Kurtuluşun Yolu Selef-i Salihin Gibi Zamanı Bereketlendirmedir
nd olsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir). (Asr Suresi / 1-3)
Zaman ne kadar önemlidir?
Örneğin; insanlık tecrübesinin zamanı asırlara, yıllara, aylara, haftalara, günlere ayırması… Günlerin de saatlere, saatlerin dakikalara, dakikaların saniyelere onların da saliselere ayrılması insan için zamanın ne kadar mühim olduğunu ifade etmeye yeter mi?
Belki abartı olarak görülecek ama saliseler de mikro saliselere ayrılmış ve mikro salise zaman diliminin bilmem kaçta kaçlık bir diliminde meydana gelen olayın maddeye madde olma özelliği verdiği söylense en küçük zaman diliminin aslında ne kadar paha biçilemez bir şey olduğunu ifade eder mi acaba?
Bir de şöyle söylesek… İnsana verilen tek sermayenin, ömür ile ifade edilen zaman olduğu ve yerine ikame imkânı olmayan tek sermayenin zaman olduğu söylense, eriyip gidenin bir daha hiçbir şekilde telafi edilemeyecek tek sermaye olduğu söylense, zamanın önemi ifade edilmiş olur mu?
Allah (cc) bazı istisnalar hariç bütün insanlığın hüsranda olduğu hakikatini açıklıyor ve bu hakikatin nefislerde yer edinmesi için zamana kasem ediyor. Herkesi istisnasız içine alan hitap ve hakikat ve bunun nefislerde yer edinmesi Allah (cc), zamana kasem ediyor.
Herhalde en mütemerrid nefis bile zamanın ehemmiyeti hakkında kani olmaya mecbur oluyor.
İmam Şafii; “Kur`an’dan sadece bu sûre tek nazil olsaydı, insanlığın hidayeti için kifayet ederdi.” diyor. Neden kifayet etmesin ki; zira bu sûre kimlerin hüsran içinde olduğunu, bu hüsrandan kurtuluşun ise nasıl mümkün olduğu kısacık üç ayetinde detaylarıyla izah ediyor.
Sermayesini çarçur eden hüsrandadır. Zarar ve iflas etmiştir. Müflislerin akıbeti, müstahak oldukları ceza da bellidir. Bundan tek bir kurtuluş yolu vardır. O da; tek sermaye olan zamanın en mükemmel şekilde; iman, salih amel, hakkın ve sabrın tavsiyeleriyle değerlendirilmesidir.
Tefsire geçmeden önce zamanını ve dolayısıyla ömrünü çarçur eden bu kadar milyar insanın yaptıkları, yapabildikleri; kendilerine, ailelerine ve insanlığa kazandırdıkları ile zamanını gerçekten ama gerçekten iyi değerlendiren Allah (cc) dostlarının kendilerine, ailelerine, toplumlarına ve insanlığa kazandırdıklarını kıyasladığımızda zararın, sermayeyi çarçur etmek ile gerçekten değerlendirip felaha ermenin ne demek olduğunu çok daha iyi anlayacağız.
İmam Nevevi’yi tanımayan hemen hemen hiç kimse yoktur. Daha elli dört yaşında iken vefat etmiştir. Arkasında bıraktığı eserler ile ömrünü kıyaslıyorlar, bir insanın bu kadar bir zaman diliminde bu kadar çok eser bırakmış olması mümkün değildir, diye eleştirileri sıralayanlar bile çıkıyor. Ama İmam Nevevi’nin zamanını nasıl değerlendirdiğine bir bakalım;
“Camide imam efendinin ‘âlimlere ilimleri yolunda yardımcı olmanın onların hayırlarına ortak olmak manasına geldiği’ konulu vaazından etkilenmiş bir adam İmam Nevevi’nin yanına gelir. Efendim der; camide imam efendi şöyle şöyle vaaz ediyordu, âlimlere ilim yolunda yardımcı olmanın ne kadar faziletli bir şey olduğunu söylüyordu. Düşündüm ki, eğer ben sizin yemek ihtiyacınızı karşılasam yemek için ayırdığınız vakti ilme ayırsanız, bundan benim payıma düşecek sevap bana yeter de artar bile… O yüzden evde sizin için yemek hazırlattım. Buyurun bize yemeğe gidelim.” der.
İmam Nevevi; “İsterseniz sizin hizmetinizi, dolayısıyla sevabınızı daha kâmil hale getirelim. Siz gidip evden ikimize yetecek kadar yemek getirseniz ve bu arada sizin eve gitmek için harcayacağımız süreyi de ilimle değerlendirsek daha iyi olmaz mı?” diye karşılık verir.
Bir düşünelim, yemek için gidip dönme vaktini yolda israf etmenin hesabının yapılmasını ve bu zamanın heder olacağı endişesini… Bunun için çareler aramanın bizim hayatımızda ne kadar yer edindiğini düşünelim...
Diyelim ki İmam Nevevi kadimlerdendir, ama bir de kendi asrımızdan bir örnek verelim; İmam Hasan El-Benna… Arkadaşı onu uyarmak hususunda kendisini mecbur hissediyor. “Ya İmam biraz dinlenseniz” diyor. Peki, İmam ne diyor? “Ben öldükten sonra dinlenmek için çok ama çok zamanın olacak” diye karşılık veriyor. İşte bu anlayışla çalışma azminde olan İmam tek başına yola çıkıp kahve köşelerinde ömür tüketen, belki hiçbir ehemmiyet verilmeyen birkaç kişi ile kurduğu hareket daha İmam hayatta iken dünyanın süper güçlerinin uykularını kaçırıyor ve İmam’ı ortadan kaldırmak için süper güçler bizatihi devreye girmek zorunda kalıyor. Kurduğu hareket, ektiği tohumlar bugün dünyanın her yerinde küfrün ve zalim rejimlerin korkulu rüyası olmaya, ümmeti beslemeye ve yetiştirmeye devam ediyor. Oysa İmam sadece 48 yıl gibi kısa denilecek bir ömür geçirmişti. Belki de bu zamanın değerlendirilmesinin söylettiği bir sözdür Aliya İzzetbegoviç’e… Ki kendisi; “Ömür çok uzun bir süredir,” diyor ve kendisinin çok uzun yaşadığını, Allah’a kavuşmak istediğini dile getiriyor.
Bu şekildeki bir amele şahid olmadığımız için bu tür telkinleri hayalî bulabiliyoruz. Çevremizde zamanını diğer insanlara kıyasla biraz daha dolu ve programlı değerlendirenleri büyük bir iş başaranlar olarak görebiliyoruz. Ama aslında gerçek değerlendirme Allah (cc)’ın dostlarının yaptığı değerlendirmedir.
Şüphesiz bu konuda onların en büyük üstadı;
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ ﴿٧﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿٨﴾ (Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.) ayet-i kerimeleridir.
Onlar dinlenmeyi bir işten diğerine koyulma olarak görüyorlardı. Namazdan yoruldukları zaman zikirle meşgul oluyorlar, onu bitirdiklerinde ise ilme yöneliyorlar ya öğreniyorlar ya da bir Müslüman’a öğretiyordulardı. Bu şuur ve bilinçle ve bu azim ve kararlılıkla onlar dünyayı İslam’ın hükmü altına sokmayı başardılar.
Hepimiz fıkıhta seferde iken namaz kılmanın şart ve şurutlarını az veya çok okumuşuz. Örneğin binek sırtında şöyle kılınır, yayan gidilirken şöyle kılınır, diye… Eğer iman terbiyesinden olmasaydı ve kendi pratiğimizle kıyas edecek olsaydık bu seferde kılınan nafile namazlar bize haşa abes gibi gelecekti. Düşünün ki siz bir ilden başka bir ile gidiyorsunuz. Uçaktasınız, ya da arabadasınız ve bu zamanı nafile namazlarla değerlendirme size öğretiliyor. Bu bize çok uzak olan bir pratiktir. Ama İbn-i Kayyım el-Cevziyye “Zad’ül-Mead” adlı kaynak eserini Mısır’dan Şam’a gelirken at sırtında yazmış. Boş boş yol alacağına zamanı değerlendirme niyetiyle kaleme alınmış.
İşte bu pratik bize çok uzak olan bir gerçekliktir.
Tefsirine değinecek olursak;
وَالْعَصْرِ (Asra yemin olsun ki!); Burada asr ile kast olunanın ikindi namazı olduğu üzerinde daha duruyorlar müfessirler. Zira ikindi vakti, insanın dünyalık olarak en fazla değerlendirmek istediği zaman dilimidir. Ticaret ehli için en uygun alışveriş vaktidir. Diğer insanlar için ise; dünyadan el etek çekip ibadete dalması için bir sebep olmuyor. Örneğin sabah vakti namaz sayesinde erken kalkıp dinç olmasına bir sebeptir. Öğle vakti ise işten paydos edip öğle yemeğinin vaktidir. Bu arada rahatlıkla ibadetini de eda edebilir. Akşam vakti ise zaten iş bırakma zamanıdır. Yatsı da artık uykuya hazırlanma dönemidir. Bu vakitler içerisinde dünyalık ya da zaruri bir sebeple işten çekme vesilelerinden yoksun olan tek vakit ikindi vaktidir. Dolayısıyla bu vakitte ibadete yönelmenin Allah katındaki değeri başkadır. Öyle ise bunda dünyalıklardan sıyrılıp zamanı en faziletli amellerle değerlendirmenin insanın kurtuluşu için ehemmiyetine bir remizdir.
Müfessirlerden bazıları burada “Asr” ile kast edilenin Hz. Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin zamanı olan Asr-ı Saadet olduğunu söylemişlerdir. Zira insanlık ömrü içerisinde en bereketli, en iyi şekilde değerlendirilen zaman dilimi bu dilimdir.
اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفي خُسْرٍ (Muhakkak ki insan hüsrandadır.) Hüsrandan kastedilenin zarar olduğunu söyleyenler olduğu gibi bunun helak olma, cehennem azabına müstahak olma manasına olduğunu söyleyenler de vardır. En nihayetinde bu yorumların hepsi aynı kapıya çıkıyor. İnsanın insaniyetinde zarar etmesinin ahiretteki karşılığı cehennemdir neticede…
“İnsan” ile kast edilenin Ebu Cehil ve benzeri küfrün elebaşları olduğu konusunda yorumlar olsa da bu kelimenin cins ismi olduğu ve dolayısıyla bütün insanların kast edildiği şeklindeki yorumlar daha çok ve daha makul yorumlardır.
اِلَّا الَّذينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).
Burada hüsrandan mükemmel ve kâmil bir kurtuluş için yapılması gerekenler sıralanıyor. Ve Allahu Teâlâ daha iyi bilir zannımızca ayette geçtiği sıralama da mükemmel ve kâmil bir kurtuluşun şartlarındandır. Yani kişi önce iman edecek, imanını salih amellerle bereketli ve verimli kılacak, kendisini bu salih amellerle donatmasından sonra da insanlara da hakkı tavsiye edecek ve hakta sebat için gerekli olan sabrı da aynı şekilde tavsiye edecek.
Bunlardan biri eksik olduğu zaman hüsrandan kurtuluşunda hiç şüphesiz noksanlık olacak… Ama bunlar içerisinde “iman” önem ve ehemmiyeti bambaşkadır. Bu olmadan diğerleri sadece dünyada işine yarar. Ahirette ise ona bir faydası olmaz. Zira Allahu Teâlâ imansız iyi işlerin karşılığını dünyada veriyor. Ahirete bir şey kalmıyor.
Allahu Teâlâ hepimize tıpkı selef-i salihinimiz gibi zamanını mükemmel bir şekilde değerlendirme şuur ve bilincini nasip etsin. En değerli sermayemizi çarçur etme hastalığından bütün ümmeti kurtarsın.
(İnzar Dergisi – Ağustos 2014)