Demokratik Mutlakiyet
Bu yazıyla “Demokrasi bahsi”ni -şimdilik- kapatırken, “sapma”lardan birine dikkatinizi çekmek istiyorum: “Demokratik Mutlakiyet...”
Demokrasi, “gelmiş geçmiş en mükemmel yönetim biçimi” olarak takdim edildiğine göre, “Demokrasi ile Mutlakiyet nasıl olur da aynı cümlede kullanılabilir?” derseniz, işte bu yüzden “işin aslı”na iniyorum.
Önce, “Demokrasi nasıl bir şey?” başlıklı yazımda (29.03.2015) alıntıladığım siyaset düşünürlerinin “Demokrasi” hakkındaki görüşlerinden birkaçını hatırlatayım. Immanuel Kant “Demokrasi despotizmdir”, Eflatun “Demokrasi despotizme dönüşür” ve “Demokrasi diktatörlerin bahanesidir” demişlerdi. Max Weber ise mekanizmayı şöyle ifşa etmişti: “Demokraside, halk güvendiği bir önder seçer. Seçilen önder, ‘şimdi sesinizi kesin ve bana itaat edin’ der. Artık halk ve parti onun işine karışamazlar.”
Bu şöyle olur: Yönetici her seferinde sistematize edilmiş ve kurgulanmış bir “seçim senaryosu”yla iktidara gelir; ancak sonraki kurgulanmış seçime kadar iktidara “mutlak egemen”dir. Böylece “Demokratik Mutlakiyet” oluşur: “Demokratik mekanizmayla iktidara gelip, iktidar süresince mutlakiyet gibi otoriter bir yönetim sürdürülmesi...”
Yönetici, “Demokratik seçimler”le iktidara gelmiş olsa bile, bir sonraki seçimlere kadar mutlak idareci olarak iktidarını sürdürürken; “yasama” onun dediğine göre yasa yapar, “idare” onun isteği doğrultuda yönetir, “yargı” o ne isterse ona göre karar verir. Atılacak her adımda onun işaretine bakılır, tasvibi aranır, onaması beklenir. Böyle bir idareci “demokratik seçim”le iş başına gelir; ama “mutlak otorite” sahibi olur ve ülkeyi “mutlakiyet”le yönetir.
“Demokratik Mutlakiyet”te iktidar sahibinin (muktedir) sözünün üstüne söz söylenmez; işinin üstüne iş yapılmaz. Muktedir ne yaparsa, ne söylerse doğru sayılır. Ona rağmen varlık göstermeye, söz etmeye, iş yapmaya, gelişime, değişime karşı çıkılır ve bu, ihanetle suçlanır. Muktedir adeta kutsallaştırılır; mesela “olmasaydı olmazdık” veya “olmasaydı halimiz nice olurdu” türünden laflar edilir. Tüm kazanımlar “muktedir”in varlığına ve becerisine bağlanır.
Hal böyle olunca, bu kadar iş yapıp hak sağlayan muktedirin, “toplumu ırgat gibi kullanma”sı, “ülkeyi babasının çiftliğiymiş gibi yönetme”si, “milli varlıkları kendi malıymış gibi sahiplenme”si normal ve gerekli sayılır. Mesela muktedir veya yakınları hırsızlık/yolsuzluk da yapsalar, iltimas da geçseler, hak hukuk da tanımasalar, bunun bir önemi yoktur.
Görünürde yönetimde çeşitlilik olsa da, esasta “Demokratik Mutlakiyet”le biçimlenen yönetimler “tek kişilik devlet”ten ibarettir; fiilen “güçler birliği” vardır. “Seçim sandığı”, aslında “muvakkaten seçilen muktedir”in “mutlakiyet yönetimi”ne meşruiyet kazandıran bir göz boyamadan ibarettir.
“Yasal haklar”a karşı duyarsızlık had safhadadır. Kâğıt üstündeki “hukuk”, pratikte yok hükmündedir. Çünkü muktedir ve takımı hukuku dilediği zaman çiğner. Yargı, “atama ve görevden alma mekanizması”yla hizaya getirilir ve “iktidarın tasarruflarına hukuki meşruiyet kılıfı giydirme işlevi” görür. Bağımsızlığına ve tarafsızlığına sürekli müdahale edilen yargı, “muhalifleri tasfiye/susturma mekanizması” olarak kullanılır. “Temel hak ve özgürlükler” muktedirin keyfine göre kısıtlanabilir veya genişletilebilir. Kamu kurumlarına iktidar yanlıları doldurulur; görevlendirmelerde “liyakat” değil “yalakalık ve yandaşlık” esas alınır. İktidar kadroları hakkındaki suçlamalar yargıya iletilmez, “siyasi kararlar”la sümenaltı edilir ve bu suçları siyasi yaklaşımla savunan bir kitle üretilir.
Muktedir “iktidar sarhoşluğu” içindedir. “Her şeye hakim olma” duygusuna sahiptir. Kimseye güvenmez; herkesin kendisine zarar vereceğinden kuşkulanır. “Etrafında iktidarını tehdit eden bir unsur” bırakmaz. “Hesap verebilirlik” ve “şeffaflık” yoktur.
Muktedirin otoritesini sağlamayı esas vazife edinen “istihbarat ve güvenlik güçleri”, “iktidarın sopası” olarak kullanılır; muhalefet şiddetle bastırılır. “Otoriteye mutlaka itaat” esastır, “muhalif sesler/oluşumlar”dan rahatsızlık duyulur; bunlar yüksek cezalarla, tehditlerle korkutulup susturularak kontrol altına alınır. “İktidara karşı çıkan herkes ve her oluşum” ajan, provokatör, hain, kukla vb. tanımlamalarla suçlanır; “dış güçlerin adamı” yaftasıyla tasfiye edilir. Bu, “hak ve özgürlüklerde kısıtlamalara meşruiyet kazandırma” yöntemi ve “iktidarın gücünü güvence altına alma” gerekçesi olarak kullanılır.
Kâğıt üzerinde olsa da, gerçekte “fiilen iktidarı denetleye(bile)cek bir merci” yoktur. Yasal değişiklikler ülkenin, toplumun daha ileri gitmesi, hayatın daha müreffeh ve rahat yaşanması adına değil, “iktidarın gücünü korumak ve otoritesini sürdürmek” adına yapılır veya değiştirilir.
Medya iktidarın kontrolündedir, iktidarın işlerinin ne kadar iyi olduğu, muktedirin ne kadar sevildiği yazılıp-çizilir. Basın-yayın faaliyetleri “iktidarın gücüne güç katma ve icraatlarını topluma benimsetme” işlevini görür. Bu işlevi görmeyen baskıya maruz kalır.
“Gündem mafyacılığı” esastır; kitleler suni gündemlerle meşgul edilirken, arkaplânda “esas işler” gözlerden kaçırılır.
İşte böyle bir sistemin kalesi de “Demokrasi”dir. Mesela, ülkesinin yarısı kendisine karşı savaşan Suriye yönetimi bile seçim sandığıyla iktidara gelmiştir. Sistemi bu yüzden “Demokratik Mutlakiyet” kavramıyla tanımlıyorum ya...
(Yeni Akit)