Türkiye'nin yüzde 92'si deprem riski altında: “Binanızın analizini isteyin”
Gazi Üniversitesi Deprem Mühendisliği Uygulama ve Araştırma Merkezi (DEMAR) Müdürü Prof. Dr. Abdussamet Arslan, CRI Türk'te Tuğçe Akkaş'ın hazırlayıp sunduğu "Manşet" programında Türkiye'nin deprem gerçekliği ile ilgili değerlendirmede bulundu:
İzmir'de meydana gelen depremin ardından bina güvenliği ve sağlamlığı konuları yeniden tartışılmaya başlandı. Uzmanlar, bir kez daha kentlerdeki riskli yapı stoku ve denetim yetersizliği konularına dikkati çekerken, maliyeti karşılandığında her türlü zemine bina yapılabileceğini belirtiyor ve yıkılan binalardaki beton kalitelerinin standartlara uymadığının da altını çiziyor.
Gazi Üniversitesi Deprem Mühendisliği Uygulama ve Araştırma Merkezi (DEMAR) Müdürü Prof. Dr. Abdussamet Arslan, CRI Türk'te Tuğçe Akkaş'ın hazırlayıp sunduğu "Manşet" programına konuk oldu. Yıkılan binalardaki beton kalitesiyle ilgili önemli açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Abdussamet Arslan, İzmir depreminin derin bir analizini yaparak bölgenin jeolojik yapısı hakkında detaylı bilgiler aktardı.
"TÜRKİYE'NİN YAKLAŞIK YÜZDE 92'Sİ DEPREM RİSKİ ALTINDA"
Prof. Dr. Abdussamet Arslan, Türkiye'nin dünyadaki en kritik deprem kuşaklarının birinin üzerinde yer aldığını anımsatarak, bu deprem hattının Alp Dağları'nın güneyinden başlayan Türkiye üzerinden geçip İran-Afganistan-Pakistan-Çin'e kadar uzandığını söyledi.
Türkiye'nin yaklaşık yüzde 92'sinin deprem riski altında olduğunu dile getiren Arslan, "Dolayısıyla bizim depremle birlikte yaşamayı öğrenmek gibi bir mecburiyetimiz var. Bugüne kadar maalesef bunu başaramadık. Depremler sürekli olacak. Türkiye'deki fay hatlarındaki teknik detaylara çok fazla girmeye gerek yok. Jeofizikçi arkadaşlarımız çalışıyorlar bizim ağırlıklı olarak şunu bilmemiz gerekir; bir yerde deprem olduysa orada yine deprem olur. İkincisi o bölgede hangi şiddette deprem olduysa yine aynı şiddette deprem olur. Büyüklüğü ve yeri biliyoruz ama zamanı kestiremiyoruz. Zamanı tahmini olarak bilebiliriz çok hassas olmamakla birlikte tekrarlamaları belirli aralıklarda oluyor. Örneğin, Erzincan'da 1045 yılında 8-9 şiddetinde bir deprem olmuş. 7 defa Erzincan'da benzer deprem meydana gelmiş ve 1939 yılında bir daha olmuş. Erzincan ve Körfez depremine göre, İzmir Kuzey Anadolu'dan biraz daha farklı bir hareket gösteriyor. İzmir ve Ege Bölgesi'nde biraz daha hafif depremler oluyor. Çünkü bunları daha çok 'normal fay' dediğimiz depremler üretiyor. En son yaşadığımız deprem de bunlardan sonuncusuydu. Bu bölgedeki depremlerin artçı sarsıntılarının tarihsel kayıtlara göre bir miktar uzadığını da görüyoruz. Bu sabah tekrar 5 büyüklüğü civarında bir deprem oldu. Biz bu bölgede büyüklüğü 5'e kadar olan artçı sarsıntılar bekliyoruz." diye konuştu.
"BAYRAKLI'NIN ZEMİNİNE UYGUN BİNA YAPILMAMIŞ"
İzmir açıklarında Ege Denizi'nde meydana gelen deprem sonrası oluşan tsunamiye de değinen Prof. Dr. Arslan, şunları kaydetti:
"Oradaki temel problemleri birkaç başlık altında toplamak mümkün. Bunlardan biri burada küçük çaplı bir tsunami meydana geldi. Aslında tsunami değil de biz bunlara 'seyşe' diyoruz. Bunlar kapalı havzaların içinde meydana gelen dalga girişimleri. Yaklaşık olarak 2 metreye yakın suyun yükseldiği ve tekrar geri çekildiğini gördük. Çok ciddi bir seviye. Maalesef bir vatandaşımızı kaybettik. Onun dışında binalarımızda çok ciddi bir hasar meydana gelmedi. Deprem Sisam Adası'nın kıyılarına doğru oldu yani Türkiye'deki en yakın yere yaklaşık 30-35 kilometre (km) uzaklıkta. Bu bölgedeki binalarda ve Seferihisar'da ciddi hasar oluşmadı. Arkasından deprem dalgaları İzmir Yarımadası'nı komple aştı. Konak-Alsancak kıyılarına geldi ve denizi aşarak Bayraklı dediğimiz bölgeye geldi yani binaların yıkıldığı, can kaybının olduğu yere geldi. Normalde depremin olduğu bölgenin merkezine yakın yerlerde şiddet daha yüksektir. Biz hasarı buralarda bekleriz. Ancak depremin olduğu bölgeye yakın yerlerde hasar yok, 70 km uzaklıktaki yerlerde hasar meydana geldi. Biraz daha yakından incelediğimiz zaman Bayraklı bölgesinin alüvyon olarak nitelendirdiğimiz bir zemine sahip olduğu ortaya çıkıyor.
Alüvyon, nehrin sürüklediği kum ve kil karşımı gibi bir zemin. Bunun içine suyu koyduğunuz zaman bu balçık kıvamına gelir. Buranın altındaki zemin böyledir. Böyle olunca da 1 birimle gelen depremin şiddeti zemin büyütmesi dediğimiz bilimsel olay neticesinde binalara transferi 2 buçuk ila 3 katına çıkıyor. Zemin zaten yumuşak bir de zemin büyütmesi meydana gelmiş ve zayıf binalarda göçme kaçınılmaz hale gelmiş. Bu zeminlere inşaat mühendisleri olarak biz inşaat yapabilir miyiz? 'Evet, yapabiliriz'. Teknik olarak depremde hiç hasar görmeyecek şekilde buraya bina yapılabilir. Bu binalar teknik özellikleri uygun yapılmadığı için göçtü. Bir tanesi beton kalitesinin yetersizliği nedeniyle göçtü. 1999 depreminde de biz bununla karşılaştık. Oradan Türkiye olarak ciddi bir ders çıkardık. Beton kalitesinin bina göçmelerinde en önemli sebep olduğu ortaya çıkınca Türkiye'de hazır beton kullanılması yaygınlaştırıldı. Hem devlet buna destek oldu hem de hazır beton şirketlerinin sayısı arttı. Bunlara denetleme mekanizması konuldu ve bunun sonucunda çok kaliteli betonlar üretilmeye başlandı. İnşaat yaparken 'C25-C30 kalitesinde beton istiyorum.' dediğiniz zaman şantiyeye gelen beton gerçekten bu kalitedeydi. O yüzden 1999 depreminden sonra yapılan yapıların kalitesinin çok daha iyi olduğu izlenimini edindik."
"YIKILAN BİNALARDA DEMİR ÇUBUKLAR VE BETON KALİTESİ YETERSİZ"
Gazi Üniversitesi DEMAR Müdürü Prof. Dr. Abdussamet Arslan, İzmir depreminin ardından Gazi Üniversitesi olarak bölgeye gittiklerini ve yıkılan binaları yakından incelediklerini ifade etti.
"Maalesef İzmir'de beton kalitesi olarak yarı hatta yarının da altında." diyen Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ağır hasar gören ya da orta hasar gören binaların tamamında bu sorun ortak. İkinci sorun ise, betonu güçlendirmek için özellikle çekme etkisinde zayıf olan betonu daha güçlü hale getirebilmek için içerisine koyduğumuz demir çubuklar var. Bu demir çubukların da standartlara uygun şekilde ve miktarda yerleştirilmediği belirlendi. Özellikle 'yanal donatı' dediğimiz elemanların teknik özelliklere uygun yerleştirilmediği ortaya çıktı. Bir diğeri, izinsiz tadilatlar. Binaların ruhsatı alındıktan sonra bölgede nüfus arttığında kolonlar kesiliyor bazen de duvarlar yıkılarak o bölge bir iş yeri haline getiriliyor. Duvarlar yıkıldığında da üst katlara göre daha zayıf bir kat elde ediyorsunuz. Binaların en hassas, kritik bölgeleri zemin katlardır. Bu bölgeyi iyice zayıflattığınızda da depreme daha da dayanıksız hale getiriyorsunuz binayı. Dördüncü sorun da özellikle zeminle ilgili. Zemin büyütmesi zaten oluşmuş orada, bunun daha önceden proje yapılması sırasında ön görülerek buna göre bir tasarım yapılması gerekirdi. Maalesef bu ön görülmemiş. İzmir'de yaşadığımız sıkıntıların özeti bu."
"DEPREM SIRASINDA BİLDİKLERİNİZİ UNUTABİLİRSİNİZ"
Deprem ülkesinde yaşayan vatandaşların deprem konusunda bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi gerektiğini bildiren Prof. Dr. Abdussamet Arslan, "Hep aynı konuşmaları yapıyoruz. Ne zaman olacak, deprem kaç büyüklüğünde olacak? Bizim depremle birlikte yaşamamız lazım. Hem resmi kurumlar hem vatandaş olarak bir deprem kültürünün yerleşmesi gerek. Deprem olduğu anda artık kitaplardan ne yapılacağını öğrenmek değil de bunu tatbikatlarda öğrenmek lazım. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ya da Japonya'da haftada iki gün tatbikat yaptırılıyor. Deprem sırasında psikolojik bir panik içerisine girersiniz o anda bildiklerinizi de unutursunuz. O kadar sık yapacaksınız ki bu tatbikatları, bu refleks haline gelecek. 'Çök, kapan, tutun' diye üç kelimeyle özetlediğimiz hareketle, hemen en uygun yere, hayat üçgeni oluşturabileceğiniz yere gidip beklemeniz gerekir. Telefona sarılmak ya da kapıya gitmek doğru değil. Bina satın alırken mesela Bayraklı bölgesinde 1 milyon liradan aşağıya daire yok. Lütfen 1 milyon liraya daire alırken bir 5-10 bin lira daha verin bu bina depreme dayanıklı mı, değil mi? Bu konuda uzman birilerine binanın analizini yaptırın. Konunun uzmanı inşaat mühendisinden, bu işleri yapan uzman şirketlerden deprem direnci açısından binanın analizini isteyin. Ondan sonra binayı satın alın. Satın aldıysanız da biraz masraf edip araştırtın." dedi.
"BİNANIZIN ANALİZİNİ İSTEYİN"
Deprem öncesi sağlam olmayan binalarda küçük sarsıntılarda binanın çürük olduğuna ilişkin işaretler bulunabileceğini anlatan Prof. Dr. Abdussamet Arslan, sözlerine şöyle devam etti:
"Bu konuda Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bir proje sunmuştuk. Yakında olumlu ya da olumsuz cevabını verirler. Binadaki bazı ipuçları bize binamızın yeterli olup olmadığı hakkında ciddi fikir verir. Mutlaka deprem mühendisi ya da inşaat mühendisi olmanız gerekmeyebilir. Nihai kararı mutlaka bir uzmanın vermesi lazım fakat daha önce bina size bir hasar ya da bir yetersizliği varsa bunun haberini verir. Mesela binada zeminle ilgili bir sorun varsa kapılarınız daha önceden normal açılıp kapanırken kapılarda sıkışma ya da gevşeme meydana gelebilir. Pencere kanatlarında benzer şeyler meydana gelebilir. Camlarınız sürekli kırılabilir. Bunlar çok ciddi işaretlerdir. Binanın hareket ettiğine dair işaretlerdir. Sıva üzerinde eğik çatlaklar yine bizim için çok önemli. Kolon ve kirişlerin birleştiği köşe bölgelerde de çatlaklar var mıdır? Bu çatlaklar ilerliyor mu? Bir çatlağa sıva çatlağı dersiniz ama bir hafta önce daha küçüktür bir hafta sonra daha da uzayabilir. Buna benzer ipuçlarından aslında binanızın yeterli olup olmadığını anlayabilirsiniz. Binanın göçmesi o kadar kolay değildir. Önceden mutlaka bir yerlerden işaret verir. Bunları anlayabilecek bir uzman çağırmanız gerekir veya bu söylediğim şeyler varsa vatandaşlar konunun uzmanını çağırıp bunları teyit ettirebilir."
"BİNANIN YAPILDIĞI YER VE GÜVENLİĞİ ÖN PLANA ÇIKMALI"
Prof. Dr. Abdussamet Arslan, zemindeki zayıflıklara rağmen yapıların doğru şekilde inşa edilmesiyle can kayıplarının önüne geçilebileceğini söyledi.
Teknoloji olarak tüm dünyada en elverişsiz doğa koşullarına karşı dahi okyanusun ortasına bile bina yapılabilecek teknik kabiliyete sahip olunduğunu anımsatan Arslan, "Burada sorun, maliyet meselesi. Mühendislik en ucuza en iyiyi mâl edebilmektir. Sonsuz miktarda paranız varsa şayet istenilen kalitede bina yapılabilir. Zemin koşulları çok da önemli değil. Her türlü zemin koşuluna bina yapılır. Optimum çözümü maliyetine göre yapıyoruz. Maliyet öyle yüksek seviyelere gelir ki, 'Burada konut yapmayayım.' diyebilirsiniz. Biraz daha sağlam araziye kayarsınız maliyetleriniz yarı yarıya düşebilir. Bozuk zeminlere bina yapılmasını önermiyoruz ama yapılabilir. Bilimsel olarak bunları yapabiliyoruz, zor değil. Türkiye'deki deprem mühendisliği diğer ülkelerin çok da altında asla değildir. Bizim gerçekten iyi bir deprem yönetmeliğimiz var. Hatta o kadar detaylandı ki, yeni mühendislere bazen anlatmakta güçlük çekebiliyoruz fakat uygulama açısından vatandaşımız duyarlı değil. Esas sıkıntı biraz burada. O deprem kültürü oluşsa ve vatandaşlarımız biraz daha duyarlı hale gelse, kriterler salonun manzarası, balkonun büyüklüğü, mutfağın genişliği değil de binanın yapıldığı yer ve güvenliğinin ne olduğu ön plana çıksa, bizler de mühendisler açısından rahat edeceğiz. Yoksa hızlı değerlendirme yöntemleri dünyanın her tarafında var, bizde de var." diye konuştu.
"BİNALARIMIZI KONTROL ETTİRİP HER AN DEPREM OLACAKMIŞ GİBİ YAŞAMALIYIZ"
"Deprem sırasında her şey gündeme geliyor, bir hafta geçtikten sonra gündem değişiyor, her şey unutuluyor." açıklamasını yapan Gazi Üniversitesi DEMAR Müdürü Prof. Dr. Abdussamet Arslan, şunları aktardı:
"Ne zamana kadar? Bir sonraki depreme kadar. Elazığ ve Malatya'da deprem oldu, unuttuk. Hemen arkasından İzmir depremi oldu. Yıl bile geçmedi, aylar geçti üzerinden. Garanti ediyorum, bir süre sonra bir başka yerde deprem olacak Türkiye'de hatta bundan daha şiddetli depremler de olacak ama bana zamanını sormayın. Depremin oluşumu şöyledir aslında; bir bardak düşünün içerisine suyu dolduruyorsunuz ve artık o kadar çok dolduruyorsunuz ki, üzerine koyduğunuz son bir damla bardağı taşırıyor. Enerji ve olaylar o son bir damladır. Periyotları belli İstanbul'da 500 yılda birçok şiddetli küçük kıyamet dedikleri deprem oluyor. 250 yılda bir ona yakın ama daha zayıf bir deprem oluyor. Kuzey Anadolu fayında 100 yılda birçok şiddetli bir deprem oluyor. Türkiye'de 7 yılda bir deprem oluyor. Bunların tarihsel kayıtları belli. Tam tamına 100 yıl olmuyor da 80 yıl oluyor. İstanbul'da depremin olacağı kesin. Türkiye'nin her tarafında olabileceği gibi kesin. Periyotlara bakıp karar vermek lazım. Türkiye bir deprem ülkesi buna alışmamız lazım. Depremin kendisi öldürmüyor, binalar öldürüyor. Binalarımızı kontrol ettirip her an deprem olacakmış gibi yaşamamız gerekiyor. Binalarımız yeterli değilse, gerekli güçlendirme projelerini hazırlayıp beklemek yapabileceğimiz en güzel şey. Bunun dışında yapabileceğimiz çok fazla da bir şey yok."
"İSTANBUL'DA DEPREM OLASILIĞI YÜZDE 64 SEVİYESİNE GELDİ"
1999 depremiyle ilgili de hatırlatmalarda bulunan Prof. Dr. Abdussamet Arslan, son olarak şu değerlendirmede bulundu:
"İstanbul'da depremin olacağı kesin. Bunun altını net bir şekilde çizelim. Süre açısından bakarsak da geçen yıl İstanbul depremi yakındı. Bir ay önce çok yakındı, bugün çok çok daha yakın. Gün geçtikçe İstanbul depreminin olma olasılığı gittikçe artıyor. Şu an İstanbul depreminin olma olasılığı yüzde 64 seviyesine geldi. Bizim binaların analizlerini yapıp depreme hazırlıklı bir şekilde beklememiz lazım. Deprem olduğu an binanın içinde ne yapmalıyız? Dışarıdaysak ne yapmalıyız? Bunları öğrenelim. Vatandaşlarımız internette açık kaynaklardan bunlara ulaşabilirler. Deprem öncesinde depreme nasıl hazırlıklı hale gelinebileceğine baksınlar. İlk yapmaları gereken oturdukları binanın ne kadar güvenli olduğunu ortaya koymaları, güvenli değilse de binayı güvenli hale getirmek için bir uzmana başvurmalarıdır. İstanbul için deprem her zamankinden çok daha yakın." (CRITurk)