FETÖ'nün görülmeyen mağdurları -4
Türkiye’de İslamî camiaların 28 Şubatçılar eliyle acı ve mağduriyetlere gark olması gerçek manada görülmediği gibi, FETÖ/PDY’nin kumpasları sonucu yaşanan mağduriyetler de görmezden geliniyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk günlerinden bugüne sayısız gayr-i insanî ve gar-i hukukî uygulamalara tabi tutulan İslamî camialar toplumun özünü oluştururken, dünden bugüne sistem ve ona tabi olan iktidarlar tarafından hep öteki olarak görüldü. İktidarların rengi farklı olsa da statükoya ayak uydurmaları her defasında Müslüman halkın geleceğe dönük umutlarına darbe vurdu.
Yaşanılan zulümler elbet bir gün görülür ve adalet tecelli eder beklentisinde olan Müslüman halk, her defasında hayal kırıklığına uğradı. Küçük bir üst aklın hâkim olduğu, halkın inanç değerlerinden uzak olan yönetim şekli ve ona bağlı hukuk sistemi öteden beri büyük mağduriyetlere neden oldu.
Kimi zaman askerî vesayet kimi zaman polis devleti mantığı ve kimi zaman da sivil bürokrasinin uygulamaları sonucu birçok kesim büyük acılar yaşadı. Değişen iktidarlar kendi hinterlandında gördüğü, fikri akrabalık bağı olduğu kesimlerin bir şekilde mağduriyetlerini giderdi. Fakat bugüne kadar “kendi rengini taşıyan iktidarlar” döneminde bile İslami camiaların yaşadıkları acı ve mağduriyetler ne giderildi ne de görüldü.
15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında sivil vesayetin sahipleri ve aynı zamanda ordu içerisinde etkin bir güce ulaşmış olan FETÖ yapılanmasının tertiplediği komplo ve kumpaslar bir bir deşifre oldu. Dün, bu ve bundan önceki yapılar tarafından mağdur edilen İslamî camialar tarafından dile getirilen ama bir türlü görülmeyen bu karanlık güç, en nihayetinde bir musibetle zamanında yapılan uyarıların haklılığını ortaya çıkardı.
Evet, artık her şey ortaya çıkmıştı. Türkiye için milat olan 15 Temmuz süreciyle FETÖ yapılanmasının neden olduğu mağduriyetler güçlü bir şekilde konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Tüm kesimler yaşadıkları sıkıntıların giderileceğini, iade-i itibar beklediler. Nitekim darbecilikle ün yapmış Kemalist elit günlerce TV ekranlarında, gazete manşetlerinde aklanmaya başlandı. Çok değil, yakın zamanda onlar için darağaçları kuran basın organları bile isimlerinin önün onlarca unvan ve methiyeler düzerek haberler yapmaya başladı. Sonunda bu toplum tarafından meşum diye nitelendirilen insanlar taltif edilmeye başlandı ve ardından uzaklaştırıldıkları görevlerine iade edildiler.
Öteki görülen İslami kesimlerin ise yine sesini duyan, mağduriyetini gören yok. Yaşadıkları sorunları her platformda ifade eden bu insanlar, adaletin bir gün muhakkak tecelli edeceğine inanıyor. Haksız ve hukuksuz bir şekilde mahkûm edildiklerini, insanî değerlerin çiğnendiği muamelelerle karşılaştıklarını, mağduriyetlerini dile getirmeye devam ediyorlar.
Bir türlü görülmeyen veya görülmek istenmeyen, komplo ve kumpaslarla örülmüş, onlarca masumun mağduriyetine neden olmuş davalardan biri de Musatazaf-Der’in kapatılması süreci olmuştu...
Halkın sokağa çıkmasıyla başarısızlığa uğrayan 15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ/PDY bağlantıları nedeniyle binlerce hâkim ve savcının açığa alınmasıyla bu savcı ve hâkimlerin karara bağladığı davaların yeniden görülmesi gündeme geldi. Ancak yapılan tartışmalarda söz konusu yargı mensuplarını tarafından mağdur edilen İslamî kesime yönelik komplo davaları hâlâ görmezden geliniyor.
İstanbul, Diyarbakır ve Mersin illerinin de dâhil edilerek 49 kişinin yargılandığı ve Mustazaf-Der Genel Merkezi’nin de kapatılmasına gerekçe yapılan 2008 tarihli Konya dosyası ile Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen polis ve savcı işbirliği ile yapılan 2009/137 esas sayıl Ankara dosyaları, FETÖ/PDY imzalı davalardan sadece ikisi…
FETÖ/PDY medyasının manipülatif haberleriyle basın kuruluşları tarafından büyük operasyonlar şeklinde kamuoyuna yansıtılan davalarda sanıklar sahte deliller üzerinden adeta linç edilirken, dava sonucunda da çok sayıda kişi verilen ağır cezalarla mağdur edildi.
Mustazaf-Der'in kapatılmasına da gerekçe yapılan Konya ve Ankara davalarına bakan mahkeme heyetlerinin tamamı15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ/PDY soruşturması kapsamında açığa alındı bazıları ise tutuklandı.
Davalara bakan mahkeme üyelerinin tamamının terör örgütü soruşturması geçirmeleri sonucu açığa alınmaları veya tutuklanmalarına rağmen mağduriyetler doğuran dosyaların yeniden açılmaması ise toplumsal vicdanı yaralıyor. Ancak Ergenekon ve Balyoz gibi ağır cezalarla sonuçlanan davalarda yeniden yargılama yolu açılıp sanıklar beraat ettirilirken, karar vericileri terörist olarak yargılanan bu davalardaki mahkûmiyet kararlarına itirazlar sonuçsuz kalıyor.
Mustazaf-Der'e komplo davası
Yaptığı etkinliklerle halkın teveccühünü kazanan Mustazaf-Der'in kapatılmasına da gerekçe yapılan Konya merkezli komplo davası, tamamen adli vaka olan bir sigara kaçakçılığı olayının bazı sanıklarının, dernek üyeleriyle telefon görüşmesi yapmış olmaları nedeniyle örgüt kapsamına alınmasıyla başladı. Adli vaka bir anda tertiplenen komplo ile örgütsel suç kapsamına alınmış, sigara kaçakçılığıyla derneğe maddi destek sağlandığı iddia edilmiş ve bu kapsamda yürütülen soruşturmada onlarca kişi tutuklanmıştı.
Kararı veren yargıçlara terör soruşturması
FETÖ/PDY elemanı polis ve yargı mensupları tarafından oluşturulan sahte delillerle gündeme getirilen iddialar mahkemenin tüm aşamalarında reddedilmesine ve olayın dernekle ilişkisini kanıtlayan hukuki deliller olmamasına rağmen Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 2008/114 Esas nolu dava mahkûmiyetle sonuçlandı ve Mustazaf-Der'in kapatılması için gerekçe yapıldı.
Ancak davaya bakan Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin o günkü başkanı Bayram Demirci (38081) ile üyeler Ayşe Bolaç Yalçın (40913) ve İrfan Yıldız (41039) 15 Temmuz darbe girişiminin ardından açılan FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında açığa alındı veya tutuklandı.
FETÖ/PDY komplosuyla Mustazaf-Der kapatıldı
Terörist suçlamasıyla haklarında soruşturma açılan bu yargıçların talebiyle açılan davayla bir komplo da yüzlerce şubesi, binlerce üyesi bulunan Mustazaf-Der'e yönelik başlatıldı. 15 Temmuz sonrası FETÖ/PDY ile birlikte hareket ettiği daha net ortaya çıkan PKK tarafından şubeleri sık sık saldırılara uğrayan ve üyeleri darp edilip katledilen Mustazaf-Der açılan davayla kapatıldı.
O günlerde yaptığı açıklamada hukuksuzluklara dikkat çeken dava avukatlarından Abdulgani Orhan, “Adana’daki savcılık, Mustazaf-Der’in açılan soruşturma nedeniyle feshine karar verilmesi için Diyarbakır’daki savcılığa talepte bulundu. Diyarbakır’daki savcılık da Ağustos ayı içerisinde iddianamesini hazırlayarak 2’inci Asliye Hukuk Mahkemesinde Mustazaf-Der Genel Merkezi’nin kapatılması davasını bu şekilde açmış oldu. Dosyada, derneğin amacının dışına çıktığına yer verilmiş. Oysa Adana dosyasında henüz kesinleşmiş bir cezası bulunan kimse olmamaktaydı. Hukuka uyulmuş olsaydı, Adana’daki ceza dosyasının sonucunun beklenmesi gerekiyordu.” ifadelerini kullanmıştı.
Kapatılan Mustazaf-Der'in faaliyetlerinden bir tanesinin dahi izinsiz olmadığını ve etkinliklerinde herhangi bir örgütü andıran propaganda yapılmadığını vurgulayan dava avukatları, kapatılma kararını AİHM'e götürdüklerini ve devam eden davanın derneğin tüm haklarının iadesiyle sonuçlanmasını bekledikleri vurguladı.
Mahkumiyet kararları kaldırılsın sorumlular yargılansın
Mustazaf-Der'in kapatılması kararına karşı AİHM'de açılan dava devam ederken FETÖ/PDY mensubu yargıçlar tarafından verilen kararlarla mağdur edilenler de haklarında verilen mahkumiyet kararlarının kaldırılmasını ve mahkeme üyelerinin bu davadan adalet önünde hesap vermesini istiyor.
Bir FETÖ/PDY komplosu da Ankara'da
FETÖ/PDY'nin devlet içindeki unsurları tarafından açılan kumpas davalarından biri de 2009/137 Esas numarasıyla Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Basına servis edilen sahte belgelerle büyük bir terör operasyonu algısı oluşturulmak istenen davada 8'i tutuklu 11 kişi yargılandı. Ancak basın üzerinde yürütülen algı operasyonuyla sanıkların daha baştan mahkûm edildiği davada, sadece Mehmet Şerif Onuk ceza alırken uzun süre mağdur edilen diğer sanıklar beraat etti.
Davanın dayanağı FETÖ/PDY tarafından kaçırılan Beykoz belgeleri
Hazırladığı raporla bu davadaki hukuksuzlukları ortaya koyan İnsani Hak ve Hürriyetler Derneği (HÜRDER), davanın temel dayanağının 17 Ocak 2000 yılında Beykoz'da düzenlenen baskında ele geçirildiği iddia edilen Hizbullah Arşivi olduğunu belirterek, bu delillerin muhafaza altına alınması ve çözümü konusundaki şu usulsüzlüklere dikkat çekti:
"Ele geçirilen 41 adet HARDDİSK içerisinde açılamayan 24 adet HARDDİSK'in ABD'ye gönderilerek kurtarıldığı ve CD ortamına aktarıldığı, Hizbullah Ana Davası tutanaklarında geçmektedir. Böylesine önemli bilgi ve belge içeren elektronik-dijital malzemelerin değiştirilme, silinme, ekleme şeklinde tahrifata açık halde adli emanet dışında tutulması CMK hükümlerinin ağır ve açık ihlalidir. Ele geçirilen bilgisayar HARDDİSK'lerinin yedeklemesinin de yapılmadığı düşünülürse bu bilgisayar, CD ve disketlerden çıktığı iddia edilen ve dava dosyalarında sadece fotokopi olarak yer bulan bilgi ve belgelerin yasal geçerliliği de kalmamaktadır. Dijital verilerin mahkemelerde delil olarak kullanılıp kullanılmayacağı bile tartışmalıyken değiştirilme, eklenme, silinme ihtimalinin kuvvetli olduğu fotokopi belgelerle binlerce kişi hakkında soruşturma, kavuşturma ve mahkûmiyet işlemlerinin tesis edilmiş olması, olsa olsa bir hukuk faciasıdır."
Hizbullah davalarının tümü şaibeli
Ayrıca Adli Emanette bulunması gereken Hizbullah Arşivi'nin bu kuruma teslim edilmediği gibi emniyette de olmadığı ve FETÖ/PDY tarafından yurtdışına kaçırıldığı ortaya çıkmıştı. Burada ele geçirildiği iddia edilen deliller, 2000 sonrası açılan tüm Hizbullah davalarını şaibeli duruma getirmesine rağmen daha sonra yasal STK'lara açılan davalarda da kullanıldı. Üçüncü şahıslar tarafından oluşturulan “bilgisayar çıktısı öz geçmiş raporları” üzerinden binlerce kişi mahkûm edildi.
Beykoz'da ele geçirildiği iddia edilen bu bilgisayar çıktısı fotokopi belgeler yaklaşık 10 yıl bekletildikten sonra Ankara'da FETÖ/PDY yargıçlarının baktığı komplo davasının temellerini oluşturdu. Komplo kapsamında tutuklanan 8 sanık uzun bir mağduriyet döneminin ardından aşamalı olarak serbest bırakılıp daha sonra beraat ederken, Mehmet Şerif Onuk 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla mahkûm edildi.
Beykoz'da kaset olarak ele geçirilen görüntüler Ankara’da CD olarak ele geçirilmişti!
Onuk'un cezalandırılmasına gerekçe gösterilen bu delil, Beykoz'da ele geçirildiği iddia edilen ve Adli Emanete bile teslim edilmeyen, hatta FETÖ/PDY tarafından yurtdışına kaçırıldığı ortaya çıkan Hizbullah Arşivi arasında bulunan bir CD idi. Emniyette veya adli emanette bulunması gereken bu CD'nin Onuk'ta ele geçirildiği iddia edilmiş ve bununla ceza verilmişti. Oysa CD'de geçen görüntüler Diyarbakır'daki başka bir davada da delil olarak kullanılmış ve Beykoz'da VHS kaset şeklinde ele geçirildiği iddia edilmişti. Nasıl olmuştu da VHS kaset şeklinde ele geçirilen ve emniyetten başka yerde de bulunmayan görüntüler CD formatında Mehmet Şerif Onuk'ta ele geçirilmişti.
Aslında bu bile FETÖ/PDY komplosunu ortaya koyan en açık durum oldu. Ancak mahkeme boyunca mağdur avukatları tarafından dile getiren bu durum daha sonra FETÖ/PDY soruşturması kapsamında terör suçlamasıyla açığa alınan veya tutuklanan mahkeme heyeti tarafından dikkate alınmadı.
Mahkûmiyet kararı veren dava yargıçları FETÖ/PDY kapsamında tutuklandı
Davaya bakan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Dündar Örsdemir (35974) FETÖ/PDY soruşturması kapsamında tutuklanırken aynı kapsamında haklarında soruşturma açılan üyeler Hakan Oruç (37272) ve Kadriye Çatal (38129) şimdi terör suçlamasıyla yargılanıyor. Bu heyet tarafından alınan kararların doğurduğu mağduriyetlerin ise ortadan kaldırılması bekleniyor.
Mağdurlar hak ihlallerinin giderilmesini istiyor
Farklı suçlamalarla yargılanmaları beklenen Konya ve Ankara Davası yargıçlarının bu davalar kapsamında da mahkeme önüne çıkarılması gerektiğini dile getiren mağdurlar, FETÖ/PDY komploları sonucu yaşanan hak ihlallerinin giderilmesini istiyor. (Fırat Alan - İLKHA)