İslam ümmetinde kaç fesat, kaç ukubet geçti? İsrailoğulları Hz. Zekeriya (as), Hz. Yahya gibi birçok peygamberi şehit edip Hz. İsa’yı (as) da öldürmek için çok ciddi çaba sarfettiklerinden dolayı cezalandırıldılar. Ümmet-i Muhammed’in (saa) Yahya’sı kim? İsa’sı kim? Mesela İsa (as) ile İmam Mehdi’nin akibetleri birbirine benziyor mu? Bu yüzden İsra Suresi üzerinde biraz durmak istiyorum.
"İsrailoğulları'na kitapta (Tevrat'ta) şunu kesin olarak bildirdik ki: Andolsun, sizler yeryüzünde (Filistin ve çevresinde) iki defa fesat çıkaracaksınız ve büyük bir azgınlıkla zorbalık edeceksiniz."[1] İsrailoğullarının onlarca fesadı vardır. Ancak ayette bahsedilen fesat, iktidar ve devletlerini kaybetmelerine sebep olup son derece ağır ve ezici bir yenilgiye uğradıkları fesattır. Üzülerek belirtmek gerekir ki bahsedilen iki fesadı halen yaşanmamış, bugün veya gelecekte gerçekleşen bir olay olarak değerlendiren ilim adamlarına tanık oluyoruz. Oysa kaynak tefsirlerimizin hepsine göre her iki olay da gerçekleşmiştir. Kur’ân yaşanmış iki olayı ilahî bir kanunun örneği olarak sunuyor. Farklı mülahazalar olmakla birlikte en yaygın görüş olarak şu iki olay zikredilmiştir:
Bunlardan birincisi milattan yaklaşık altı yüz yıl önce ilk fesatlarına binaen Babil krallarından Buhtünnasr (Nebukadneser) eli ile yedikleri darbedir.
İkincisi ise Bizans İmparatoru Spianus’un veziri Tutuz’u milattan yaklaşık yüz yıl önce Mescid-i Aksa’yı yıkıp Yahudileri yurtlarından dağıtması için göndermesiyle uğradıkları ağır yenilgidir.
Allame Tabâtabâi’ye göre İsrailoğullarının başına gelenler örnek verilerek ümmetlerin geneli için geçerli olan ilahî bir yasa ve sünnetin nasıl işlediği anlatılmaktadır. İsrailoğullarının gelişme, yükselme, gerileme, dağılma, ezilme dönemleri anlatılarak aynı kanunların İslam ümmeti için de geçerli olduğuna dikkat çekilmiştir. Diğer surelerde olduğu gibi İsra Suresinde de asıl muhatap Ümmet-i Muhammed’dir (saa). İsrailoğullarının başına gelen olaylardan bahseden yedi ayet, yükseliş ve iniş yasasının İsrailoğulları hakkındaki işleyişine verilen bir örnek konumundadır. Amaç daha sonraki ayetlerde anlatılacak olan söz konusu genel yasanın İslâm ümmeti hakkında da işleyişine geçiş sağlama ve ortam hazırlama niteliğindedir. İsrâ Suresinin 2-8 ayetleri ilerisi için bir nevi ilk adım yapılmıştır. Sekizinci ayette genel kural şöyle bildirilmiştir: “Siz (fesat çıkarmaya) dönerseniz, biz de (cezalandırmaya) döneriz.”
Müslümanların önemli kesimi bir türlü İsrailoğullarını aşıp kendileri adına, İslam ümmeti adına bu ayetleri dinlemeye yanaşmıyorlar. Bu yüzden aynı hataları tekrarlayıp duruyorlar. Ehlibeyt imamlarının tefsirdeki en önemli ayrıcalıkları da burada devreye giriyor. Müslümanların sorunlarını Kur’ân’ın anlaşılıp anlaşılmaması üzerine bina etmemişlerdir. Onlara göre temel problem Müslümanların Kur’ân’ın açık olan mesajlarını içselleştirmemeleri, somut hale getirmemeleridir. Yani Kur’ân’ın tarif ettiği Firavun’u bir türlü kendi çevrelerinde bulup ona karşı Musaca durmamalarıdır. Geçmişte yaşamış ve ölmüş, artık hayatta zerre kadar etkisi olmayan bir Firavun’u tanımamız tarihî bir bilgi olmaktan öteye geçemez. Önemli olan günümüz firavunlarını tanımak ve onların karşısında durmaktır. Bedir’de Ebu Cehil öldürüldüğünde Peygamberimiz (saa) onu bu ümmetin Firavun’u olarak tanıtmıştır. Musa kim? Harun kim? Karun, Belam kim? Kaynaklarda Ehlibeyt imamlarının ayetleri kendi dönemlerindeki olaylara tatbik ettiklerine dair örneklere sıkça rastlanmaktadır. Tefsir ve tevil usulünü bilmeyenler hemen bu tür açıklamalara itiraz ederler. Oysa bu türden yorumlar tefsir değil tevildir. Ayetlerin olaylara tatbikidir.
İslam tarihinde de İsrailoğullarının yenilgilerine benzeyen iki önemli örnek gösterilebilir. Emevilerin iktidarını kaybetmesine sebep olan en önemli olay İmam Hüseyin’in şehit edilmesidir. Ancak Emevilerin sonunu getiren Abbasiler, geçmişten ders almayınca daha ağır bir şekilde Moğolların elleriyle darmadağın edilmişlerdir. Çünkü Abbasiler Emevilerin akıbetinden ders almayarak Ehlibeyt imamlarını şehit etmekten geri durmadılar. Bu dönemde yaşamış dört imamı şehit ettiler ve İmam Mehdi’yi (as) yakalayıp öldürmek için her fırsatı kolladılar. Ancak İmam Mehdi (as) gaybete çekilerek kurtulmuştur. Cenabıhakk’ın ilahî yasası tekrar devreye girip Moğolların elleriyle Abbasilere son verilmiştir. Daha sonra farklı sebeplerden dolayı bu yasa tekrarlanmıştır. Önemli olan günümüzdeki nedenleri ve bundan kurtuluş yollarını tespit etmemizdir. Müslümanlar itaate yanaştıkça izzeti kazanmışlar. İsyan ettikçe de de ağır mağlubiyetler almış ve düşmanın oyuncağı olmuşlardır.
Peygamber Efendimizin (saa) açık uyarıları olmasına rağmen maalesef Müslümanların önemli bir kısmı halen kendileri adına değil de Yahudiler adına Kur’ân’ı dinlemekte ısrar ediyorlar. “Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz. Hatta onlar bir kertenkele deliğine girseler dahi siz de onları takip edeceksiniz.” Bunun üzerine sahabîler sordular: Ya Resulallah! Bunlar Yahudi ve Hristiyanlar mı olacak?" Şöyle cevap verdi: “Ya başka kimler olacaktı? ”[2] Nedense bu hadis görmezlikten gelinerek tereyağından kıl çeker gibi bütün olumsuzluklar Yahudi ve Hristiyanlara verilirken İslam ümmeti içinde benzer suçları işleyenlere toz kondurulmamıştır. Hz. İsa’dan (as) bir gün dahi ders almamış Pavlus, ömrünü Hz. İsa’nın dizi dibinde geçirmiş Havarilere baskın gelmiştir. Hristiyanlık inancını istediği biçimde şekillendirebilmiştir. Biz Pavlus’u eleştirdiğimizde bir sorun olmuyor. Ancak kendi içimizdeki Pavlusları deşifre etmeye kalkıştığımızda adeta yer yerinden oynuyor. Mekke’nin fethine kadar Peygamberimizle (saa) savaşan, en sonunda kaçacak yerleri kalmadığı için teslim olmak zorunda kalan ve yıllarca da kalpleri İslam’a ısınsın diye devletten maaş alanların minberlerde Peygamberimizin Ehlibeyt’ine sövdüklerini dile getirmek dahi sapık ilan edilmenize yetiyor. Pavlusları eleştirilmekte beis görmeyenler İslam ümmetine laf dokundurmamakta oldukça katıdırlar.
İsrailoğullarının olumlu yanlarından da elbette dersler alınmalıdır. Peygamberimiz (saa) bazı uygulamalarında Hz. Musa’ya (as) uyduğunu açıkça belirtmiştir. Mescid-i Nebevî’nin tavanı hurma dallarıyla örtülüydü. Sahabiler daha süslü ve sağlam bir mescit yapmak isteyince Efendimiz (saa) onlara Musa’yı (as) örnek vermiştir. “Ben, kardeşim Musa’dan (as) üstün bir durumda olmak istemiyorum. Benim mescidim de Musa’nın gölgeliği gibi olsun” dedi.[3] (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] İsrâ, 16/4.
[2] Buhari, Enbiya 50; Müslim, İlm 6.
[3] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları, III, 376.