Din Hizmetinde Gayretkeşliğin Nümune-i İmtisali; Habib'in Kıssası
وَجَاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَدينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلينَ ﴿٢٠﴾ اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً وَهُمْ مُهْتَدُونَ ﴿٢١﴾ وَمَا لِيَ لَا اَعْبُدُ الَّذي فَطَرَني وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٢﴾ ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِهِ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا يُنْقِذُونِ ﴿٢٣﴾ اِنّيِ اِذاً لَفِي ضَلَالٍ مُبينٍ ﴿٢٤﴾ اِنّٓيِ اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِ ﴿٢٥﴾ قيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْميِ يَعْلَمُونَ ﴿٢٦﴾ بِمَا غَفَرَ ليِ رَبّيِ وَجَعَلَنيِ مِنَ الْمُكْرَميِنَ ﴿٢٧
Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! Bu elçilere uyun." ﴾20﴿ "Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir." ﴾21﴿ "Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz." ﴾22﴿ "O’nu bırakıp da başka ilahlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar." ﴾23﴿ "O taktirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum." ﴾24﴿ "Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin!" ﴾25﴿ (Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): "Cennete gir!" denildi. O da, "Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!" dedi. ﴾26-27﴿
Bu ayki yazımızda işlemeye çalışacağımız ayetlerin konu edindiği ve kaynaklarda Habib bin İsrail en-Neccari İslami hizmette hassasiyet ve dert sahibi olmada peygamberlerden sonra gösterilecek nadir şahsiyetlerdendir. İbn-i Abbas (r.anhüma) kendisi hakkında; “Peygamber değildi, ama peygamber ahlaklı bir Müslüman’dı. Zira hayatta iken kendi kavminin iyiliğini dilediği gibi kavmi tarafından öldürülmesine rağmen ölümünden sonra da kavminin iyiliğini diledi.” der.
En doğrusunu Allah bilir, ama belki de bu yüce şahsiyetinden bu büyük taltife mazhar olmuş. Allah (cc)’ın kitabının en değerli surelerinden olan Yasin suresinde zikredilmiş ve öyle zikredilmiş ki şehir halkına gelen elçilerden çok dikkatler onun üzerinde yoğunlaşacak şekilde kendisi kıssa edilmiş.
Habibü’n-Neccar üç elçinin bir birini destekleyeceği şekilde art arda gönderilen şehrin ahalisindendir. Tahta oymacılığı da denilen meslek uzmanıdır. Daha çok putlar yapmakla ün salmıştır. Ama yakalandığı amansız hastalığına ihlaslı yakarmalarına rağmen taptığı hiçbir ilahtan bir netice alamaz. Şifayı Allah (cc) tarafından gönderilen salih kulların, Habib’in çektiği eziyet dolayısı kendisine acıması ve hidayetini dilemesinden dolayı ettikleri duadan sonra Rabbin’den bulur. Şirkin koyu karanlığının en derinlerinde ömür çürüten Habib, Allah (cc)’ın kendisine gönderdiği nurla aydınlığa çıkar. Elçilerle başka diyalogları olduğu konusunda hiçbir rivayet yoktur. Yani onlardan herhangi bir ilim tedris ettiği yoktur. Ta ki Elçiler şehir halkı ile karşı karşıya gelinceye kadar. Şehir ahalisi o kadar pervasızdır ki helaki ya hak etmişler ya da ramak kalmış.
İşte burada Habib kıssasıyla tarih sahnesine çıkıyor. Kur`an da kıssanın bu bölümünü ele alıyor. Kavminin yaptığının fenalığını, bunun onları helake götüreceğini görüyor. Hem halkına duyduğu o fıtri sevgi hem de Elçilere duyduğu o imani sevgi halkının ve Elçilerin karşı karşıya gelmemesi ve dolayısıyla halkının hidayeti için onu bir canhıraş içine koyuyor.
Alimler ayet-i kerimeleri tefsir ederken bu noktaya özellikle parmak basıyorlar. İlk ayette geçen “يَسْعٰى” kelimesine özellikle dikkat çekiyorlar. Zira Allahu Teâlâ, Habib’in halinden haber verirken sadece “acele eder bir halde idi” şeklinde bahsediyor. Bu ibare Allahu Teâlâ’nın Habib’in bu halinden duyduğu hoşnutluğu zımnen ifade ediyor. Zira bu hal Habibü’n-Neccar’ın yüreğindeki ateşe, onun hak yoldaki gayretine, kavminin kötülüğe batmasından duyduğu endişeye ışık tutuyor. Elçilerin, kâfir olan kavmine karşı yalnız kalmalarının kendisinde oluşturduğu halet-i ruhiyeye işaret ediyor.
Böyle bir erdem sahibi olmak için ihlas ve gerçek iman dışında herhangi bir donanıma da gerek olmadığı ayetin mefhumundan anlaşılıyor. Zira Habib’den söz ederken Kur`an-ı Kerim “رَجُلٌ” (sıfatsız, tanınmayan, herhangi bir adam) lafzını kullanıyor. Ayrıca öne çıkardığı bir diğer husus da “مِنْ اَقْصَا الْمَدينَةِ” (şehrin en ücra köşesinden) lafzıyla işaret ettiği, sıradanlık, şehrin merkezine yerleşmiş biri olmadığına göre insanlar nezdinde değer taşıyan mal, mülk, makam sahibi olma durumlarından hali olduğudur.
Bütün bunlar davetçiler için önemli uyarılardır. Zira şeytanın en güçlü vesveselerinden biri de kariyer ve konum sahibi olunmadığı için tebliğ ve uyarısının herhangi bir etki oluşturamayacağı yönündeki vehimlerdir. Oysa davetçiye düşen etkili olmayı hesap etme değil, insanlara karşı olan tebliğ yükümlülüğünü bihakkın yerine getirmesidir. Elbette ki davetçi fıtratı göz önünde bulundurur. İnsanların psikolojisini hesaba katar ama şartların hepsinin dört dörtlük yerine gelmiş olma zorunluluğu hem yoktur hem de böyle bir denklemin tam oluşması çoğu zaman mümkün olmayabilir. Ayrıca tebliğ ve uyarının etkili olması, muhatabı tesir altında bırakması, muhatabın tebliğe icabet etmesi Allahu Teâlâ’nın bileceği bir şeydir ve insanın yükümlülüğünde değildir.
Hem ayrıca Habib tebliğ ve uyarı vazifesini yerine getirirken, insan psikolojisini de göz önünde bulunduruyor. “اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً” hidayet rehberi olmayanların aslında hiçbir hizmeti karşılıksız yapmadıklarına parmak basarak, sizden hiçbir ücret istemeyen ve size hidayetin yolunu gösteren bu şahısların hidayet rehberi olduklarının en makul delilini de onlara gösteriyor. Bu ibare aynı şekilde cahili toplumlarda geçerli olan en büyük nakde de işaret ediyor. Ki gayri İslami toplumlarda karşılık beklemeden bir şey yapmak olacak şey değildir. Bu, yaşadığı toplumdan bihaber olmayan her toplum ferdinin bilebileceği bir şeydir. Hz. Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin “insanların elindeki dünyalarına talip olma ki seni sevsinler” mealindeki hadis de Habib’in aslında nasıl onları can damarlarından yakaladığına işarettir.
Yirmi iki ve yirmi üçüncü ayetlerde işaret edilen; “yoktan var edenin Allah olduğu ve dönüşün O’na olacağı” “Allah (cc)’ın vermeyi irade edeceği zarara hiçbir şeyin engel olamayacağı” hatırlatmaları bir insanın fıtratında yer alan bilgi ve duyguları harekete geçirmesi açısından yapılabilecek en önemli hatırlatmalardır. Ve bütün bunları bilmek ve bu bilgiler doğrultusunda uyarı yapabilmek için herhangi bir kariyere, bilgi birikimine de ihtiyaç yoktur. Yeter ki insanda yanan bir yürek olsun. İnsan dert sahibi olsun. İnsanda insanların helakine dair bir endişe olsun, başka bir donanıma ihtiyaç kalmaz.
(Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): "Cennete gir!" denildi. O da, "Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!" dedi.
Üzerinde önemle durulması gereken bir diğer husus da Habib’in kavminin iyiliğine, hayrına olan düşkünlüğüdür. Zira Habib kavmi helake müstahak olmasın diye onları uyarma vazifesini olabildiğince bir gayret ve cehdle yapıyor. Mesuliyetini ertelemiyor. Bu hayırhahlığına rağmen kavmi onu linç ediyor. Onlar için beslediği o merhamete linçle karşılık buluyor, ama buna rağmen onların iyiliğini istemekten geri durmuyor. Allah (cc) ona merhamet edip, vazifesini yerine getirmiş olmanın mükafatı olarak kendisi cennete dahil edildiği zaman bile onların iyiliğini diliyor.
İbn-i Abbas “Peygamber değildi, ama peygamber ahlaklı idi” derken bu özelliğini delil gösteriyor. Zira Habib hem dünyada iken halkının iyiliğini istediği gibi kendilerinden büyük bir kötülük gördüğü halde – ki rivayetlere göre bağırsakları dışarı çıkıncaya kadar linçe tabi tutuyorlar – ahirete göçtükten sonra bile onların iyiliğini istemeye devam ediyor. Keşke diyor kavmim Allah (cc)’ın bana nasıl bir mükafat verdiğini bilselerdi de belki o zaman hidayete yönelebilirlerdi, diye temennisini dile getiriyor. Bu hak dava için omuz omuza çarpışıp can veren şehitlerin geride kalan kardeşleri için olan dileğidir. Habib bu dileği kendisini feci şekilde linç edenler için besliyor. İşte bu peygamber ahlakının ta kendisidir.
Hz. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor: “Peygamberlerden biri yaptığı tebliğden sonra kavminin saldırısına uğruyor. Eliyle yüzüne akan kanları temizlerken, bir yandan da; “Rabbim kavmimi affet, eğer onlar bilselerdi böyle yapmazlardı.” Diye onlar için af talebinde bulunuyor.” Peygamber ahlakı budur. Peygamberi ahlak budur. Davetçinin örnek alacağı, alması gerektiği yegâne ahlak budur. Böyle bir davetçinin davetine muhatap olmuş ve buna rağmen iman etmemiş olan kavmin işi de Allah’a kalmıştır. Tıpkı Habib’in kavminin işinin Allah (cc)’a kaldığı gibi… Allah (cc) Habib’in kavmi hakkında; “Kendisinden sonra kavmi üzerine (onları cezalandırmak için) gökten hiçbir ordu indirmedik. İndirecek de değildik. Sadece korkunç bir ses oldu. Bir anda sönüp gittiler.” Diye buyuruyor.
Eğer davetçi birkaç girişimin ters tepmesinden sonra umutsuzluğa kapılıp muhataplarına beddua ediyorsa davetçi olarak ahlakını sorgulamak mecburiyetindedir.
Allah’tan bir davetçinin sahip olması gereken ahlakı diliyoruz. Onların merhamet ve sabrını, onların halklarına ve insanlığa olan düşkünlüklerini diliyoruz.
Faruk Hamza / İnzar Dergisi – Ekim 2014 (121. Sayı)